bugün

yatak, kapı vb. eşyalarin umulmadık zamanlarda çıkardıkları, kulağı kemiren bir sürtünme sesidir.
(bkz: gıcır)
Hasan, huzursuz uykusundan cep telefonunun alarm sesiyle uyandı. Gözlerini hemen açmıştı lakin yatakta biraz daha uzandı. Bir ara nefesinin kesildiğini zannetti lakin göğsüne çöken sorumluluk ve onun getirdiği huzursuzluktu. Birazdan babasının altını değiştirecek, sabunlu süngerle bedenini temizleyip, ona yemek yedirecekti. Sonra yeni kadın gelecekti ve Hasan, orada bulunduğu her saniyeden nefret ettiği işyerine gidecekti. Her şey nasıl da planlı programlıydı. -Şu yataktan keşke hiç çıkmasam! Ama yataktan kalkmak zorundaydı. “Ah o kaza!” diye düşündü, tam iki sene önce babası ve annesinin geçirdiği trafik kazasını düşündü. Zaten annesini kaybettiği, babasını felç bırakan o kazayı iki senedir her gün düşünüyordu. Bazen içli içli ağlamak istiyor, bazen hayatının mahvolmasına sinirleniyordu. Son iki senesi, hemen her gün aynı ritüelleri tekrarlayarak geçmişti, her gün saat altıda uyanmış, her gün babasının altını değiştirmiş, her gün yüzündeki tiksintiyi saklamış, her gün babasını sabunlu süngerle temizlemiş, her gün babasına kahvaltısını ettirmiş ve her gün o banka veznesine ayaklarını sürüye sürüye gitmişti. Babası ne kadar ısrar etse de onu bakımevlerinden herhangi birine bırakmamıştı. Huzurevlerine güvenemiyor muydu? Hayır. O sadece hayırlı ve iyi bir insan olmak istiyordu, babasına bakmayı kendisine görev biçmişti. Bu görev bilinci onu iyiden iyiye yıpratmaya başlamıştı, ruhu aklıyla vicdanı arasına sıkışıp kalmıştı. Neden çekiniyordu? Mesele neydi? Cehennemde yanmaktan mı korkuyordu? - Hayır tanrıya inanmıyorum. El alem ne der diye mi düşünüyordu? - Hayır zaten diğer insanlarla düzgün bir ilişkim hiçbir zaman olmadı. Her sabah ama her sabah aynı vicdan muhasebeleriyle kendini sınamaktan bıkmıştı lakin aklına gelen bu düşüncelere bir türlü engel olamıyordu. Cep telefonunun saatine bir daha baktı saat altıyı on geçiyordu. Sıkıntıyla doğrulup, oturma pozisyonunu aldı, avuç içlerini gözlerine gömüp gözlerini ovaladı. Komodinin üzerinde duran sigara paketinden bir sigara çıkardı, mesanesinde bir zorlanma hissetti, işemeyi erteleyip sigarasını yaktı. Komodinin üzerinden küllüğü aldı, dumanı ciğerlerine yolladı. Brikaç dakika içerisinde günün ilk sigarasını içmiştive odayı duman kaplamıştı, babasının yanında sigara içmemeye özen gösteriyordu.- Saygımızdan. Böyle söylese babası “Saygı sigarayla olmaz!” derdi eskiden lakin şimdilerde neredeyse hiç konuşmuyordu. Biraz da o hep otoritesinden çekindiği babasının muhtaç halini görmekten şeytani bir zevk alıyordu ama onun konuşmasını da istiyordu. Aklının içi çelişkili düşüncelerle dolu, yine her sabah olduğu gibi, sigara malzemelerini kenara kaldırıp yataktan gözlerini ovalaya ovalaya çıktı. Banyoya girdi, biraz elini çabuk tutması gerekti, işedi, ellerini yıkadı, yüzüne traş jelini sürüp üç açılı traş bıçağıyla sakallarını kesti, yüzünü temizleyip losyonunu sürdü ve banyodan çıktı. Her zamanki gibi mutfağa yönelip babasının rahat yiyebilmesi için hazırladığı lapayı hazırladı. Kendisi için de su ısıtıcısına su koyup ısıttı ve sallama çay hazırladı. Biraz