bugün

acı verici bir hadise. kendimden biliyorum.

ayıptır söylemesi (ayıpsa söyleme) geçen hafta annemlerle kız istemeye gittik. öğretmenmiş, biyoloji öğretmeni, 24 yaşında, eli yüzü düzgün mazbut bir alinenin kızı dediler. annem dedi daha doğrusu. ellerimde çiçekler kapında sırılsıklam değil tabi, saçlarımı yalatmış, annemin heyecanlı yakarışları eşliğinde üsküdar'da bir apartman kapısının eşiğine vardık. aşağıdan italik olarak yusuf özhakkıgil yazan zile bastığımda, "kim o?" diyen masum, tatlı bir ses işiteceğimi tahmin edemezdim.. o garip soy isimden sonra işittiğim bu billur ses ilaç gibi geldi bünyeme, yüreğime su serpti. ses önemli. salt bir sesten âşık olabilir insan. sesin büyüleme dozajı yüksek. kız sesi. kadın sesi. kulağına şarap döküyorlarmış gibi, etkileyici bir ses idi.

evin kapısını annesi açtı. içeri buyur ettiler. salona yerleştik. insana dejavu yaşatan arkası kesilmeyen ritüeller; "nasılsınız efendim, iyiyiz çok şükür efem. sizler nasılsınız, biz de iyiyiz hamd olsun." falan filan... kayıkçı muhabbeti. sonra kahve faslına geçildi. annesi "kızım gel misafirler nasıl içer kahvelerini bir sor bakalım" diye seslendi hınzır bir çocuk gibi tebessüm ederek. bir sürpriz ile karşılaşacağımı o anda sezinledim aslında. hemen damladı kız, herhalde kapı ardında konuşulanlara kulak kabartıp, yan profilden beni kesiyordu tahminimce.

dizinin ne altında ne üstünde, oturunca dizinin bütün güzelliğini ortaya çıkaran pideli, pardon hafif pileli beyaz bir etek giymişti. incecik ayak bileklerini gördüm ilk önce. nizami olarak yan yana bitiştirilmiş iki ufak ayak, çarpık değildi. gözlerimi yavaş yavaş yukarı doğru kaldırırken, kızın zayıfcanak belini, çıtı pıtı elini, pembe gömleğinin altındaki ne büyük ne küçük diri göğüslerini, ve o kumral saçlarını tek tek süzdüm.

kız güzel. yani burada abartmak istemiyorum ama kız güzel değil çok güzel, kumral dalgalı saçlı, yeşil gözlü, angeline jolie dudaklı, buğday tenli, pırlanta dişli, gökten yeryüzüne inmiş bir melek. yolda dönüp de bakmayacak adamın anlını karışlarım. köpeklere kovalatırım. gel gör ki işin açıkçası rahatsız oldum. kız bana doğru gülüyordu mütemadiyen. gülüyordu gözleri gülüyordu, iyi ki gelmişsiniz diyordu gözleri.

velhasıl kiram özeli fazla uzatmak istemiyorum, kız kahvelerimizi getirdi, buyrun deyip tepside kahveyi uzatırken, gözlerini kırpmadan yine gülerek göz bebeklerimin/etilerimin içine baktı. "ehehe" diye kıkırdadım, salakça bir gülümseme ile kahveyi alırken. bi müddet sonrasında misafir odasına geçtik. bi iki saat boyunca ne yaparsın, ne edersin, nelerden hoşlanırsın ve çoğunlukla havadan sudan konularda muhabbet ettik. kız devamlı güldü söylediklerime. konuşmalar birbirini takip ederken;
-ömer dedi ben senden hoşlandım. hiç kimselere göstermediğim, sana göstermek istediğim bir şey var. ihi diye güldü ağzı ile elini kapıtıp boynunu muhabbet kuşu gibi öne seğirtirken.
-olmaz tuğçe burda olmaz. annengil içerde.
-olur olur. odama geçelim hadi. elimden tuttu, pamuk ellerinin yumuşaklığını sıcaklığını hissettim avucumun içinde. çekti beni koltuktan kaldırdı. takip ettim, o önde ben arkada.

