bugün

"belliydi
okşadığın zamanlarımın
bedeli olacağın,
yok olacağın,
bir gün âniden
olmayacağın...
olsun,
boğazdaki gemilerdeyim
camları kırık bir evdeyim
dilinle damağıma çizdiğin
dairelerdeyim
anlamı yok,
yok diye direnmenin..."

(bkz: mehmet ersoy)
Çokluk Senindir

özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

suya giden bir adam meselâ omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin suyunun bıraktığı güçler artık senindir

çünkü bir silâh gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir

turgut uyar
Boşversene Biz Aşık Olmayalım Birbirimize.

Boş versene biz aşık olmayalım birbirimize..
Konserlere gidelim, maça gidip küfür edelim, uçurtma uçuralım, kumsalda uzanıp deli gibi içelim..
Gecede yıldızlara bakabiliriz..
Bisikletle gezerken yagmur yagsın, sırıl sıklam olalım..
Bisikletin zinciri atsın, sen yine ellerini kirlet yaparken ben sileyim..
Bana kek yap..
Balık tutalım, sonra tekrar denize atalım.
Boş ver aşık olmayalım biz bebeğim.
Aşk korkutucu, aşk yorucu, aşk zarar verir..
Beraber eğlenelim en iyisi, ama hep ve tek benimle uyu..

Ah Muhsin Ünlü
kelimelerin kifayet aradığı saatlerde yanımda olmayışının tek başına bi anlamı olmalıydı, yoksa nasıl geçerdi bu saatler kifayetsiz ve sensiz.
terk edilmenin de bir adabı vardır. önce ağır ağır sözler söyleyeceksin, sonra bir kaç iyiymiş gibi laflar daha sonra hiç iyi olmayacakmış gibi laflar ve ağlayıp bir tokat atıp terk edeceksin. olmuyor böyle her gün acabalarla yaşamak, ya öldür yada hiç vurma.
görsel
elf elf elif, ne kadarda şiiir.
bahçemin halinden...
dikenli kurumuş güllerimden...
ulan şu tükenmiş halimden anla baharımı...
adım sonbahar.

görsel
Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.
Şehre neden
esmer ve dölek yüzümle döndüm dağlardan
kar vakti tarlaları kımıldatan soluğum
niyedir sarmalasın vites dişlilerini
defneler, nakışlar yok
alnımda neden.
Ağlamadan
etimin iğneli beşiklerde bıraktığı izlere aldırmadan
o mavi korularda ve dibektaşlarında
bırakıp sözlerimin kalıntılarını
açıkça konuşmak istiyorum.
Besbelli ki leşler koruyor şehrin bedenlerini
göğsünün kafesinde yalnızca pasak
biliyorsun
korkutulmuş bir kızın
yüreğinden fışkıran beyaz güvercinleri
sabahın köründe kalkan tirenlerdeki nefret
hergün aynı kalafat yerine çekilmenin nefreti
bunları
bütün bunları biliyorsun
dağlardan dönüyorsun o sağır yamaçlardan
çevik bacaklarını getiriyorsun, ne çiçek ne de ninni
boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
şehre varınca artık meşinler giymelisin
daha esmer
daha kankusturucu
sen o baygın sevgilerin adamı değilsin.
düşüyorum
karıncanın peşine minik depremler oluyor
yabanıl ot kokuları, sonra düşler, düşüyorum
puslu bir görüntü tarih dediğimiz ve kirli
sular buharlaşıyor buluşalım dediğin denizde

burdayım sözümde, yanlışsa da bu istasyon
bir ben yitirmedim galiba belleğimi bir de
şiir yazanlar, ne kadardılar ve nerdeydiler
hatıralar üretiyorum telgraf tellerinden
akşamüstleri fesleğenleri suluyorum
bekle demiyorum kimseye, unutma demiyorum

acı soysuzlaşınca tiranlaşıyor belleksizlik
inat ve öfke, kaybediş ve kayboluş oluyoruz
komikti dıştan bakınca dünya ama hırçın
ayışığı, telgraf direkleri ve fesleğenler
burdayız işte durgun bir sessizlikteyiz şimdi

unutulan bir şey kaldı mı diye soruyor tiran
kampana çalarken çöldeyiz o geniş çevrende
mısır'ı soyun diyordu musa belleksizdir firavun
babil ve burası iki istasyon iki uzak nokta
belki bir imgede düzlem olabilen iki grilik

düşler ve tarih inilecek son istasyon
burdayım işte güzel bir yanlıştayım şimdi
beklemesini bilmiyor acelesi olan ve nedense
çekip gidiyorlar, kalanlar o kadar azız ki
o kadar azız ki mutluluk bile bizden çok.

