bugün

Giovanni Scognamillo öyleymiş ya, anılarında anlatıyor; çocukluğumda ben de ondandım, bir 'figlio della lupa', yani kurdun oğlu. Yavrukurt.

Tabii onunki otuzlu yıllarda ve istanbul'da yaşadığı halde biraz da ailesinin zoruyla, benimki ellilerin sonu, altmışların başında ve özellikle de istanbul'da yaşadığımdan.

Kısa pantalonlu üniformam, tozluklarım, fularım, çakım, boynumda düdüğüm bile vardı. Gerçi düdüğü çalmak yasaktı ama boynumda asılı duruyordu işte.

23 Nisan günleri, çıplak bacaklarımız tavuk derisi gibi diken diken, beşerle kol yürür, Beşiktaş'ta Barbaros Anıtı'na gidip tören yapardık. Boru takımımız da vardı... Trampeti başka okullardan kızlar çalarlardı, rap rapa rap, rap rapa rap, rap rapa rap rap rap rapa rap!

Barbaros Hayrettin Paşa bir Osmanlı büyüğüydü ama biz cumhuriyet çocukları onun heykelinin önünde tören yapıyorduk, zarar yok, sonuçta bir Türk büyüğü değil miydi ve ordumuzun kuruluşunun da taa 'altı yüz küsuruncu' yıldönümleri kutlanmıyor muydu?

Evet, ben bir kurt yavrusuydum. Atam Asena dedemi Ergenekon'dan çıkarmıştı ya, o hesap.

Fakat sonradan öğrendiğime göre, italyan çocukları da kurt yavrularıymış. Onların ataları olan dişi kurt da dedeleri Romus ve Romulus'u emzirmiş ya, o da o hesap.

Gerçi tarihçiler o dişinin kurt murt değil, 'Lupa' yani 'dişi kurt' lakaplı bir fahişe olduğunu ve o terkedilmiş çocukları alıp büyüttüğünü söylerler ama zarar yok. italyan halkını üzmeyelim.

Orada da 'figli della lupa' yani tam tercümesi 'kurdun oğulları' olan bir çocuk örgütü varmış, fakat işe bakın ki Mussolini devrinde.

Demek ki bu durumda italyanlarla da akraba oluyorduk. Bunda şaşılacak bir şey de olamazdı, çünkü bütün insanlık Orta Asya'dan göç yollarıyla çıkıp dünyaya yayıldığı için herkes birbiriyle akraba ve herkes aslında Türk'tü.

Dolayısıyla, eski Türk Ceza Kanunu'nu da Mussolini italyası'ndan bire bir tercüme ettirip uygulamakta bir beis görmemiştik.

Sonra büyüdüm, 19 Mayıs gösterilerine katıldım. Ne sandınız, tığ gibi çocuktum. Canım, 1967 yılından sözediyorum, şimdiki içki göbeğime bakmayınız. Sonradan inönü Stadı olacak Mithat Paşa Stadı ilk kez çimlendirilmişti (o güne kadar toprak sahaydı) ve futbolculardan önce o çime ilk basan biz olmuştuk. Bendeniz 'gazhane' tarafında, pardon, siz gazhaneyi hatırlamazsınız, 'yeni açık' tarafında, penaltı noktasının hemen yakınında bir yerde duruyordum. Kaleleri söküp kaldırmışlardı tabii.

Klasik müzik eşliğinde hareketler yaptık. Bizim elimizde uzun sopalar, kızların ellerinde çemberler, yani kocaman delikler vardı. Bunun 'simgesel' özelliği üzerinde o zamanlar hiç durmamıştık. 1967 yılında.

Sonra, büyüyünce, 1937 yılı belgesellerine baktım. Tuhaf şey, Alman gençlerinin de ellerinde sopalar ve çemberler vardı ve onlar da aynı hareketleri yapıyorlardı. Bu uygulama yalnızca komünist ve faşist ülkelerdeydi. Demokrasilerde böyle örgütler de böyle spor gösterileri de yoktu.

Almanya'da kızlar 'BDM' yani 'Bund Deutscher Maedchen', oğlanlar 'Hitlerjugend' yani 'Hitler Gençliği' örgütü üyeleriydiler. Hani geçen gün papa seçilen Benedictus XVI Hazretleri'nin, yani sonradan kardinal olmuş Ratzinger'in örgütü.

O sopalar sonradan Alman faşistlerinin bir taraflarına girdi tabii... Fakat bize hiçbir şey olmuyor.

Neden mi olmuyor? Biz faşist değiliz ki! ilhan Selçuk'un geçen gün yazdığı gibi 'milliyetçilik ve ülkücülük solculukmuş'.

engin ardıç