dünya'nın en çok okunan yazarlarından biri olan dan brown'ın kitaplarının tek cümlelik ve tek görsellik özetidir.

tek cümlelik özet: ters köşe.

tek görsellik özet: görsel
onlar, her zaman aramızda bizden biri gibiler.
Araştırma/ ansiklopedik yönü kuvvetli, anlatı/ edebiyat yönü felaket kötü.

o nasıl boş karakterlerdir öyle ya. Her seferinde kadın kahraman çok güzel, çok akıllı, karateci, silah uzmanı, bilim kadını, on parmağında kırk yetenek, yatakta da bir adriana lima mı olur?
ben tek cümle yazıp bırakamıyorum kimyama aykırı...

dan Brown okumaya can attığım bir yazar değil, yıllar sonra denk geldikçe görürsem bir yerde, vaktim de varsa alıp okuyorum. en son geçen ay "kayıp sembol" romanı elime geçmişti de yeni okumuştum. dün de "inferno" adlı romanını gördüm bari devam edeyim seriden diye aldım başlayacağım okumaya...

Dan Brown romanlarına para veren yüz binlerce enayi ile aynı potaya girdim belki ama elime ne geçerse okuma alışkanlığımdan vazgeçemiyorum. siz zaten bu romanı okuyup çoktan yalayıp yutmuşsunuzdur.

Söylendiğine göre, romanın bir bölümü de istanbul'da geçiyormuş.

"Dan Brown bizi adam yerine koydu" diye sevinen enayiler romanı daha da büyük bir keyifle okumuşlardır. Brown'un Boğaziçi'miz, rakımız, şiş kebabımız ve kadınlarımız hakkında neler düşündüğü belki romanda bulunmuyordur ama merak edilmiştir. vakti zamanında enayileri de "turist getirir" diye sevindirmiştir bile.

Bunu daha önce Jean-Christophe Grange adında bir Fransız esnafı daha yapmıştı, romanın bir bölümü turistik bölgemiz Kapadokya'da geçiyordu. Filmi de var.

Oysa bu aşağılık kompleksini geride bıraktığımızı sanıyordum...

"Bizi adam yerine koydular" diye sevindirik olma alışkanlığımızı... istanbul'da geçen James Bond serüvenlerinden birinin ("Rusya'dan Sevgilerle") tam elli yıl önce çekildiğini görmeyip "istanbul'da James Bond çektiler" (Skyfall) diye yaygara eden ahmakların alt tabaka gerzekliği...

Aslında, bu muhabbet onunla ve "Topkapı" filmiyle başladı. iyi de oldu, istanbul'u turizme açtı.

Gerçi geç uyanmıştık, ispanya ve italya bu alanda atı alıp Üsküdar'ı geçmişlerdi ama olsun...

"Devrik" başbakan Menderes'e kimse turizmin önemini ve yararını anlatamamıştı, Menderes'in Amerika'dan borç alabilmek için kıvrandığı dövizler turistlerin ceplerinde durup duruyordu ama rahmetli çiftçiydi, turizme aklı basmıyordu. Traktörden anlıyordu.
Yabancılar keşfedince, elimizde ne tür zenginlikler olduğu bizim de kafamıza dank etti. Fakat artık bu tür "aman ne iyi, romanda bizden bahsediyorlar, turist gelir" küçüklüklerinden kurtulmamız gerekir. Türk milletine yakışmıyor.

Dan Brown'a gelince...

işini çok iyi bilen bir esnaftır.

"iyi yazılmış kötü roman" tarifi, Brown'un eserlerine de cuk oturur.

Amerikan yayıncılık kurtları, bu tür romanlara "page turner" diyorlar, sayfa çevirtici!

Bundan önceki romanını iki günde bitirdim ("Kayıp Sembol") ama pek tutmamış, yani umulduğu kadar satmamış, hayal kırıklığı yaratmıştı. Beş para etmezdi ama elden bırakılamıyordu, amaç da buydu.

Brown, ününü ve parasını, asıl ortalığı kasıp kavuran "Da Vinci Şifresi"ne borçludur, biliyorsunuz. "Melekler ve Şeytanlar" da onun, yarattığı ilgi ve satış ivmesinden yararlanan şişirme bir devamı sayılabilir.

Hazret-i isa'nın çarmıhta ölmediği, Mecdelli Meryem'le aslında evli ve çoluk çocuk sahibi olduğu ve soyunun da Güney Fransa'da sürdüğü iddası, Hıristiyan ülkelerini gerçekten de birbirine katmıştı.

Oysa bu hiç de yeni bir iddia değildi, konuyu Brown'dan yirmi yıl önce yazan Michael Baigent, Henry Lincoln ve Richard Leigh üçlüsünün kitapları da çok satmıştı hatta milyona ulaşmıştı...

Fakat küçük insanların daha da etkilenmeleri için meselenin mutlaka roman kalıbına dökülmesi ve filminin de yapılması şartmış bunu öğrenmiş olduk!
(bkz: Bay langdon)
kendisinin yüzünden ygs'ye girip sanat tarihi yazacağım.

galiba tek cümleyle böyle ozetlenebilir etkisi.