zaman sonra mutfaktan babasının yemeğini ve çayını alıp çıktı. Salonun kapısı yine açıktı, kapının dili yalama olmuştu ve bir türlü yuvasına yerleşmiyordu, bu yüzden kapatsalar bile hiçbir zaman tam kapalı kalmıyordu, gıcırtıyla açılıyordu. işin kötüsü nereden geldiğini bilmediği bir soğuk içeri doluyordu kapı her açıldığında. Gıcırtısı çok rahatsız edici olduğundan kapıyı pek kapatmamaya özen gösteriyordu lakin alışkanlıktan, oda biraz soğumaya başladığında ve uyuyacağı zamanlarda kapının kapısını kapatıyordu ve kapı da her zaman olduğu gibi gıcırtıyla açılıyordu. Hasan, açık olan kapıdan girdi, babası Ali çoktan uyanmıştı. Zaten Ali, kazadan beridir neredeyse uykunun nasıl bir şey olduğunu unutmuştu. Sürekli bölünen kısa süreli uykularla geceyi geçiriyordu. ilk uyanması ise genelde kapının gıcırtısına oluyordu, bir türlü cesaret edip de Hasan'a “Şu kapıyı yaptır.” diyememişti. Hem zaten Hasan neden ısrarla onu yanında tutuyordu ki? Ne iyi ne kötü bir baba oğul yaşamı sürmüşlerdi. Hatta otoriter bir adam olmasından dolayı kötü bile denebilirdi, Hasan tek çocuğuydu, hayatla kalan tek bağlantısıydı ama Ali, artık ona gerçekten yük olmaya başladığını düşünüyordu. Hasan, elindekileri masanın üzerine bıraktıktan sonra açık kapıdan çıkıp içeriden temiz bezi ve sabunlu suyla iki adet süngeri getirdi. Babasının bacaklarını iki yana açıp kirli bezini çıkardı, yüzündeki tiksintiyi saklamak için kafasını çevirdi-yine de Ali o tiksintiyi anlamıştı- götürüp kirli bezi çöpe attı. Tekrar içeriye gelip babasını tamamen soydu ve süngerlerden birini sabunlu suya batırıp tüm vücudunu özellikle de kıçını özenle silip temizledi, kuru süngerle de üzerinden geçti. Sonra temiz bezini bağlayıp, temiz kıyafetlerini giydirdi. Bu işlemi de bitirdikten sonra, babasının yatağını dik konuma getirip kolundan serumunu çıkardı ve yanındaki sandalyeye oturup hazırladığı yulaf lapasını, bir yandan da kendi çayını yudumlayarak, babasına yedirdi. Son olarak da babasını yataktan tekerlekli sandalyesine alarak her sabah tekrarladığı ritüellerini bitirdi. Eskiden babasına bakan genç kadın evlenip başka bir şehre taşındığı için bugün yeni bir kadın gelecekti. Bu sabah oturup onu beklemesi gerekiyordu.
- Televizyon açayım mı baba?
- Olur.
Bu kısa diyalog dışında aralarında hiç konuşma geçmedi ve biraz sonra sabah haberlerini anlatan spikerin sesi odayı doldurdu. Neden sonra kapı zili çaldı. Hasan, kalkıp kapıyı açtı. Yeni kadın gelmişti. Kadını içeriye davet etti. Kadın hafif topluca, güleç yüzlü, geniş kalçalı, vücudu da yüzü de güzel sayılabilecek biriydi.
- Hoşgeldiniz. isminiz neydi?
- Hacer.
- Hacer Hanım, ne yapacağınızı Gülsüm anlatmıştır size.
- Anlattı anlattı. Ben zaten daha önce de böyle felçli birine gidiyodum.
- iyi o zaman. Ben gene de söyliym, hava soğuk bugün dışarı çıkartmayın, çok canı sıkılırsa balkona çıkarırsınız, içeride sigara içmeyin, mutfakta veya balkonda içersiniz. işte, öyle yani, yatağını toplarsınız, çamaşırları makineye atarsınız bi de etrafı toparlayın, öğlen de çorba yaparsanız iyi olur, ekmeğin içini doğrayın, acı olmasın. Öyle işte, bu kadar. Akşam ben altı gibi gelirim, gündeliğinizi de akşam veririm.