Ahmet Telli
istanbul’a kar yağıyordu

haliç, yüklendiği galata’ya gebeyken
sıtmalı bir martının kanadında eyüp hazretleri
kar bana yağıyordu
istanbul’a nur yağıyordu
toprağından kopanlara doluydu, ben fırtınadayken
balıkçılar kral üşümesinde, karaköy’de nur
nur bana yağıyordu…
istanbul’a güvercinler yağıyordu
bir ince saz eşliğinde döküldük de ne oldu sokaklara
gel de inleme göğsün çatlayıncaya kadar
güvercinler bana yağıyordu

Barış Erdoğan
Ağlamak
Unutmak kadar kolaydır inan
Sevin ağlaya biliyorsan
Sevin ağlıyorsan
Gül ağlaya biliyorum diye
Gül ağlıyorum diye..

Sana bir şey yapamam
Ağlayamıyorsun..
https://www.youtube.com/watch?v=hRNGO3omHoQ

ben yalnız bir adamım
tırnaklarım uzamaz
beni kimseler sevmez.
Zarif bir hüzündür bembeyaz dolaşan kuğuya bakarsak
Mücevher titreşimleriyle mütereddit bir akşam suya bakarsak
Fazlasıyla ısındı deniz kaynadı kaynayacak
Dipten bir deprem yaklaşıyor suyun üzerindeki buğuya bakarsak
Ne kadar yoksul ve çıplak görünürse görünsün ağaçlar
O kadar yakındır ilkbahar özsuyu yürümüş dallara uğultuyla bakarsak

attila ilhan-bakarsak
Keşfette aniden böyle şeyler çıkınca duygusala bağlıyorum yahu.... Turgut Uyar dan gelsin....-----> https://youtu.be/puLIUFwICMU

"""
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, sisler daha kalkmamıştır Haliç ten.
Vapur düdükleri ötmektedir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş-on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şarkılar söylemişim pencereden.
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lüle taşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapancadan bir sepet elma almışım.

Ver elini haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafifden soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu.
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıkdır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç ten.
Fabrika düdükleri ötmektedir. """
Hey you, out there in the cold
Getting lonely, getting old
Can you feel me?
cemal süreya- balzamin.

Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli.
Bazı ağaçlara kapı komşu,
Bazı çiçeklerin andırdığı.
iş bu kadarla bitse iyi;
Bir insan edinmişsindir kendine,
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili.
Uçurtmalar

En sevdiği renk mor olan kadın/ En sevdiği kelime "asi"/ En sevdiği oyun incitmek beni/ Hıncı, çocukluktan kalma bir yara izi gibi

ipleri dolaşmış uçurtmalar misali/ Ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı/ Ne gidebildik kendi yolumuza/ Rüzgarda savruk, başına buyruk/ Senle ben

Zamanı, yaralarla ölçen kadın/ Geçmişiyle kavgalı/ Gündüz isyankar/ Geceleri Tanrı’ya sığınan kız çocuğu/ Kırdığı kalpleri dizmiş ipe/ Gene en büyük zararı kendine

En sevdiği ses, çocuk sesi/ Güneşli, billur, neşeli/ Oysa, yıllar var ki kendi/ Anne olmayı istememiş/ Çekip gidebilmek için bir gün/ Geride ekmek kırıntıları bırakarak/ Kuşlar yesin diye ayak izlerini/ Kalmasın ne bir sızı ne kalp yarası

