bugün

hiç eskiden şöyleymiş, şimdi böyle muhabbetine girmeyeceğim. ancak 'gelen gideni aratır' klişesini hep desteklemişimdir. zaman kavramının kendisi de bunu en iyi şekilde kanıtlayanlardan.

bir günüme baktığımda karşıma çıkan şeyleri düşündüm biran için. poşet çay veya kahve ile güne başlamak. merak ediyorum sabah 1 saat önceden kalkıp kim artık kendine çay demliyor. peki ya sabah atıştırılan simitler. sadece ağzım sabahları kokmasın diye yiyorum. uzun zaman oldu şöyle domatesli peynirli biberli yumurtalı kahvaltı yapmayalı. böyle bir kahvaltı hazırlamak yalnızca zaman istiyor. maddi açıdan müthiş farklar yok.

hazırlanıp çıkıyorum evden. otobüs durağına varmak için yaklaşık 8-9 dakika yürürüm her gün.
o dakikalar içerisinde konuştuğum kelimeler;'günaydın. (simidi gösterip parasını bırakıp-paranın üstünü alıp) kolay gelsin.' bu kadar. geri kalan yolu tıkınarak yürüyorum. durağa kadar hiç bir tanıdık yüzle karşılaşmıyor, konuşmuyorum.

bizim fakülteye kantinden girmek daha kestirmedir. saat kaç olursa olsun yüksek sesle müzik kanalları açık olur. okula girdiğin ilk anda duyarsın o pop şarkılarını. sabah insanları uyandırmak için mi dersin, yoksa ellerinde yalnızca o mu var bilinmez, hep aynı tür şarkılar. kulak tırmalayan, insanın içine işlemeyen şarkılar. hep aşkla alakalı, hep sevgilisini geri isteyen adamlar. yada aldatılmış kadınlar. onlar tutuyor demek ki. bir tane mi başka şeyler anlatan şarkı olmaz. nedir bu milletin aşk ile alıp veremediği. başka hiç mi bir kavram yok bu canına yandığımın memleketinde de sadece aşkı anlatıyorsunuz?

televizyonun o dizilerine, reklamlarına hiç bulaşmayacağım. onları zaten bilen bilir. ama burada açılması gereken parantez kaç kişinin haşır neşir olduğu teknolojik aletin yalnızca televizyon olduğu. kanallarda ne varsa mecburen o izleniyor. e suçu ne o milyonlarca insanın? ilkokul-ortaokul mezunu bir ev hanımından bir set kitap alıp okumasını beklemek ne kadar doğru bilmiyorum. varsa da kusura bakmasın. hoş onların gazeteleri dahi yalnızca yemek sinisinin üzerine serdikleri düşünülürse. neyse.

akşam eve geliyorum. yemek yaparım. üşenmem. ama yemek yaptığım malzemeler ne kadar kaliteli, o da ayrı bir tartışma konusu, ki hep tartışılıyor. organik-inorganik. anlarsın ya.

ve maalesef en geneli, tüm gün içerisinde o televizyondan başka hiçbir şey görmeyen onlarca kalitesiz insanla karşılaşıyorum, karşılaşıyorsun.

'buna bir çare bulalım hadi' falan diyecek değilim. her şey apaçık ortada. sadece her gün olan bu iğrençliklerin günlük yaşantımız haline geldiğini farkettim.

adam yürüdüğümüz kaldırıma yediği çikolatanın ambalajını atıyor ya.
uzunca yazılar yazıyoruz; hayata dair ve tespitler yapıyoruz mütemadiyen. öylesine ard-arda ve yaşamın olumsuzluklarına yönelik tespitler ki bunlar, pesimist insanların portreleri çıkıyor karşınıza sürekli. işin en kötü yanı ise genç insanlar bunlar.

- güzellikleri de var günlük yaşamın, değil mi ama!

dünyaya aynı pencerenin hep aynı köşesinden bakılırsa, pencerenin önünü kapatan o çirkin gri duvar görülür. oysa, o duvarın hemen ardında; çocukların neşeyle oynadıkları yemyeşil bir park da olabilir ve biz o parkı küçük odanın penceresinden değil de salon penceresinden görebiliriz.

- elbet! daha da iyi, yaşanılır hale gelsin yaşam fakat onu güzelleştirecek olanlar da bizler değil miyiz? kendimizi bu zorlu uğraşa motive edebilmek için o yaşamın güzelliklerini de görmeliyiz.