bugün

ezginin günlüğü, emin igüs eliyle bu dizeleri kavuşturmuştur bize hoş bir ezgiyle... upuzun bir şiir, güzel;

Çok uzaktı geldiğimiz yol. kardeşim, çok uzak.
ağırdı, çok ağırdı bileklerde kelepçeler. akşamları
sallayıp başını "vakit geçti" deyince küçük lamba
dünyanın tarihini okuyorduk belirsiz isimlerde
mapusane duvarlarına tırnakla kazınmış tarihlerde
ölümü beklemiş insanların çocuksu çiziklerinde
bir yürek, bir yay, zamanı gerçekten yaran bir yelkenli
bizim bitireceğimiz tamamlanmamış dizelerde
bitmeyelim diye bitirilmiş dizelerde.
Çok uzaktı geldiğimiz yol zorlu mu zorlu.
Şimdi senindir bu yol. avucunun içinde tutuyorsun
bir dost elini tutup nasıl dinlersen yürek atışlarını
kelepçelerin bıraktığı bu izin üstünde.
düzgün yürek atığı. bir güvenli el. bir güvenli yol.

yanı başında, bu sakat adam çıkarıp ayağını
bir yana bırakıyor yatmadan önce kof tahta bacak
doldurmalısın onu, çiçek dikmeden saksıyı
nasıl dolduruyorsak toprakla
geceler yıldızlarla nasıl dolarsa
ağır ağır nasıl düşünceyle sevgiyle dolarsa yoksulluk.

karar aldık, bir gün herkesin iki ayağı olacak
bir neşeli köprüsü gözden göze
yürekten yüreğe. bu yüzden nerede durursan dur
güvertede çuvalların arasında sürgüne giderken
transit istasyonunun hapisane parmaklıkları ardında
"yarın" demeyen ölümün yanında
acı, sakatlanmış yılların binlerce değneği arasında
sen "yarın" deyip rahat ve güvenli oturuyorsun
insanların karsısında bir dürüst insan nasıl durursa.

duvarlardaki bu lekeler belki de kandır
günümüzde her kırmızı kandır
karşı duvara yansıyan akşam güneşidir belki de

her akşam sönmeden önce kızıllaşır nesneler
ve daha yakın durur ölüm. parmaklıkların dışında
çocukların ve trenin sesi duyulur.

o zaman daha da daralır hücreler
ama sen başak dolu bir yaylada ışığı düşünmelisin
yoksulların masasındaki ekmeği
pencerede gülümseyen anneleri
ayaklarını uzatacak bir yer bulmak için.

o saatlerde yoldaşın elini sıkarsın
ağaç dolu bir sessizlik olur
ağızdan ağıza dolaşır ikiye bölünmüş sigara
ormanı tarayan bir fener gibi baharın yüreğine varan
damarı buluyoruz. gülümsüyoruz.

içimize doğru gülümsüyoruz. ama gizliyoruz şimdilik.
yasa dışı gülümseyiş güneş nasıl yasa dışı olduysa
gerçek de yasa dışı. gizliyoruz bu gülümseyişi
sevgilinin resmini nasıl gizliyorsak cebimizde
yüreğimizin iki yaprağı arasında nasıl gizliyorsak
özgürlük düşüncesini.
buralarda hepimiz için tek bir gökyüzü ve ortak bir gülümseyiş var.