Sevişirken taşkın bir nehir/ Öpüşürken kor bir alev/ Uykusunda melek gibi masum/ Bakmaya kıyamadığım/ Kaç gece göğsünde uyuduğum/ Ama beraber uyanamadığım kadın

ipleri dolaşmış uçurtmalar misali/ Ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı/ Ne gidebildik kendi yolumuza/ Rüzgarda savruk, başına buyruk/ Senle ben

Her hasretten sonra/ Başka başka sevdaların kollarında/ Yemin etmişken bir daha konuşmamaya/ Gene bulup birbirimizi/ Sabahı olmayan gecelerde/ Aldatma pahasına sevdiklerimizi/ Ağlayarak seviştiğim kadın/ Senle ben ipleri dolaşmış uçurtmalar misali

ipleri dolaşmış uçurtmalar misali/ Ne beraber uçabildik, boş verip şu dünyayı/ Ne gidebildik kendi yolumuza/ Rüzgarda savruk, başına buyruk/ Senle ben
Elif ŞAFAK
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir

hayır sanmayın ki beni unuttular
hâlâ arasıra mektupları gelir
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkı belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir

yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kimbilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir.

Atilla ilhan
Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Arsalarda top koşturmayı bıraktım
Çünkü büyük binalar diktiler yerine
Ağaç yapraklarından dolma yapmayı
Ağaçların kendisine vakfettim.

Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Ben bir yas tuttum, teselli buldum
Kovboy şapkalarını orta yerinden vurdum
Sanırsın tabancadan anlarım
Durdum bir de kendime doğrulttum
Annem çok ağladı, sırf bu sebepten
Kendime kıymaktan kendimi alıkoydum.

Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Kiminle uyudum, kiminle uyandım
Belki aşktan çok şey umdum
Sararma vaktim gelseydi sararırdım
Kalbim vaatlerden vaat sundu
yine de seni aldıramadım.

Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Kendi rızamla uykuya dalamadım
Suyla yuttum hapları,
boğazımdan geçsin diye
Nefes almadan yutkundum.
Ellerimle ektim ne varsa şu tarlaya
Sıcakları bahane edip yine ben yaktım.

Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Suladığım çiçekler içinde
Şaşılacak şey sanki bir ben kurudum.
Kurt postu çektim üstüme
Dedim kimseler yaklaşmasın
Bir avcı vurdu beni
Şanstan nasibimi
Tam da böyle aldım.

Geçtiğimiz altı ayda çok şey oldu
Nasıl işse artık beni yerimden eden fırtına
Bir tek sana uğramadı
Buna gönül koymadım.

Sinem sal
özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

suya giden adam meselâ omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuz veren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir
Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum.

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün.

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
-Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum.

Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün.

Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum.

Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun.
Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana,
Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can.
* * *
Lal-u şarap içurem ve ıslatıp geçirem,
Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan.
* * *
Eğil eğil sokayım, iki tutam az mıdır?
Lale ile sümbülü kakülüne nevcivan.
* * *
Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam,
Bir gümüş ibrik ile destine ab-ı revan.
* * *
Salınarak giderken arkandan ben sokayım,
Ard eteğin beline, olmasın çamur aman.
* * *
Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam,
Sahtiyenden çizmeyi, olasın yola revan.
* * *
Öyle bir sokayım ki, kalmasın dışarıda hiç,
Düşmanın bağrına, hançerimi nagehan.
* * *
Eğer arzu edersen, ben ağzına vereyim,
Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman.
* * *
Herkese vermektesin, bir de bana versene,
Avuç avuç altını, olsun kulun şaduman.
* * *
Sen her zaman gelesin, ben Vehbi'ye veresin,
Esselamun aleyküm ve aleykümesselam.
Ben sana bok demem
Bok duyar ar eder
Bir zerren düşse boka
Onu da mundar eder

Tanri senin hamurunu
Necasetle yogurmus
Anan seni cikarken
Yanlislikla doğurmuş

Neyzen Tevfik.
BEKLEYEN

Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,
Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
istersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz odanda kış geceleri,
için ürperdiği demler beni an!
De ki: Odur sarsan pencereleri,
De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrünü,
Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
Bana kalacaksın yine son günü.

Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye,
Toprağında bir taş olur, beklerim...

Üstad Necip Fazıl Kısakürek.

Beklenen şiirini de bilen bilir, bu şiir onun evvelidir.