bugün

bir keresinde kafama kuş sıçtı. fakat kafaya kuş sıçmasından daha kötüsü, kafanıza kuşun sıçtığını ertesi gün fark etmenizdir. anlatayım.

üniversite son sınıftayım o zamanlar. galiba sevgilimden ayrılışımın ilk haftasını doldurmuştum. bi triplerdeyim. sırtımda çantayla, üzerimde serseri deri bir ceketle ayrılık acısı çekerek artist artist yürüyorum. keremcem - berbat falan dinliyorum. kulağımda kulaklık, gözümde simsiyah mat bi gözlük sokaklarda hüzünlü hüzünlü dolaşıyorum. öfkeyle kola kutusunu tekmeliyorum, karşıdaki duraktan dolmuşa binenleri seyrediyorum, tahterevalliyi eliyle ittirip çocuğuna suni bir tahterevalli simülasyonu yaratan babayı ve salıncak sırasında bekleyen anneleri seyredip çocuk parkındaki bankta falan oturuyorum, ne alakaysa anasını satiyim?.. bi saçma sapan haller işte kısaca. çocuk parkında aşk acısı mı çekilir amk, vizyonunu sikiyim senin ben. neyse. bi de final haftasındayız o sıra. birinci sınıftan beri veremediğim bi ders var. ve ben üniversite hayatım boyunca sınav kağıtlarına -çoğu zaman- hikayeler yazmışımdır. hikaye dediğim, baya kurguluyorum, kafama göre saçmalıyorum. çoğu sınavı da böyle geçmişimdir. yalan söylüyorsam anamı siksinler(daha inandırıcı bi yemin gelmedi aklıma şu an ahahah). hatta bi keresinde bir dersin sınavında cevabıma son noktayı koyduktan sonra şöyle kafamı kaldırıp arkama yaslanmış, sınav kağıdıma son bi alıcı gözle bakmıştım ve cevabımı o kadar beğenmiştim ki, içimden "ulan amk çok güzel yazdım lan, ben bunu bi daha yazamam." diye geçirerek sınav gözetmeni olan asistana en tatlı yüz ifademle "yauu bi şey sorabilir miyim? sadece cevabımın fotoğrafını çekebilir miyim?" diye sormuştum. kadın kısa süreli bi şok geçirdikten sonra gülmüş ve "eheheh ne yazık ki hayır" demişti. ama o sınavdan çıkarkenki gururumu anlatamam. "ulan ne cevap verdim bee! çerçevele duvara as yemin ediyorum!" diye düşünerekten ciddi ciddi asistana "fotoğrafını çekebilir miyim?" diye sormuştum lan işte, düşün artık nasıl bir kendinden eminlik! "ulan çok güzel cevap oldu beeh!" diye sınav kağıdının fotoğrafını çekmek istediğim sahneyi kaydetmek isterdim ya. izleyip izleyip gülerdim ahahah. o cevabı iştiyakla yazışım, sınav kağıdıma son bir işveli işveli bakışım, kendimi "aferin lan piç" şeklinde takdir edişim ve gururla arkama yaslanıp sırıtışım, soruyu soruşum... puhahahah mükemmel bi gündü lan. yalnız bu cevaplar bir derste yemiyor işte. kalıp duruyorum o dersten. hoca derste sırayla herkesin notlarını okuyor, bana gelince, hatta sınıfa girer girmez "muhammed kim?? sen ne yaptığını biliyorsun, söylememe gerek var mı? aslında bu kağıdı herkese okumak lazım da neyse. rencide etmek istemiyorum" falan diyor. ben de gayet kendinden emin, "okuyun hocam, bence gayet mantıklı cevaplar, benim bir çekincem yok valla, pişman değilim" falan diyorum. hoca da "öyle mi? sen bilirsin" diyerek kağıdı 60 - 70 kişinin önünde okuyor eşlik eden kahkahalarla. ben de gülüyorum. ulan ben hâlâ verdiğim cevapların arkasındayım ama neyse şu an bu konuyu uzatmak istemiyorum. bunu da niye böyle "bikinili pozları olay oldu!!!" haberi renginde bir sunumla sunduydu hoca çok anlam da veremediydim ama neyse öyle bir ders işte. kala kala taşşak malzemesi olmuşum. okuldaki danışman hoca da benim bütün sınavlarda verdiğim cevapları okuyor herhalde. çünkü bazen niyeyse bana bi imalı imalı göz kırparcasına bakıyor. ben de ona "n'oldu hoca ne bakıyon hayırdır?" :hayırdır ne yaylana yaylana konuşuyon yarrammanasında göz kırpmalı bir bakış atınca, kafasını kapalı alanda kepsiz asker selamı verir gibi sallandırarak "saygılar, büyük adamsın. valla büyük adamsın." falan diyor.

ben de o aralar "ööfffff!.. bu okul işleri de acayip angarya yauuv bu derse de bakmak lazım bi ara ama... hmmphfss!..." diye arada bir uğrayan bir his ile ve "olum acil çalışmam lazım lan!" kaygısıyla iç geçiriyorum. bi dersi düşünüyorum, bi karıyı. bi dersi, bi karıyı. ulan hatunun da ne güzel gözleri vardı öyle yaa! masmavi. neyse, karı olayının çözümü yok. dedim bari şu dersi verelim. n'apsak? dur şu fatih'i arayayım bi. (buraya bi subbed gömelim: fatih sınıf birincisi ve benim tek iyi arkadaşım)