- Tamam bey anladım. Senin adın neydi?
- He ya söylemeyi unuttuk iyi mi? Benim adım Hasan, babamın adı da Ali.
- Tamam Hasan Bey sizin aklınız kalmasın ben hallederim.
Kadının güleç yüzlü olması içini rahatlatmıştı, babasına güle güle deyip evrak çantasıyla beraber dışarı çıktı. Yağmur atıştırıyordu.
********************************************************************************
Hacer, içeride Ali olmasına rağmen, uzun eteğini çıkardı, altında soluk yeşil renkli bir pijama altı vardı. Ali, en çok bu duruma bozuluyordu, insanların bu rahatlığına, nasıl olsa hiçbir şey yapamaz düşüncesine. Haklılardı. Ali, insanların haklı olmasına bozuluyordu, sağlam olsa kadına tecavüz edeceğinden değil ama bu hareketi kendisine saygısızlık olarak addediyordu. Altını değiştirirken insanlardaki tiksinti ifadesinden çok, yanında her şeyi yapabilme lüksüne sahip olduklarını düşünmeleri canını sıkıyordu. Kadın eğilerek yatağı düzeltmeye başladığında, erkekliğini hatırladı, kanın kasıklarına doğru yol aldığını hissetti. - Boşa kan pompalıyor kalp! Utandı, daha az önce sağlam olsa bir şey yapmayacağını düşünüyordu şimdi ise kirli düşünceler beynini işgal ediyordu. Her şeyi unutmuştu, bir zamanlar sahip olduğu bütün melekelerini unutmuştu. Cinsellik de bunların başında geliyordu. insanlar ona baktığı an mutlaka aklından geçiriyordur bunu, peki o iş ne olacak diye? Çünkü kendisi sapasağlamken bu durumda bir insan görse istemsizce bunu düşünüyordu. - Ne kadar adice bir tutum! Kadın kirli çarşafı çıkarıp, yatağa temiz çarşafları serdi. Bir içeri gidiyordu, bir salona geliyordu. Ali, ümitsizce ve utanarak kadına bakıyordu. istemsiz bir şekilde aklına cinsellik içeren hayaller geliyordu. Bir umut işaret parmağını hareket ettirmeye çalıştı, yapamadı. - Ne bekliyordum ki? Hacer, Ali'yi salondan antreye alıp salonu sildi süpürdü. Sonra Ali'yi de alıp salona getirdi, televizyonu açtı. Televizyonda kayıp yakınlarını arayanların katıldığı bir program vardı. Hacer, mutfağa gidip çay koydu. Çay hazır olunca getirdi.
- Çay içer misin Ali amca?
Bağırarak sormuştu. Ali, “Sanki sağırım!” diye içinden hayıflandı.
- Olur kızım ama soğut öyle ver.
- içine ekmek de doğruym mu?
- Yok kızım gerek yok.
