bugün

''yıllar geçse de üstünden, bu öküz seni unutur mu..'' diye mırıldandı uzaklardan geçen trene yaşlı gözlerle bakarken. ve soru işreti bile koymadan cümlesinin sonuna, koca sağrılarını dönüp az evvel baktığı yöne, usul usul yürüdü, kendi mistik imgelemine..

öküzdü nihayetinde, arzı boynuzunda taşıdığını sanan bir öküz...
gözlerini indirdi öküz, nasır tutmuş sol arka bacağına baktı. ''kendini, sana ait olanı sevmeyi öğrenmelisin mutlu olmak istiyorsan eğer'', dediğini anımsadı ahırın bilgesi kara sığırın. sonra nasırlarına minnetle bakmayı denedi, neden sonra irkilerek kendine geldi, ha siktir sığıroğlu sığır diye mırıldandı.
bu bilge sığır, inekler hakkında da bolca öğütlerde bulunur, '' dişilerin yanına mı gidiyorsun, kırbacını yanına almalısın '' derdi, inekler hakkında ağdalı sözler mırıldanırdı sürekli.
bilgeler en büyük sahtekarlar olmalıydı, evet. önce kendini, sonra herkesi kandırmaya çalışan profesyonel sahtekarlar olmalıydı, alayının canı cehennemeydi. ömrünün yarısını ahırda pinekleyerek geçirmiş bir sığır, inekler hakkında ne bilebilirdi ki? böyle düşündü öküz.
''tanrı beni bilge olmaktan korusun'' diye söylendi sonra.

samanın en gevrek kısmını keyifle çiğnemeye başladı.

öküzdü nihayetinde, bazı şeylerin farkında olan sıradan bir öküz.
"bana öyle bakma, anlayacaklar
ikimize karşı bu dünya, bizi anlamayacaklar
bana öyle yaklaşma, bana öyle dokunma
ikimize karşı bu dünya, bizi anlamayacaklar"

gibi henüz piyasaya düşmemiş taze teoman dizelerini bir avuçu doldurmayacak çimene ithaf ettiğindendir en büyük öküzlüğü bu öküzün. oysa ki şunca zamana kadar hayatına giren her doğurgan ondan yaratılışının getirdiği bir vazgeçilmez olan şımarıklığını pekiştirmesini istedi. bizim öküze elbet tersti bu durum. babadan miras bir yalnız olma karizması yaşıyordu çünkü. her gece ahıra kalabalıkta girse, samanlığında hep tek yatmıştı tanıdığı tüm öküzler. bundan sonra her ne değişebilirdi? tüm düşünceleri yalnızlık adınaydı onun. hatta, o kadar yalnızdıki düşünceleri kafasında eko bile yapmıyordu. bu dogmatik sancıyı müzmin bir soruna dönüştürmek üzereydi, belki de çokta dönüştürmüştü öküz.

düşünüyordu. yanlış yaptığı şey her ne ise bulmanın peşindeydi. her seferinde araladığı küçük kapıların yanında harikalar diyarında küçülme iksiri içmemiş alice kadar kocaman kalıyordu. ilelebetliğine sırdaş tekilliğinin yanında elbet bir tavşan da yoktu ona yol gösteren.

bu sıralar kara sinekler kuyruğunda bitmiyordu öküzün. kanlı gömleklerde farelerin oluştuğu ilginç yasaları tasdiklemiyordu tezeği. geviş getirmek üzere ağzına attığı her çimende içinden kopan kan lekelerine rastlıyordu öküz. işte o öküz, kimseye de hiçbir sebeple tam da bu nedenle sığınamıyor, teslim olamıyordu. ölmek onun için o kadar önemsizdi ki, ölememekten korkuyordu.

öküzdü nihayetinde, mezarının içinde yılanların yalnızlığını gidereceği bir öküz.
(bkz: öküz neyse de mistik biraz ağır olmuş)
ve uzaklardan bir tren gözüktü kendi görüş alanında yavaş yavaş büyümeye başlayan.. şöyle bir baktı:

"siktir git lan!" dedi. "manda ile söğüt dalı bile ikimizin oluşturduğu klişeden daha manidar."

hayatında bir kere bile bakmış değil trene. niye baksın?

ne alaka yani şimdi abi... ot olsa, köy olsa, mera olsa neyse de...

tren ne alaka.

hemen altında buzağı hafifçe titredi..