- aloov, birader n'abıyon?

burada bi background açalım, olay anı saniye saniye görüntülendi, işte saniye saniye olay anı, şok şok şok: oturduğum banktan kalkıp yürümeye başlamışım. bir ağacın altından geçmekteyim. kafamdan gelen bir "şıpppp!" sesi...:bakın burası çokomelli yürürken bir elim telefonda, diğer elimi kafama götürüp "o neydi la, n'ooldu lan öyle?" iç sesiyle tepemdeki ağaca bakıyorum. elime bi şey gelmeyince "neyse siktir et dal mal düştü herhalde." diye düşünerek yürümeye ve telefonda konuşmaya devam ediyorum.

- hee, evet! hı hı! eyvallah. ya ne dicem? fiziki coğrafyanın finali var bu hafta, ona bi bakarız senle olur mu? evet abi. hıım.. hı hı... evet. tamam, başka? 2 buçuk litre kola, tamamdır. geçiyorum o zaman ben size. dolmuşa binicem şimdi. haadi eyv.

(fatihlere gidilmiş, yemek yenmiş, akşam olmuş, çay demlenmiştir. fatih'in odasındayız. ikimiz de elinde telefonla bir türlü çalışmaya başlayamamaktayızdır. bir ara telefondan bir bildirim gelmiştir. eski sevgilim bana facebook'tan arkadaşlık isteği göndermiş ve sonra ışık hızıyla geri çekmiştir. "ahhhaaa! demek ki beni stalk'luyor. seni hınzır senii eheheh" düşünceleri eşliğinde çay içmekteyimdir. o sırada odada kesif bir bok kokusu vardır ve bu koku bir türlü geçmemektedir.:acaba neden? eheheh)

- fatiiih, amk ne göt varmış sende birader, iki saattir osuruyorsun ya!
- ...:anlamsız gülüşler

(o gece derslere çalışılmamış ve ertesi gün kütüphanede çalışmak üzere erkenden okul yoluna çıkılmıştır.)
yoldayken:
- fatih olum acayip bir bok kokusu var dünden beri ya. olum sizin mahallede her yer bok kokuyor la, ben anlamadım bu nasıl iş ya? ne biçim bi yerde oturuyorsunuz olum!

okula gidilmiştir. okuldaki büyükbaş hayvanlara bakıp:
- heh işte bunlar zaten bok kokuyor. dünden beri bok kokusundan kurtulamadım. amk bu nasıl üniversiteyse zaten, çemişgezek dağlarına çıkmışım sanki! üniversitede tezek kokusu mu olur arkadaş ya? "sıcaklardan bunalan büyükbaş hayvanlar eğitim fakültesine indi....." diye haberlere çıkarız yakında.

(kütüphaneye gidilmiştir. ders çalışmaya dalmışımdır. ben oturuyorum. sınıf arkadaşım hüseyin ayaktadır.) tepeme dikilmiş sorular soruyorken bir anda gözlerini kısarak kafama zoom yaptığını fark ettim.
ve bana verdiği tepki:

- olum kafanda kurumuş kuş boku var laan.

- ne? bok mu? hassiktiiiiiiiirr!!!??

ben o sırada bir flashback yaşıyorum ve kafamda dün duyduğum şıp sesini, bir türlü geçmek bilmeyen kesif bok kokusunu, fatih'e söylediğim bütün o cümleleri hatırlayarak resmen sır kapısı kıvamında bir finalle tövbe edip af diliyorum. derin bir nefes aldıktan sonra koşar adımlarla tuvalete seğirtiyorum. kafamdaki kuru boku üniversitenin tuvaletinde soğuk suyla elimden geldiğince yıkayarak (ağzıma tadı geldi orospu çocuğunun) sınava giriyorum.

o gün eve gidince ne mi yaptım? alelacele soyunup banyonun kapısını tekmeleyerek açtım. lavabonun başında bir süre aynadan tipime bakıp "pü senin ben tipini sikiyim" dedikten sonra boklu kafamı sıcak suyun altında mentollü şampuanla defalarca çitiledim.

sınav mı ne oldu? kaldım amk eheheh.

durun durun gitmeyin, şiir yazdım.

sizin hiç kafanıza kuş sıçtı mı?
benim bir kere sıçtı.
kör oldum.

tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
şöylelemesine maviydi kör oldum

siz hiç bokluyken uyudunuz mu?

eheheheh.
Üniversitede bilmediğim sorulara dersle ilgili bildiğim başka şeyleri yazardım, boşuna mı gitsin o kadar bilgi? bak aklıma geldi hüzünlendim..

Bana zannediyorum 4 dakika falan borçlusun, tam bilemiyorum keşke okumaya başlarken saate baksaydım. Neyse “iştiyak” diye bi kelime öğrendim ona sayıyorum.
eheheh aman saçma bir hikaye işte, hem kimseye bir şey vaad etmedim, ne diye borçlu oluyormuşum. *