bugün

Şu koskoca şehir karalara büründü artık. Ne arkadaşlıkların tadı var, ne de sevda masallarının. Hislerimi, gençliğimi, benliğimi benden almış olsa da, yaşlandırsa da bu koca şehir, kendi için ne düşündüğümü bilemedi hala. Oysaki ne hayallerim vardı; yaşamak ve paylaşmak istediğim.

Bu şehir iki fırsat veriyor insana, unutmak ya da unutulmak. Belki de hiç istememişti beni? Tek başına ve sahipsiz kalmak istemiş olamaz mı, kim bilir? Ama, ama o zaman neden beni büyüleyip davet etti sokaklarına? Davetsiz de gelemezdim ya!

Bende kabahatler uyduruyorum gitmek için, sanki kurtulabileceğim. Ailesini parkta kaybetmiş çocuklar gibiyim aslında, o kalabalıkta kimseyi bulamayacağından emin ama umutlu bir çocuk. Oysa ki o kadar büyüktü ki şehrin karanlığı, çocuğu da yutacak kadar!

Artık gözlerim sulanmıyor, farklı hisler var içimde. Ben, bende değilim. içime bir ateş doluyor, her bir zerremi yakıp kavuruyor sanki. Eskileri düşündükçe kayboluyorum zamanın içinde. Sonrasını düşünmek istemiyorum. Tezatlarla yankılanıyor zavallı beynim. Kalbim ise teselli vermeye çalışıyor bana, "döneceksin elbet!"

Gitmek isteyen yanım bir tarafa, fark ettim ki, gidişin hüznünü düşünürken bile dönüşün hayalini kuruyorum. Bana ev sahipliği yapan bu kimsesiz topraklara kızmıyorum aslında. Neden gitmek istediğimi düşünüyorum; arayıp bulamadığım için mi, bulup alamadıklarım için mi, yoksa bu toprakların benden sakladıkları için mi? Hepsi mi? Yoksa, yoksa bencillik mi bendeki?

Bu toprakları unutamayacağımı bilsem de, artık kalamam bu kimsesiz topraklarda. Bana gümüş tepside sunduğu karanlıklarında boğulamam. Elveda size artık ey koca, karanlık, kimsesiz topraklar!

not: her şehri terketmek hüzün verir fakat paris i terk etmek ile uşak ı terk etmek arasında fark olacaktır.