bizi öldürebilirler yarın. ama alamazlar bizden
ne bu gülümseyişi, ne de gökyüzünü bizden alırlar.
tarlaların üzerinde gölgemizin kalacağını biliyoruz
yoksul evin kerpiç duvarı üzerinde
yarın örmeye başlayacakları büyük evlerin çatılarında
taze fasulye ayıklayan annenin eteğinde
serin avluda kalacak gölgemiz. biliyoruz bunu.
kutlu olsun acımız.
kutlu olsun kardeşliğimiz.
kutlu olsun doğan dünya.
bir zamanlar kurumluyduk, kardeşim,
çünkü hiç bir güvencimiz yoktu.
büyük laflar ederdik
süslerdik dizelerin kollarını altın sırmalarla
bir uzun sorguç dalgalanırdı şarkımızın alnında
gürültü ederdik korkardık, işte bu yüzden gürültü ederdik
korkumuzu sesimizle kaplardık
topukları kaldırıma çalardık
uzun adımlar, çalımla,
insanların pencerelerden izlediği
ve kimsenin alkışlamadığı
içi boş topların geçidi gibi geçerdik.
o zamanlar tahta kürsülerde, balkonlarda söylevler duyulurdu
radyolar gümbür gümbür tekrarlardı söylevleri
korku bayrakların berisinde gizliydi
davulların içinde ölüler sabahlardı
aşkolsun anlayana
belki borular uyum sağlıyorlardı adımlara
ama yüreğe uyum sağlamaktan uzaktılar. biz uyumu arıyorduk.
silahların, camların parıltısı bir an bir şey verir gibi
oluyordu göze tek bu
sonra hiç kimse tek bir sözcük anımsamıyordu,
anımsamıyordu bir tek söz ya da ses.
akşam ışıklar sönüp rüzgâr sokaklarda kâğıt bayrakları sürüklerken
ve dururken kapının önünde silindirin ağır gölgesi
uyumuyorduk bizler
serpilmiş sesini topluyorduk sokakların.
serpilmiş adımları topluyorduk
uyumu buluyorduk, yüreği, bayrağı.

işte bak, kardeşim, sonunda öğrendik konuşmayı
tatlı tatlı ve yalın konuşmayı.
anlaşabiliyoruz şimdi fazlası da gereksiz.
ve yarın diyorum, daha da yalın olacağız
tüm yüreklerde, tüm dudaklarda aynı ağırlığı edinen sözleri bulacağız
adıyla anılacak her şey,
ve ötekiler gülümseyip "böyle şiirleri
biz de yüzlerce yazabiliriz" diyecekler. bizim de istediğimiz bu işte.
Çünkü şarkımız insanlardan ayrı sivrilmek için değil, kardeşim,
insanları birleştirmek içindir şarkımız.
demek ki inanmaları için
"bağıran haklıdır" demeleri için bağırmam gerekmiyor.
hak bizden yanadır, biliyoruz bunu
ve ne denli alçak sesle seslensem de sana, inanacaksın
alıştık alçak sesle yarenliğe: tutukluyken, toplantılarda,
yer altında çalışırken işgalde
alıştık küçük kesik sözlere, korkunun, acının üstünde,
gündüzün, saatin; gecenin korkunç dilsiz köşelerinin parolası
geleceğin ışıklarınca bir an aydınlanan zamanın kesişmeleri
acele sözler, yaşamın kısa özeti, en önemli noktalar yalnız

bir sigara paketine yazılmış, ya da şu kadarcık bir kâğıda
ayakkabının içinde saklı, ya da ceketimizin astarında,
ölümün üstünde bir büyük köprü gibi bir küçük kâğıt.

bunlar önemli şeyler değil, diyecekler, kuşkusuz.
ama kardeşim sen, biliyorsun: bu yalın sözlerden
bu yalın davranışlardan, bu yalın şarkılardan
yaşam boy atıyor, boylanıyor dünya, biz de büyüyoruz.

pek önemli bir şey yaptım denilemez.
sadece, sizlerin dokunduğu duvarın yanından geçtim ben de,
dokundum ona, yoldaşım,
sadece, yiğitlerimizin, kurbanlarımızın adlarını okudum
transit istasyonlarında
ben de taşıdım size takılan kelepçeleri
sizlerle acı duydum, düş gördüm
seni buldum, sen de beni yoldaşım.

kampta hristo amca bir fırın kurdu.
durup bakıyordum ne yaptığını bilen yaşlı ellerine
o yalın, bilgili, yoldaş ellere
gittikçe yükseliyordu fırın
yükseliyordu dünya
yükseliyordu sevi
ve sıcak somundan ilk lokmayı tadınca
bu tadla birlikte içime bir şey sindirdim
yaşlı duvarcının bilgili ellerinden bir şey

karşılık beklemeyen erinç gülümseyişinden bir şey
dünyanın ekmeğini yoğuran tüm yoldaşların ellerinden bir şey
yararlı ve gerekli nesneleri yaratan insanın
o erinç güvenini.