"lan sen de şimdi... siktir git.. çekil"

bir öküzdü sadece... dillere pelesenk olan atasözlerinde en ufak katkısı bulunmayan bir öküz.
bacağı sakat olduğu içün kurban edilemeyen şanslı keratadır.
bayram şekeriyle geviş getirip, sağa sola ikram ettiği yetmezmiş gibi. geçmiş bayramınız möööbarek olsun diyen öküzdür.
bazısının bayramı, kendisinin yasıdır. buna karşın; kurban bayramınızı, en içten dilekleriyle kutlayan öküzüdür.

karma felsefesine inanır; '' öküzlük yap, öküzlük bul. ''
fakat hayatta ne kadar iyilik düşündüyse, hep aynı oranda da kazık yemiştir. bundan bile, kendisini sorumlu tutacak kadar sorumlu bir öküzdür ayrıca.
öküzdür nihayetinde, tanrılara, sunulma zamanını bekleyen pagan öküzüdür.
bayram günü artık otlayamayacak öküzdür.

2 ayaklı öküzler tarafından kovalanacaktır.
kendi maddi çevresinde ağnayan tavuktan hallicedir. tavuk der ki:

benim görmediğim uzaklık gerçek olmayan uzaklıktır!

bizim gibi öküzler ne yapsın, ne anlatsın zavallı tavuğa..
doğruyu söylemek gerekirse: (bkz: beni tanıdılar sen de gel)

varoluşun maddi niteliklerinden yeterince fırça yemiş öküzdür.

ne vardır şu dünyada? der bu öküz. bilir ki gözüyle görüp kulağıyla duyduğunun hep aynı olduğu bir dünyanın aksine; ruhuyla tadıp, mistik aleminde yaşadığı bir dünya çok daha çekici, ilginç ve ruhanidir.

işte bu yüzden kendi mistik imgelemimde yalnız kalan öküz olmayı; somut dünyada ikiyüzlü "insan" olmaya tercih ederim.
medeniyetin getirisi olan bir traktörün dahi çalışmasının mümkün olmadığı dik bir yamaçta çifte koşulup kocaman bir tarlayı var gücüyle sürdükten sonra gün bitiminde önüne konan bir tutam otu ağzında gevelerken kendisini savaş galibi bir general gibi görür mü bilinmez ama kimi işlerde vazgeçilmez olduğu da bir gerçektir doğrusu.
yol aldı öküz. yalağın az ötesinde gür bir yeşillik kümesi fark etmişti. biliyordu, şimdi orada otlamaya başlayacak, bu sefer tüm öküzler yanında bitecekti. halbuki her yerde, bol miktarda vardı bu yığınlardan.
sürü psikolojisi üzerine bir süre düşündü. özdeş üç öküz bir yere yönelse, bu sefer, diğer özdeş öküzler sırayla onların peşi sıra takılıyordu. halbuki ilk hamleyi yapan özdeş öküz de, en az kendileri kadar geri zekalıydı! bunun farkında olarak, onun hamlesinden neden medet umulduğu konusuna yoğunlaştı. '' acaba diğerleri de bunu mu düşünüyor şu an '', şeklinde bir hezeyan dalgasıyla boğuştu bir an. belli ki bir ot kafası yaşıyordu. dağın eteğinde otladığı, hint kenevirini sorumlu tuttu bu durumdan...
acaba sürü psikolojisinin arkasındaki gerçek neydi? acaba umutsuzluğun hüküm sürdüğü bu coğrafyada; fikirlerden fikirlere sıratlar uzuyordu da, sonra her düşünce başladığı yerde mi son buluyordu? öküzler aynı şeyleri düşünmekten bıkıyor, sonra düşünmekten vazgeçiyor da, ne de olsa benzer şeyler düşüneceğiz diye, topu diğer öküzlere mi atıyordu?
başka öküzlerin , büyük ihtimalle bilinçsiz yaptığı hamlelerine, kayıtsız şartsız boyun eğmek de neyin nesiydi böyle? yoksa kendine güvensizliğin bir sembolü olabilir miydi ? belki de özgüven sorunuyla alakalı olarak bir sorumluluktan kaçış mekanizmasıydı bu. olabilirdi, mantıklı gelmişti bu son fikir, öküze.
sonra kara öküzün, ovaya doğru yellene yellene indiğini fark etti. peşine takıldı kara öküzün, aheste aheste...
öküzdü nihayetinde;
yolu bilmekle, yodan gitmenin aynı şey olmadığını kavrayamayan, normal bir öküz!
(bkz: ben öküze imgeleme dedim o da bana möö dedi)
yakın zamanda melankolyasına objebi.com üzerinden saipsiz, kemcuk agizli ve şahsım ile devam edecek öküzdür.
bir an bile durmamak lazım diye düşündü. durursa her şey kopar. gerçeklikten uzaklaşır. saklanır yine sessizliğinin arkasına. hiçbir şey yokmuş gibi davranır. nefret eder yine.. indirir kafasını çimenlere doğru. belki birkaç uğurböceği görür çimenlerin arasında. tüm gününü o resimle geçirir... yeşil çimen üzerindeki kırmızı uğur böceği.. kendisinden daha özgür. daha makbul. kıskanılası.