Hacer'in bu saf tavırlarına sinir olmuştu, bundan önceki kadın böyle değildi yada ilk başlarda böyleydi, hatırlamıyordu. iki senedir her günü tıpkısının aynısı olduğundan artık ayrıntıları bile düşünmüyordu. Başkası Ali'nin yerinde olsa ölmeyi dilerdi lakin Ali, böyle de olsa yaşamayı seviyordu. insanların tavırlarını, hali karşısındaki tutumlarını, gıcırdayan kapıyı, Hasan'ın sorumluluğu karşısında ezildiğini izlemeyi ve daha birçok şeyi sevmiyordu hatta nefret ediyordu ama yine de nefes almayı, dünyada bulunmayı seviyordu, haftada bir bilemedin iki defa dışarı çıkartılmayı seviyordu. - Ne tuhaf! insan şu halde bile yaşamaktan vazgeçemiyor. Hacer, yarısına kadar çay koyduğu su bardağının üzerine biraz da soğuk su ekleyerek çayı soğuttu. Kendi çayını içmeden, Ali'ye çayı içirmeye başladı. Ali'nin gözleri istemsizce Hacer'in büyük memelerine kaydı. Çay bitince Hacer doğruldu, doğrulurken memesi Ali'nin yüzüne değmişti.Ali'nin yüzü kıpkırmızı oldu fark ettirmemeye çalıştı. Hacer arkadaki üçlü koltuğa uzanıp televizyondaki kadın programını izlemeye daldı, Ali ise aklına gelen cinsel içerikli gündüz düşlerinden uzaklaşmaya çabalıyordu. Program bittikten sonra Hacer, kalkıp çorba hazırladı. içine ekmek içi doğradığı çorbayı Ali'ye, çenesinden aşağı doğru damlayan çorbayı kaşıkla çenesinden sıyıra sıyıra içirirken biraz önce çay içirirken yaşananlar tekrar yaşandı sonra da oturup kendisi de yemeğini yedi. Yemek faslı bittikten sonra Hacer, kirlileri çamaşır makinesine attı, diğer iki odayı ve antreyi sildi süpürdü, camları silmekten vazgeçti. Ali ise Hacer tüm bunlarla uğraşırken, aklına gelen bütün düşüncelerden, cinsellikten, yük olma durumundan, hastalığından, ölüm düşüncesinden kendini sıyırarak televizyona konsantre olmaya çalıştı, beceremedi.
Hasan, işte gün boyu, binbir çeşit insan yüzü görmüş, Aysun'a uzaktan bakmış, ümitsiz, yorgun ve bitkin halde evinin bulunduğu sokağa girdi. Yüzü asıktı, aslında güzel bir haber almıştı ama içinde bulunduğu durumdan dolayı ne yapacağını bilememişti. işyerinden Melahat, Aysun'un da ona karşı boş olmadığını çıtlatmıştı Hasan'a lakin Hasan bu duruma önce sevinse de sonra babasının durumunu hatırlayıp böyle bir sorumluluğu Aysun'dan bekleyemeyeceğini anladı. Gün içerisinde sürekli babasını artık bir bakımevine bırakması gerektiğini düşünüp durdu. Bu düşünceler ona tarif edemeyeceği bir suçluluk duygusu kazandırmıştı. Aysun'a iyi akşamlar dilerken, gülümsemesi içini ısıtırken, bu suçluluk duygusu boğazından aşağı bir kova soğuk su gibi boşalmıştı. Yere bakarak, kafasında düşünceleri ölçüp tartarak ağır adımlarla yürüyordu, akşama Fenerbahçe'nin maçı olduğunu hatırladı, bira almak üzere aynı zamanda iddaa bayii de olan tekel bayiine yöneldi. içeriye girdiğinde dört beş kişi akşamki maçın sonucunun ne olabileceğini hararetli bir şekilde bağıra çağıra tartışıyorlardı.
- iyi akşamlar hafız. Nasılsın?
- Eyvallah abim sen nasılsın?
- Eyvallah. Üç tane kırmızı Tuborg versene. Yanına da işte biraz karışık çerez yap. Ne diyosun ne olur akşam maç? Yapim mi ben de bi kupon?
- Abi vallahi kesin yap, Uefa'nın son maçları bunlar oranlar da güzel.
- Fener ne yapar?
- Abi Fener kesin alır benden söylemesi. Banko Fener.
- iyi de Fener çıkmayı garantiledi. Bi sakatlık çıkmasın bu akşam.
- Ya abicim sen bana güven yap bi kupon.
Hasan, tekel bayiinin sözünü dinleyip beş maçlık bir kupon yaptı hemen hepsi aynı saatte oynanacaktı maçların. Çok fazla para vermiyordu, zengin olmazdı lakin arada bir böyle küçük umutlara tutunmak istiyordu. Hala kafasında şu bakımevi işini babasına açmak vardı, kesin kararını bir türlü veremiyordu. Anahtarla kapıyı açıp eve girdi. Salonun kapısı yine açıktı. Hacer üçlü koltukta, babası tekerlekli sandalyede televizyon izliyorlardı. Hasan içeri girince Hacer toparlandı, içeri girip üstünü değiştirdi. Hasan, yevmiyesini verip Hacer'i gönderdi.
- Akşam yemeğini yedin mi baba?
- Yedim yedim, sağolsun Hacer Hanım iyi baktı bugün bana.
