bugün

Murathan Mungan'ın, son hikaye kitabı Kadından Kentler öncesinde kadınlara dair yaptığı ruh çözümlemesi.

Murathan Mungan'ın 16 kentte geçen, 16 hikâyeden oluşan yeni kitabı Kadından Kentler raflarda yerini aldı. Mungan'la kitabının kapağının altına saklanmış, okunmayı bekleyen Türkiye'yi ve kadınları konuştuk..
Murathan Mungan'ın 'bereketli' üretiminin baharı, Metis Kitap tarafından basılan roman lezzetindeki hikâye demeti Kadından Kentler ile yeni meyvesini verdi. Mungan'ın muhtemelen bundan sonra çıkacak olan yeni kitabı Şairin Romanı ise başka bir gezegende geçiyor olacak. Kendisi, orada teknolojinin bulunmadığı, tüm kahramanlarının şair olduğu bir uygarlığı anlatacak. Oyun yazarı Murathan Mungan'ın Mezopotamya Üçlemesi'nin son halkası, Geyikler Lanetler projesi, 22 Mayıs'ta Riccardo Sottili rejisi ile 16. Uluslararası istanbul Tiyatro Festivali'nde perde açacak. Edip Mungan'ın Çador romanı ise, bir ay sonra Fransa'daki raflara yerleşecek. Kadından Kentler, okurlarını Türkiye'nin 16 kentinden kâh geçip, kâh konaklatarak, onlarca kadının yazgısıyla buluşturan yoğun, akıcı bir duygu trafiğine sokuyor. Mungan'la, 'insanın kalbine dokunsun' istediği kitabının kapağı altında usulca saklanmış, okunmayı bekleyen Türkiye'yi ve bu toprakların kadınlarını konuştuk.

ANADOLULAŞTIRILAN iSTANBUL

-Kadından Kentler'i okuyunca, insanın aklına 1930'lu yıllarda devletin çabası üzerine Türk ressamların çıktığı yurt gezileri ve yaptıkları resimler geliyor...
-Türkiye'de roman ve sinema bile dışarıya geç açıldı. Yani, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yaban'da Ankara'ya el atar; kameralar da yıllarca Anadolu'ya gitmemiştir. Kamerasını kapanın Anadolu'ya gittiği yıllar, 1960'lardır. Ama bütün sinemalarda ya da edebiyat veya gündelik - ulusal basında olsun, bütün Türkiye hep istanbul'a baktı. Bir gün istanbul'a gideceğinin hayalini kurdu; bir gün istanbul'u fethedeceğinin hayalini kurdu; hep istanbul'la hesaplaştı. Bu yüzden de, bu kitapta hep istanbul ile Anadolu arasında bir gerilim hattı var. Bu gerilim hattı üzerinden de bir tür tarif söz konusu; bu aynı zamanda beraberinde göçü de getiriyor. istanbul'daki yığılmayı ve istanbul'un aynı zamanda bir ekonomik merkez olmasını getiriyor. Türkiye ile istanbul arasındaki uçurum, zaman içinde Anadolu'nun istanbul'u da kendine benzetmesiyle sonuçlandı. Yani bugün, AB söz konusu olduğu zaman sadece istanbul söz konusu olsaydı, Türkiye AB'ye 50 kere girmişti. Ama AB de çok iyi biliyor ki, Türkiye sadece istanbul değil. Ama bu süreç içinde istanbul Anadolulaşıyor. Yani, istanbul Esenler Otogarı ile kitapta kurduğum ilişki, bir tür istanbul işgali. istanbul 1453'ten beri işgal edilen ve yine de teslim olmayan bir kent. Bu bakımdan da ilgimi çekiyor. Kitaptaki kadınları da, her kent, eşittir bir kadındır üzerinden ortaya koymak istemedim. Trabzon'u veya Mersin'i temsil eden bir kadın olsun istemedim. Bu kadınların Mersin veya Trabzon ile olan ilişkileri içinde, okuru aslında hep kitabın temasına çekmeye çalıştım. Bunun gibi, o kentlerin ruhunu anlatmak gibi bir iddiayla da yola çıkmadım. Tüm bunlar bir yana, ben sadece samimi, sıcak, insanın kalbine dokunan, kendi anı defterleri ve hafızalarını kışkırtan, hayal kurduran hoş bir kitap yazmak istedim.

