bugün

Bir vapur gidiyordu okyanus gecesinde. Vapurun ışıkları suların karanlığını eritemeden sulara vuruyordu. Karanlıkların içinde kaybolan karanlıklar, gökle denizi aynı karanlıkların içinde birleştirerek, sonsuz karanlıklara doğru uzanıyordu.
Bir tek adam vardı vapurun içinde... Ne kaptan, ne çarkçı, ne doktor, ne aşçı, ne çımacı...
***
Vapur kendiliğinden gidiyordu. Adam bacanın dibine oturmuş; gemiden yansıyan ışıkların, okyanus gecesinden süzülen karanlıklarla oynaşan aydınlığında, maskeler yapıyordu.
***
Alnı bir düşünce çilesiyle azıcık kırışmış, bakışları derinlerde, solgun yüzlü bir bilge maskesi...
***
Kaşları kartal kanadı gibi, gözleri keskin, dudak çizgileri gerilmiş bir yiğit maskesi...
***
Uzun saçlı, evcil bir güvercin sevimliliğinde, çekici bir gülücükle bakan âşık kadın maskesi...
***
Geniş alnı, kemerli burnu, kemikleri belirgin çenesiyle her acıya ortak, her neşeye yandaş, iyi ve kötü gününde sımsıkı yanında bir dost maskesi...
***
Vapur hızla gidiyordu karanlıklar ortasında...
Adam sırtını dayamış bacaya, durmadan maskeler kesiyordu.
***
Masum çocuk maskeleri...
***
Yürekten gülüşlü kardeş maskeleri...
***
Yüzüne doğruluğun arılığı sinmiş, erdemli kişi maskeleri...
Dalgaların köpükleri, bin başlı ejderlerin açılmış dişleri gibi saldırıp sarılıyordu gemiye...
***
Gemide hiç kimse yoktu. Sadece bir tek o adam vardı... Maskeler yapan adam...
Ve bir de...
Bir de, salonlara oturmuş mangal maşaları, süpürge sopaları, elbise askıları, bostan kazıkları, dış kapı mandalları, davul kayışları, dümbelek derileri, ayı postları, öküz boynuzları vardı.
***
Adam bazen ayağa kalkıp aşağıya iniyor, bir bostan kazığıyla tekrar yukarı çıkıyordu...
Bir dostluk maskesi takıyordu kazığın üstüne...
Kazık, üstündeki maskeyle her acıya ortak, her neşeye yandaş bir dost oluyordu.
***
Sonra adam aşağıdan bir mangal maşası çıkarıyordu.
Onun da üstüne, seven kadın maskesini takıyordu. Ve konuşuyordu onunla:
- Seni ne kadar severim bilemezsin...
Karanlıkların içinde kaybolan karanlıklardan esen rüzgârla, kıpırdayıp duruyordu maske...
Bazen çenesi azıcık öne savruluyor, altındaki mangal maşası, bir görünüp bir kayboluyordu...
Adam eliyle düzeltiyordu maskeyi, altındaki mangal maşası görünmesin, diye...
***
Sonra yine salonlardan birine, yahut bir kamaraya iniyor; bir öküz boynuzu çıkartıyordu yukarı...
Onun da üstüne bir bilge maskesi takıyordu. Onunla da konuşuyordu:
- Yaşam sence nedir?
Öküz boynuzu, üstündeki maskeyle öyle düşünüyordu.
***
Dümbelek derilerinin üstüne yiğit maskelerini; dış kapı mandallarının üstüne kardeş maskelerini; süpürge sopalarının üstüne erdemli kişi maskelerini koyuyordu...
***
Ve karanlık okyanus gecesinin içinde, nereye gittiği bilinmeyen vapurda; adam, sırtını bacaya dayamış, karşısında kendi yapıp taktığı maskeleriyle, bir garip karnaval yaşıyordu.
Rüzgâr, maskeleri oynattıkça ve dümbelek derileri, öküz boynuzları, süpürge sopaları ortaya çıktıkça; adam eliyle hepsini tek tek düzeltiyordu.
içten içe, eliyle yapıp taktığı maskelere, azıcık da inanıyordu galiba...
Dost desen dost; aşk desen aşk; kardeş desen kardeş; hepsi sıralanmış duruyordu karşısında...
***
Dalgalar gitgide kabarıyordu. Rüzgâr sertleşiyordu.
Vapurun nereye gittiği belli değildi... Çünkü ne kalktığı bir limanı vardı vapurun, ne de varacağı bir limanı... Işıklarını yakmış öyle gidiyordu.
***
Bacanın dibindeki adam da, sertleşen rüzgârla uçuşarak oraya buraya dağılan maskelerini toplamaya uğraşıyordu.
Süpürge sopası, mangal maşası, dış kapı mandalı, öküz boynuzu, sağa sola yuvarlanıyorlardı.
Adam toplayabildiği maskeleri elinde; uçuşan saçlarıyla okyanus gecesinin ortasında, önünde birbirine çarparak yuvarlanan maşaya, mandala, boynuza bakıyordu.

cetin altan
yaklaşık 5 sene kadar önce okuduğumda yazının sonuna 26 yıl önce yazılmış bir yazı diye eklimişti altan dede. her zamanki gibi kesip saklarken bu yazıyı keşke 26 yıl önce okuma şansım olsaydıda bugüne kadar yürüdüğüm yollarda sağlam bir el fenerim olurdu diye düşünmüştüm ve fotokopisini bastırıp bu yazının bir kaç sevdiğimede vermiştim...
herkese renkli günler