bugün

çok üzerinde düşünülmeyen iki ucunda lolipop bulunan bir mefhum. anlamlandırma ve nitelemesi zat-ı halim tarafından yapılmış olup başka bir şekilde semantik açılımı olup olmadığından bihaberim.

öncelikle bu konunun daha çok sanat eserleri ve düşünce akımlarını kapsadığını, lakin istenildiği ölçüde esneklik katsayısıyla oynanabilineceğini belirtelim.

sanatta konu sınırlaması ve belirlenmiş bir mecra olmamasına rağmen belli kişi ve akımlar hep aynı kurtarılmış vadileri seçmişlerdir. misal devrim öncesi rus edebiyatı istisnalar hariç genellikle aristokrat çevre içerisinde ve onların sorunları üzerine eğilirken, knut hamsun veya yaşar kemal bir anlamda avam kamarasına hitap etmiştir. aynı analoji ile woody allen' ın tüm filmlerindeki dramatik yapı ilişki ve duygular çevresinde dönerken charles bukowski immoral ve ''kaka'' hikayeler anlatmıştır.

burada başlığa makul kelimesinin eklenme sebebi belirli bir zaman öncesine kadar söz gelimi 1900lerin başına kadar sanatın konularının toplum normlarına kıyasla belirlenebildiği gerçeğidir. yani 1700ler fransa' sında pedofiliden bahseden bir eser üretmek zaten imkansızdır.(tabi marquis de sade gibi himmetli deliler de yok değil)bu yüzden eski devirler için belli ölçülerde bu konu makul kabul edilebilir.

sansür sanatın törpüsüdür. onu sürekli ufalar. emin olun ki william shakespeare günümüzde yaşasaydı daha reel tiratlara, yönetime yönelik daha patetik çıkarımlara şahit olup daha çok keyif alacaktık. fakat o dönemdeki ''mavi kan'' ların kendi aralarında da ağdalı bir dil kullanmaları sonucu bu yüzyıllar boyunca süren tını kulaklarımıza yapıştı.

peki günümüzde neden bu konuda ısrar ediliyor? yada bir farkındalık durumu mevcut mu? niçin woody allen hep lüks evler ve partilerde sıkılıp iki kadın arasında kalıyor da hiç maddi acılara dokunmamayı başarıyor?(bu arada allen' ı çok sevdiğimi de belirteyim)

bilindiği üzere maddi sorunların olmadığı refah düzeyi yüksek olan ortamda sanat ve fikir akımları hemen gelişir. bunu arktik dönemlerden hellenistik çağa kadar fazlasıyla müşahede eden insanlık normal yaşantı içerisinde patron sınıfı ve proleter, asil ve avam yada varlıklı ve fukara gibi basit yaftalar ile birbirinden ayrıldığı için sanatta da bu şekilde bir alterasyon görülüyor.

burada elitisizm mefhumunun kötü bir yankısı olmadığını da belirtelim. sadece algı biçemleri farklı olan insanlar farklı eserler üretip farklı tatlar bırakıyor. ''bana lükslerimi verin, gereksinimlerim olmadan da yaşarım'' diyen oscar wilde the picture of dorian gray gibi bir şaheser üretebiliyor, federico fellini sürekli kişisel buhranlarını ve egolarını anlattığı basit öykülerden görsel hazineler yaratıyor yada new orleans' ın arka sokaklarından yayılan bozuk caz tınıları elitize klüplere transferi ve parasal getirisi ile birlikte popülerleşip kalite kazanıyor. yani elitize olması her zaman kötü bir anlam da taşımıyor.

kötü olan kısmı günümüze ulaşan bazı şaheser kitap, şiir yada erken dönem sinema eserlerinde bile belirgin konturlarla çizilmiş fazlasıyla ağdalı bir biçemin olması ve konuya kafa yoranlara ''bu harika şey daha da güzel olabilirdi'' etkisi vermesi. kimse king lear yada faust' un muhteşem olduğunu yadsımıyor. ama kastettiğim de anlaşıldı sanırım.

sadece konunun melodrama dönüşmesi ve bayağılaşması kirlenme yaratıyor. onun dışında ''makul'' sınırlar içinde dolaşılabilir.

sinefilin pelikülünde ise bergman ve kieslowski gibi şiirbazların böyle kalıpları yoktur.

meraklısına izlek: ecinniler(yada cinler)1872, diriliş 1899 tarihlidir. decameron' a değinmiyorum bile...

woody' nin yeni bir araba alma vakti geldi mi?
bocalamanın,

keyifler gıcır, ay sonu derdim yok, kendimi sanata vereyim. - paralı sanatçı tarafı.

ay bu ay kimin tablosunu alsak nurettin. - sanat sevici tarafı.

azizim... - raşitik elitist tarafı.

yallah şofeeer yallah. - frj tarafı.

ha bocalamaktan ziyade, kendine bir elitist kuş yuvası edinip oradan ötme durumunu niteliyor görünmesi de ayrı tabii.