KADINLAR HAPiSHANESi

-Farklı sınıflardaki kadınların yaşadıkları mekânlarda, Ömer Uluç'tan Fernando Botero'ya, Arne Jacobsen'den David Hockney ve Mahmut Cuda'ya uzanan geniş bir sanat ve estetik birikimi de dikkat çekiyor...
-Kadınlar, kendilerini güvenli ve huzurlu hissettikleri bir aile veya eve kapatıldıkları anda, aynı zamanda eşyalarla örülmüş bir hapishaneye de kapatılıyor. Kitaptaki kadın ve eşya ilişkisi, kimi zaman Sinop veya Adana ya da Bursa öyküsünde olduğu gibi, çok net; kimi zaman da dolayımlı. Eşya ile kadın arasında, sistemin ilişki ve rol modellerinin kurduğu bir şey var. Kadınlar hem aşk ve evlilik ideolojisi ile hem de eşya ile esir alınırlar. Kitap aslında hiçbir zaman tek tip bir kadının ve insanın var olmadığını söylüyor. Baktığınızda siz de görüyorsunuz ki, kadınların kıstırılmaları veya sıkıştırılmalarında, zalim, kötü huylu bir koca, ya da dayak atan zorba ve kötü bir erkek yok. Bu kitapta erkekler, aksine daha gölgede, daha 'nötr' ve zaman zaman da inisiyatifsizler. Burada şöyle bir seçim yaptım: Ben kitapta, kadınların bu kıstırılmış sorunlarının - yani bir deyişle "iyi kocaya düşersen kurtulursun, kötü kocaya düşersen başına bunlar gelir"in dışında - düşünülmesi gerektiğini öne çıkardım. Dolayısıyla kitap, kadın olmak üzerine değil, ama bunun üzerinde 'olmak' üzerine. Türkiye'de, başkaları da 'olamıyor'. Mesele, 'olmak'.

-Hikâyeciliğinizdeki kadın bakışınız, kadın hikâyecilerden nerede ayrılıyor?
-Yazarlık, kendini ötekinin yerine koyma sanatıdır. Elbette cinselliklerimiz ve cinsiyetlerimizin bize kazandırdıkları vardır. Ama kendi pratiğinizin bilincinde iseniz, bir farkındalık geliştirmişseniz bu anlamlıdır. Yoksa, sadece kadın ya da erkek organlarına sahip olmak, sizi kadın ve erkek yapmaz. Sizin kadın ve erkek rolleri içinde, toplumda biçilmiş rollerle nasıl hesaplaştığınız, nasıl ödeştiğiniz ve bunları nasıl aştığınız da, sorunsalın bir parçasıdır. Nüfus kağıdınızın rengiyle biyolojik cinsiyetiniz belirlenebilir; ama toplumsal cinsiyetleriniz belirlenemez. iyi bir yazarın kadını, erkeği yoktur. Bu kitabı da bana yazdıran, benim iyi bir yazar olarak farkındalıklar geliştirmiş olmamdır.

Nüfus cüzdanınızın rengi sizi kadın-erkek yapar mı?

-Son dönemde Crash, Babil gibi filmler veya klasiklerden Anna Karenina ya da Buket Uzuner'in son romanı istanbullular'da da, hep farklı yazgıların aynı an ve mekân içinde kesişmesi işlendi. Sizin bu örgüyü oluştururken çıkış noktanız ne oldu?
-Ben kitaptaki bu finali bulduğumda Crash de, Babil de çekilmemişti. Ne yapacağız? Diğerlerini söylemiyorum bile. Ama Kieslowski'nin Kırmızı'sını seyretmiştim. Ancak yazarken hatırlamadım. Şimdi, burada numara şudur: Birçok şey, bizden önce de yapılmış olabilir ama, burada sizin ne yenilik getirdiğiniz önemlidir. Bu anlamda kitapta bir değil, üç yenilik birden var ve ben bunu burada söyleyemem. Kitabı okusunlar. Sanatın, Antik Yunan'dan beri, yaratıcısına tanıdığı, kendini yazgının sahibi yerine koyma oyunu hissini alabiliyor musunuz? Eh, burada SABAH okurları için şunu söyleyebilirim: Zamanla oynamak, böyle bir şey.