hayata karşı bi sağlamlığım olacak bundan sonra dememiş miydi kendine dün? meraya çıkmadan hemen önce. bu kararına çok sevinerek neşeyle şöyle bir böğürmüştü de, tüm ahırdakiler şaşkın şaşkın ona dönüp bakmamış mıydı? kemal in bile dikkatini çekmemiş miydi? "noluyo la hasta mı ki bu?" dememiş miydi kemal annesine? demişti. der tabi. farklıydı artık her şey. farklıydı. herkes alışacaktı kardeşim buna.

bugünkü kararı da düşünmeden yaşamaktı. düşünmeden hareket etmek. içinden geldiği gibi hüküm sürmek kendi hayatında... mantıklı olan da bu. sonuçta kimse kendi hayat sahnesinde figüran olmak istemez. bir oyun varsa ortada, ya sahneye çıkmalı... meydan okumalı yüzünde patlayan tüm ışıklara; ya da kenara geçip seyretmeli aşağıdan. ikisinin arası olmaz.

tam o esnada yağmur başladı. iri iri damlalar patladı öküzün koca kara sırtında. ve saniyesinde süzüldü aşağıya doğru. diğer damlalarla birleşerek, büyüyerek. hızlanarak.

bugünkü kırmızı uğur böceği görme hayalleri de çimlerin arasında iki dakika içinde oluşan suya düşmüştü dolayısıyla. yağmur yağdığında tüm minik hayvanlar kaybolur. bunu da tüm büyük hayvanlar bilir.

ama sorun yoktu kendisi için. yağmuru severdi. bugün de işte.. aradığı değişikliğin keyfini sürecek.. yağmur altında duracaktı.. klasik... ama olsun. kendisi için olağanüstü bir durum. klasizm göreceli bir kavramdır. evet öyledir.

"la yörü hala ne inad ediyon? hasta edecen beni yağmurda. yörü! gir içeri" dedi kemal. elinde uzun ince bir değnek. kızılcık değil. o kadar da klasik değil canım hayatı. gül ağacından.

sopanın sırtına hızla inmesi değil de... diğerlerinin gülerek kendisine bakması yakmıştı canını. dünkü karizmatik halinden eser kalmamıştı. az daha dirense anasıyla beraber gelecekti kemal. itile kakıla girecekti ahıra. sonuç belliydi.

yağmurun altında ıslanmayı seven öküz.. hayat karşısında sağlamlığa sahip.. uğur böceği gözleyen.. peh.

baştan aşağı saçmaydı. olanaksızdı. mantıksızdı. vakit kaybıydı.

mecbur boyun eğdi kemal e. geçti sıradanların sırasına. en arkaya.

nihayetinde sıradan bir öküzdü kendisi de... göz yaşları sağanak yağmurda fark edilmeyen bir öküz.

http://fizy.com/#s/1lshvr
hoşlandığı ineğin, ona bir tutam taptaze, yemyeşil, supsulu ot getirdiğini gördü, tam sevinçten kendini sikecekti ki, rüya olduğunu fark etti ve tüm öküzlüğüyle, ağız dolusu sövdü hayata.

kaldı ki, bu rüyayı, hiç uyumadığı halde görmüştü, o halde bu bir ohal'di, daha kötü şeylere mahal vermemek adına, toparlanmak istedi derhal.
koca götünü devirip yattığı ağacın dibinden kalkmak istedi, kalkarken tek sağlam boynuzunu dala taktı, dal sarktı, kartal kalktı.
sol arka ayağı kuyruğuna bastı, kuyru acıyınca möö diye çığlığı bastı, fareden korktu kedi, kedi pırr uçuverdi, kedinin bu olayla ne alakası var amk? diye geçirdi aklından, sonra bu olay nereye gidiyor la böyle? diye düşündü.. tam bu sırada düşündüğünü fark etti.. ve söylendi; düşünüyorum, o halde yaprağı yedim?

öküzdü nihayetinde, yaprağı kökünden yemiş bir öküz...
ırkçı başlık. kendi mistik imgeleminde otlayan genç inekler rahatsız.
kurban bayramı yaklaştığı düşünülürse , mistik dünyasında saklanacak yer bulması gereken öküzdür .
kimseye çok yakın olamadığı gibi, kimseye de tamamen uzak olamıyordu bu öküz. tek tanıdığı kendisiydi. tek bildiği. tek güvendiği. böylesine sıradan hislere sahip olduğu için ayrıca kızardı kendisine. aslında zaten, tek kızdığı da.. yine kendisiydi. her şeyin sorumlusu.

sonucun böyle olacağını bilseydi; başlamazdı. uğraşmazdı. saflığını kaybettiğine, benliğinden ödün verdiğine değmemişti. her gece uyumadan önce kırk saat hayat muhasebesi yapar hale gelmişti. hele buna hiç değmemişti. hiç.

ama şimdi vazgeçemez hiçbir şeyden. vazgeçerse zerresi bile bulunmaz çünkü. başlangıçta burun kıvırdığı, lanetlediği tablonun esas figürü haline gelmiş artık. bu saatten sonra.. bırakamaz. ortada tutunacağı dal kalmaz bu öküzün.