sonra, bir yığın şey öğrendik, ama her şeyi oturup anlatsam
hiç bitmeyecek şarkım
nasıl bitmezse sevgi, yaşam ve güneş.
yalnız sarılmak için sana ve ağlamak için geliyorum kardeşim
uzun ayrılıktan sonra sevgilisine dönen vurgun gibi
bir tek öpüşle beklemiş olduğu o yılları
öpüşten sonra da anlatarak kendilerini bekleyen yılları.

saatlerce aynı işarete baktık
yaşamlar boyu araştırdık bu işareti,
ama güvenince bir kez ona, verdik yüreğimizi ellerimizi.
ve binlerce acılı insanın baktığı o işaret
bir şeyler ediniyor gözlerimizden, bakışmamızdan
ve büyüyor, büyüyor, büyüyor,
nasıl büyüyorsa hamur teknede, ağaç güneşte, umut yüreğimizde.
Ötekilerse, çok büyük, tutulmayan görülmeyen şeyler
bizim oldu şimdi çünkü onlarla birlikte baktık
uzun uzun, birlikte sevdik onları, bir parçamız oldular yanımızda
tuzluk gibi, çatal, tabak gibi,
ve şimdi aynı şekilde, bir yaprağa bakıyoruz yalın ve sevgiyle,
ya da bir yıldıza
oturduğumuz taşa ya da geleceğin yüksek bacalarına bakıyoruz.
yüreğim bugün gün batmalarında yalımlanan bir buluta benzemiyor
ne de cennet'in ağaçlan arasında masa kuran meleğe
çırparak ak kanatlarıyla yıldız kırıntılarım sakallarından eski azizlerin.

yok böyle bir şey. Şimdi geniş, kil bir çömlektir yüreğim
kaç kez ateşlere sürülmüş
binlerce kez yemek pişirmiş yoksullar için
emekçiler, gezginler için
işçiler için ve küçük birimleri için
aç güneş için, dünya için tüm dünya için
işini gereği gibi yapan yoksul, islenmiş, kararmış bir çömlektir
otlar ve arada bir parça et kaynatır içinde
aç kardeşlerim altta karıştırırken ateşi
her biri odununu katar
her biri payını bekler.

oturmuşlar koyunlarıyla, büyük başlarıyla birlikte
şimdi tıpkı sizin oturduğunuz gibi çepeçevre
havadan söz ediyorlar, güneşten, yağmurdan, barıştan
her geçen gün bakanları çoğaltan işaretten
hiçbir rüzgârın söndüremediği o yıldızdan söz ediyorlar
ölüler de tablamızın çevresinde toplanıyor
paylarım bekliyor, onlar da.

ve bir gömlek kaynıyor, şakıyarak kaynıyor.

birkaç gündür rüzgâr kovalayıp duruyor bizi.
Çevrede her bakışta dikenli tel örgü
yüreğimizin çevresinde dikenli tel örgü
umudun çevresinde dikenli tel örgü. havalar soğuk bu yıl.
daha yakın. daha yakın. islanmış kilometreler toplanıyor
dört bir yanlarında.
Çocukları ısıtacak küçük ocaklar taşıyorlar
cebinde yıllanmış paltolarının.

sıraya oturmuşlar, buhar tütüyor yağmurdan, uzaklıktan.
solukları dumanıdır uzağa çok uzağa giden bir trenin. söyleşiyorlar
ve odanın solmuş kapısı dönüşüyor kollarını kavuşturup
kulak kesilen bir anaya.
işte bunları duyarak güçlenip doğruluyorum
orada ben de söze karışıyorum ateşe bir odun atarcasına
canlanıyor ateş, ışık çoğalıyor odun attıkça
duvarlar kızıllaşıyor, rüzgar çekiliyor, gıcırdıyor pencereler.
hâlâ çayırda otlayan eşek sıpasını duyuyoruz dışarda
ve köpek, ölülerin ayak uçlarına oturmuş, rahat.
güneşin doğmasını bekliyoruz.