-Kadın ve iktidar tecrübesine yaklaşımınız, kitabınızdaki bir öykünüzde 'Kontrol kayışı olan ve olmayan kadınlar' üzerinden ortaya konuluyor...
-O öyküde, toplumsal rollerin dağılımı ve cinsiyet rollerinin bölüşümünde, kadınların bunca yıl iktidar rollerinden uzak tutulmuşlukları söz konusu. Kadınlar iktidar sahibi kılındıkları zaman, çoğu kez bu açığı kapatmak konusunda canhıraş olabiliyorlar. Türkiye gibi ataerkil bir ülkede, tarihe geçmiş ilk kadın Başbakan Tansu Çiller'in 'kuşkulu kadın'lığı bile, bu iktidarla olan ilişkimiz konusunda çok ilginç bir örnek. Ya da, TBMM'ne 'kadın kontenjanı'ndan gönderdiğimiz birçok milletvekilinin 'kadın'lığı da bu anlamda çok kuşkulu ve şüpheli. Tekrar edecek olursam, şunu görüyoruz: Nüfus cüzdanınızın rengi, sizi kadın veya erkek yapmaya yetmiyor. Cinsiyetinizin, rol modellerinizin üzerine geliştirdiğiniz bilgi ve farkındalık hali, o rolle kurguladığınız ödeşme ve yüzleşme payı, çok önemli. Bu anlamda kadınlar yönetici, iktidar olduklarında tuhaf bir açmaz yaşıyorlar ve tırnak içinde diyebilirim ki, o dünyada var olmak için seçtikleri döpiyes ile, başka türlü bir eril iktidar kurarak var oluyorlar. Oradaki ilişki kodları ve söylemler hep eril dünyaya ait. O insanların biyolojik cinsiyetlerinin bir önemi olmayacak kadar başka bir bağlam kurulmuş oluyor.

-Peki türban da bir tür 'kontrol kayışı' mı kadınlar için?
-Hiç alakası bile yok. O sadece bir seçimdir.

Eşikleri atlayan kadınların öyküleri "Aslında kitap, kentlerle beraber, kendi hayatlarımızdaki eşiklerimize de ait bir ışık düşürmeye çalışıyor. Kadınlar, erkeklere göre değişim, dönüşüm ve öğrenmeye daha açıklar. Ve kadınlık rolleri, modelleri hâlâ çok sorgulanan bir şey. Cumhuriyet'in ilk yıllarında başlayan kıyafet değiştirme süreci ile, kadının kıyafet değiştirmesi ile başlayan süreçten, bugünkü türban meselesine varıncaya kadar, kadın kimliği ve bedeni bugün hâlâ bir politika nesnesi. Ama erkekler için, bu çok daha kolay atlanabilir bir eşik oldu. Ne oldu? Erkekler boyunlarına kravat bağlayıp, takım elbise giydikleri anda 80 yıllık Cumhuriyet tarihindeki meselelerini bir takım elbise ile çözmüş oldular. Ama kadın için aynı şey değil; baktığınızda, pornografide de kadın bedeni bir nesne, örtünmede de kadın bedeni bir nesne. Şimdi diyeceksiniz ki, kitap doğrudan bunları mı anlatıyor? Elbette hayır. Ama kitap, bunların farkında olup, bunları düşünen, zihni bunlardan geçen bir yazarın kitabı ve elbette bunların gölgeleri, izdüşümleri ve renkleri var." Kadından Kentler'in Mungan Turnesi güzergâhı için bilgi: http://www.murathanmungan.com / http://www.metiskitap.com

Kaynak: Habertürk

Yazının tamamı için;
http://www.haberturk.com/...cat=190&dt=2008/04/13