öyle mantıksızlık ki... medet umması koskoca bir öküzün bir tek daldan.. öyle bir.. yalnızlık. çaresizlik. saçmalık.

yakında söğüt dalının üstüne yuva kurmaya çalışırsa hiç şaşmayın. gerçi.. dişi öküz bulabilirse dener onu tabi. bu ilüzyondan ibaret hayatında... o da zor.

en azından birilerinin, hayatın şarkılardaki gibi olmadığını hatırlatması lazım bu öküze. hataya düşmüş. uyarmak lazım. e düşer... neticede öküz kendisi. bildiğin öküz.
mistik imgelemlerine sesizce yoldaşlık ettiği insanların bile hasretini duyabilen hisli bir öküzdür bu. bekler ha bekler. zaten ömrü beklemekle geçmiştir. öküz gibi sabırlıdır yani.

öküzdür nihayetinde.
ruhundaki fırtınaların sürüklediği kasvet ve toz bulutu, kendi mahpusluğu olmuştu. ne zamandır kim bilir? kendi hareket kabiliyetini sınırlayan, ruhunda derin travmalar yaratan bu paradokslardı belki de, kim bilir... bunları düşündü öküz. kendi durum değerlendirmesini yaptı kendince. son zamanlarda tasvvufa yönelmişti ahırdaki bilge ve yaşlı mandaya öykünerek. manda '' içsel huzurumu bu yolla sağlıyorummmmoooooöö. sen de yapabilin. sadece içindeki öküze kulak ver. '' demişti ona.
sonra görevleri aklına geldi. hani şu kendi seçtikleri değilde. sürüyü güdenlerin dayattığı görevler.
en basitinden başlamak istedi. ahırdaki küçük ve büyük başları ısıtmak. heybetli bir öküz olarak onun görevlerinden biriydi. g.tüne güveniyordu evvel allah. önce koca g.tüne bir hareket alanı yarattı, iki adım öne atarak. sonra köyün makus sesizliğini bozan bir gürültüyle yellendi. ardından patır patır bıraktı, üstünde duman tüten taze dışkılarını. ahırın köşesine sinmiş titreyen kuzucuklar, minnetle yüzüne baktı öküz amcalrının.

öküz bir görevinde üstesinden başarıyla gelmiş olmanın verdiği keyifle. bir bakış attı tüm ahıra. merak etmeyin öküz amcanız ölmedi mesajını içeriyordu bu bakış. sonra özgüvenle bir öküz narası attı mooooooooömmmoö!

öküzdü nihayetnde! kendince önemli bir öküz.
okurken imgelediğinde içinde fantastik huzur bırakan güzel bir nicktir efendim. kendisini hayal dünyasından öpüyoruz.
nefes darlığı yaratan hıçkırıkları, körleşen boğaz düğümlerinin yanı sıra toynaklarına bulaştırdığı ıslaklığı ile bir kez daha yokladı ruhunun varlığını öküz. ruhunun taştığı öküz bedenindeki bu hadsiz hareketi göz yaşlarının zirvelere gömülmesine sebep oldu. çağlayan bir ırmak gibi kendine ıslanıyordu öküz. perdesi çekilmiş geleceğine bakıp manidar geçmişinde bir kez daha kayboluyordu.

yok sattığı nihilist düşselinde kayıplara karışmaktan çok yalnızlıkta kayboluyordu.

en nihayetinde kendisi hala yalnızdı, ama bu sefer bazı gerçeklerin farkına varmış ağlak bir öküze dönüşmüştü...
birden titremeye başladı, dişleri birbirine vuruyordu, üşüdüğünden mi titriyordu yoksa ağladığından mı bilinmez ama şu bir gerçek ki, küçücük dünyada kocaman bir öküz olarak, çıkıp aydan baksalar görünüyordu...

aklında küçülenler, omuzlarında büyüyünce, toynakları bastığı yere adeta saplandı, bulutlar birbirlerine koşar gibi sarıldılar, karanlık kapladı her yanı ve o, yağmurla birlikte titreyerek boşaldı...

sessizce değil, böğüre böğüre ağlıyordu artık.

öküzdü nihayetinde, ıslak karanlıkta, gözyaşları yağmurdan sağanak bir öküz...