odasına girdik. yatağı, kitaplığı, kütüphanesi ile nezih bir odaydı. duvarında marilyn manson'ın masturbasyon yaparken kara kalem çizilmiş hoş bir resmi vardı. bunu mu gösterecektin diye dordum gülerek. yok o değil. güldü yine. odanın köşesini göstererek işte bak orda. bak dedi bunlar farelerim. denekler. guinea pigler. biyoloji ilmine adanmış minik dostlarım. ihi yine güldü.

tedirgin oldum lan. tüylerim diken diken oldu. fareler evet fareler garip bir şekilde camekanın içinde koşturuyorlardı. kulağıma bir inleme viyaklama sesi geldi. bariz bir şekilde acı bir inleme sesi idi bunlar.

gel yakından gör. tuttu elimden yine. ömer elin soğumuş. ha olur arada bir, ne bilim işte.

masanın üzerinde duran camekanın önüne geldim ve viyaklamaların, çığlıkların dozajı artmıştı. fareler deli dana gibi koşturuyorlardı cam kafesin içinde. yakından bakınca bir tuhaflık sezinledim hepsinin yüzlerinde. farelerin gözleri kıp kırımızıydı. kan çanağıydı. camın kapağını açtığında pis bir koku duyumsadım. leş kokusu. birkaç fare ölü gibi yatıyordu ki, ölmüştü galiba lan zaten.

tuğçe'ye dönerek korku dolu gözler ile yüzüne baktım. -tuğçe dedim fısıltı ile. yine gözlerini kırpmadan bana gülümsedi. korkma dedi elimi tuttu. -bir deney yapıyorum. farelerin göz kapaklarını kestim. bu deneyim ile tübitak biyoloji ödülüne aday olmak istiyorum. ağzımda kelimeler anlamısız bir şekilde mırıldanmaya başladı. tüb... tik... tak.. tüb... tik... tak.. .ayaklarımın da geri geri gittiğini fark ettim.

ne oldu beğenmedin mi dedi. suratı asıldı birden. ürkütücü bir hal aldı. elinde tuttuğu yavru fareyi göstererek, bunlar insanlık aleminin iyiliği için. ahşap çekmeceyi açtı. maket bıçağını çıkardı, küçük bir kız gibi çocuk melodisi eşliğinde sözler ile yavru farenin göz kapaklarını gözümün önünde kesmeye başladı. "göz kapakları lay lay, göz kapakları hıp hıp, seviyor ben seni ley ley.. rimi rimi ley", yavru fare deli danalar gibi avucunun içinde debeleniyordu ama ne çare. anlamsız şarkısına devam etti. -"göz kapakları lay lay, göz kapakları hıp hıp, seviyor ben seni ley ley.. rimi rimi ley..."

attım kendimi odadan dışarı. kapıyı kapattığım gibi salona daldım.
-anne kalk çabuk gidiyoruz.
kireç gibi yüzümü gördüğünde o da korkuttu. -ne oldu yavrum?
-soru sorma çabuk, dayım aradı az önce. anneannem fenalaşmış hastaneye kaldırmışlar.
-aaayyy ömer ne diyosun!
bir çığlık attı hemencecik kalkıp çantasını aldı. -nerde nereye kaldırmışlar olum. bir yandan sorular sorarken bi yandan da siyah parıltılı ayakkabısını giydi. kolundan tuttum. "hadi hadi, acil", derkene, kızın geniş adımlarla usulca hole doğru çıktığını gördüm. karşımıza geçti. bacaklarını iki yana açıp durdu. ellerini arkasına kavuşturmuş bize doğru sabit bir şekilde bakıyordu. gözlerini öfke bürümüştü şu an.
-ömer dedi.
-efendim, (korku ile.)
arkasına kavuşturduğu ellerinden, ekmek bıçağını sakince çıkartırken; gözleri "şaşı bak şaşır" resimlerindeki gibi iki farklı yana kaydı, boynunu sola doğru büktü, dudakları joker gibi gerildi sapıkça gülümsedi ve hiç de tatmin olmamış bir ses tonu ile ekledi;
-gidemezsiniz. ihihi...
görsel

büsbütün caniliktir.*
göz kapaklarının kesilmesi insanlığa nasıl bir yarar sağlar ki? gözler zarar görür. önce havadaki toz zerreciklerini yok etsin, sonra kapakları keselim.