bugün

yazamıyorum yerim dar...

asıl başlık şu: mahallede futbol oynarken futbol oynanan alandan normalden fazla arabanın geçmesi...

şimdi şöyle efendim...

ben şahsen bursa adlı güzide ilimizin kenar mahallelerinden birinde çocukluğumu geçirdim. ve şu anda gençliğimi de burada harcamaktayım. biz küçükken (oh be bu cümleyi yazacak yaşa geldim y çok mutluyum), evet azizim, biz küçükken çok haşarıydık. yok lan ne haşarısı ortalam türk çocuğuyduk işte... topa vuracak güce erişene kadar yani maç yapacak yaşa gelen kadar sonu "-maç" ile biten -ebelenmaç, kovalanmaç, saklambaç vb.- oyunlar oynadık. * sonra birazcık büyüdük ve yavaştan fasulyeden de olsa oynamaya başladık. sonra efendim, sulandık, oynamayı yavşatan öğrendik ve o zamana kadar hiç farkına varmadığımız bir şeyin farkına vardık. burası türkiye idi. ve top oynamak için gereken -bizden başka- 2 unsur genelde eksikti: futbol sahası ve futbol topu. birkaç denemeden sonra bunlarsız oyunun çok da zevkli olmadığına kara verdik. futbol tpou sorunu bazen çözülüyordu fakat o zaman da bir sorun ortaya çıkıyordu: futbol topu sahibinin kaprisi. bu kapris sonucu o çocuk "topumu alırım" şeklindeki tehditleri sayesinde oyununu istediği mevkisinde oynayabiliyor. bu istenilen mevki genelde forvet oluyordu. öyle ya da böyle top sorunu aşılınca ortaya sorunların büyüğü çıkıyordu: saha sorunu.

zaten o yüzden kenar mahalleli olduğumu vurgulayarak başladım entrye. mahalleler kenardan merkeze geldikçe ve zenginleşme oranı arttıkça oradaki çocukların da çim zemin futbol sahalarına, plastik olmayıp dikişe sahip olan futbol toplarına, hatta ve hatta bize hayal gibi gelen fileli kalelere sahip olabilme oranı çok artıyordu. biz ise iki taştan bir direk yapıyor. ve "vallaha direğe çarptı", "direk üstü", "boyum yetmezdi olum" gibi diyaloglar arasında maçımız sürdürüyorduk.

ve işte o futbol oynadığımız alanların bir sokak olması iyi sayılırdı. ama iki sokak ise ve arada bir cadde var ise o zaman bitmiştik. caddenin işlerliğine göre araba geçme sayısı da değişiyordu tabii ama yine de bizim oyunumuz hep katlediliyordu.

mesela atağa kalkarken caddeyi geçmek gerektiğinden genelde cadde ilerisindeki arkadaşımıza pas atıyor, ya da önce sola, sonra sağa, sonra yine sola bakıp atağa kalkıyorduk. kötü bir durumdu.

arada bir ses duyardık:"arabaaa". o sesle durmak zorunda kalır, o kan ter halimiz içinde beklemek zorunda kalırdık. topun arabanın altına kaçıp patlama ihtimalinin yüksek olduğunu ve her maç en az 1 topun şehit olduğunu ve sonra yeni top bulmak için çekilen ızdırapları söylemiyorum bile (aaa söyledim lan).

bir diğer dikkat çeken husus ise takımlar kurulur, top aranırken oratmdan neredeyse hiç, oynayacağımız zamandakinden ise kesinlikle daha az arabanın geçmesi idi... biz de arada şöyle düşünürdük:" hep bizi bulurlar zaten, biz oynamayız araba geçmez, bz başlarız burası londra asfaltı olur." işte bu "hep bizi mi bulur" düşüncesi sonra gördük ki hep geçerli olacakmış, bütün aksilikler hayatımız bounca bizi bulacaktır.

uzun lafın kısası: sözüm belediyelere: "çocuklara top sahası yapın ulan."
küçükken oynanan bu alanlarda, arabalar geçerken küfürde etmeyi bilmezsin. möl möl arabanın ordan geçmesini beklersin. ah şimdi olsa ahhhh.
- başka yolmu yok len, topu kafanda dııııııtarım.
+ tamam gençler siz oynunuza bakın. iç ses: ucuz atlattım.
*