- iyi o zaman baba, ben bir sigara içip geliyorum.
Hasan, mutfağa girdi bira kutularını buzdolabına koyup, bir sigara yaktı. Kafasında bakımevi meselesi dolanıp duruyordu. - Saçmalama Hasan, bu kadar hain olamazsın. - Ne hainliği be! iki senedir elimden geleni yapıyorum zaten. Yaşadığımdan tat alamıyorum artık ne yapayım? Bir sigara içimliği süre boyunca bunu düşündü. Sigarası bittikten sonra kendisine çorba koyup salona geçti. Yemeğini bitirdikten sonra tekrar sigara içmek üzere mutfağa geçti. Sonra tekrar televizyon başına... Maç saati gelince dolaptan soğuk birasını ve bir tane su bardağını alıp içeriye geçti. Babasını yatağına aldı, salonun kapısını kapattı ve maçı izlemeye koyuldu. Maç başlayalı on dakika olmuştu ki kapı gıcırdayarak açıldı, Ali, dişlerini sıktı. Henüz 28. dakikada Fenerbahçe 2 – 0 geriye düşünce Hasan sinirlendi ve televizyonu kapattı. Bir süre gergin bir sessizlik çöktü salona. Sessizliği Ali bozmak zorunda kaldı.
- Oğlum tamam sinirlenme altı üstü bi maç.
- Yok baba sinirlenmedim.
- Oğlum, kızmazsan... altımı değiştirmen lazım, utandım Hacer Hanım'dan isteyemedim.
- Eh baba aşk olsun! Şimdi mi söylenir bu! Kesin gene pişik olacaksın.
Hasan, hışımla ayağa kalktı, kapıyı arkasından sertçe kapatıp mutfağa girdi, bu sırada ağzından belli belirsiz “Keşke ölsen de kurtulsak.” gibi bir cümle çıktı. ikinci birasını açıp tenekeyi kafasına dikti, az kalsın boğulacaktı. Aldığı büyük yudumu biraz zorlanarak yuttuktan sonra bir sigara yaktı. - Artık tamam, kesin söylüyorum. Babasını göndermeyi artık kafasına koymuştu. - Kim yargılayabilir ki beni? Hem herkes böyle yapmıyor mu? Sigarası bitti, birası ise yarılanmıştı. Elinde temiz bezle ve birayla salonun kapısında belirdi, kapı yine açıktı, kafasında bu konuşmayı nasıl yapacağını kurguluyordu. Babasının pijama altını ve iç çamaşırını çıkarıp, kirli bezini açtığında yine suratında belli belirsiz bir tiksinme ifadesi belirdi, yine suratındaki ifadeyi saklamak için başını öbür tarafa döndü, yine kirli bezi atmak için suratını ekşite ekşite balkonun yolunu tuttu, çöpü atıp içeriye döndüğünde babasının utançtan kıpkırmızı olduğunu gördü. Salonun kapısını kapatıp, babasının yanına döndü. Temiz bezini bağladıktan sonra, babasına dönüp baktı, içinde bir şefkat dalgasının yayıldığını hissetti.
- Kusura bakma baba fevri çıktığım için, maça sinirlendim.
- Yok oğlum önemli değil.
Bir süre sessizlikten sonra kapı gıcırdayarak açıldı.
- Hasan, kızma ama bi şey daha söyliycem.
- Buyur baba ne kızması?
- Şu kapıyı artık yapsan be oğlum.
- Tamam baba merak etme sen bu haftasonu yaptırırım.
Hasan, kalkıp kapıyı kapattı, geri dönüp televizyonun karşısına oturduğunda babasını bakımevine göndermekten de Aysun'dan da vazgeçmişti.

tanım gereği söykü dergisinin kapı temalı sayısı için yazdığım ve beğenilmesini umduğum öyküdür.
üstteki entryden sonra bu kadar uzun bir yazıya daha uzun bir yazı ile cevap verilmesi uygun olan, kapı, yer döşemesi(ahşap tercihli), yatak(özellikler baza değilse) ve bilumum diğer eşyaların çıkardığı insanı şiddetine göre huzursuz eden ancak cümlenin bu kadar uzatılabildiği sestir.