rüzgâr dindi. sessizlik. düşünceli bir saban
tarlayı sürmek için bekliyor odanın bir köşesinde.
daha iyi duyuluyor çömlekte fokurdayan su.

tahta sırada oturup bekleyenler
yoksullar, bizimkiler, güçlüler,
emekçiler, proleterler.
bir bardak şaraptır onların her sözü
bir lokma kara ekmektir
kayanın yanında bir ağaçtır
bir penceredir güneşe açılmış.

bizim isalarımızdır onlar, bizim ermişlerimiz
kömür yüklü vagonlar gibi ağır pabuçları
ellerinde kuşkusuz davranış
çalışmış eller, zorlu, nasırlaşmış eller
tırnaklan yıpranmış, sert kılları
insanın tarihi kadar geniş baş parmak
uçurumun üzerindeki köprü gibi karışı.

tarihin arşivinde de saklıdır parmak izleri
sadece cezaevlerinin arşivlerinde değil,
sık örülmüş demiryollarıdır parmak izleri
geleceğe uzanan. ve benim yüreğim yoldaşım
kilden, kararmış bir çömlektir
üstüne düşeni gerektiği gibi yapan.

Şimdi çocuklarım, masal söyleyen dedeler gibi düşünüyorum
(sakın gücenmeyin bana "çocuklarım" dedim diye sizlere,
belki sadece yaşça ileriyim sizden
o kadar
ve yarın siz "çocuğum" diyeceksiniz bana, ve ben gücenmeyeceğim
çünkü var oldukça dünyada gençlik ben genç olacağım
bana "çocuğum" deyin, çocuklarım)
böylece, şimdi düşünüyorum çocuklarım
bir sözcük arıyorum özgürlüğün boyuna denk:
ne daha uzun ne daha kısa
fazlası yakışıksız
azı utangaçtır
amacıma gelince böbürlenmek değil
ne aşağıyım ne de üstünüm herhangi bir insandan.

varacağız şarkımıza. iyi biliyoruz bunu. senin görüşün nedir,
yoldaşım?
iyi, iyi.
otlar kaynadı. yağı az. zararı yok.
fazlasıyla iştahımız, yüreğimiz fazlasıyla.
zamanıdır.

burada kardeş bir ışık var eller, gözler yalın.
burada ne sen benden üstün ne ben senden üstün olmalıyız
burada her birimiz kendinden üstün olmalıdır.
burada büyük duvarın yanı sıra bir akarsu gibi akan
bir kardeş ışık var.
düşlerimizde bile duyarız bu akarsuyu.
ve uyurken battaniyeden sarkıp elimiz
ıslanır bu akarsuda.

iki damla çırpsan bu sudan karabasanın yüzüne
kaçar duman olur ağaçların berisinde.
Ölümse bir yapraktan başka bir şey değildir
yükselen bir yaprağı beslemek için düşen.

ağaç şimdi seninle göz göze şimdi yapraklarının arasında
senin kökün yolunu gösteriyor bütünüyle
sen dünya ile göz gözesin bir şeyin yok gizleyecek.

ellerin temiz, güneşin kalın sabunuyla yıkanmışlar
dostların masasına çıplak bırakıyorsun ellerini
güvenip bırakıyorsun ellerini yoldaşların ellerine.

davranışları gösterişsiz, kesin onların.
ve arkadaşının ceketinden bir saç kılı aldığında bile
takvimden bir yaprak koparır gibisindir
dünyanın dizemini hızlandıracak olan.
dünyaya gülmesini öğretene dek
daha çok ağlayacağını bilmene karşın.

demek ki bir çömlek. o kadar.
kilden, kararmış bir çömlek,
kaynıyor, kaynıyor şakıyarak,
güneşin altında kaynıyor şakıyarak.

yannis ritsos

(siyasal tutuklular toplama kampı, kontopouli)