bugün

Tanım: Şule GÜRBÜZ'ün bir kitabı ve 2012 edebiyat eleştirmenleri tarafından en iyi 10 kitaptan biri seçilmiştir.

Zamanın Farkında'lığıyla bizi kendisine hayran bırakmıştı yazarımız, aslında Coşkuyla Ölmek kitabını okumak içinde biz coşkuyla akıl sağlığımızı bozmak istiyoruz denilebilir. Oğuz Atay kaleminde yazan nadir yazarlamızdandır kendisi ve edebiyatın bize büyük bir armağınıdır. Hep yazasın bizi mahrum bırakma kaleminden, düşüncelerinden, kelimelerinden, kitaplarından.

"Ah ilim, ah irfan, Çin'de misin, şu ihtiyar kadının dizinde misin, teneffüs zilinin ipinde misin, okul bahçesinde duvarın dibinde misin, farz mısın, sünnet misin, domatesli pilavın tutmuş dibinde misin, şu karaçamın dikeni misin, tespih çekerek yük taşıyan hamalın eli misin, kar yağarken gülen simitçi misin, eski bir otomobil lastiği, süresi dolmuş ilaç şişesi, o şairin durup durup bahsettiği misin?"

"ihtiyar coşkusuz ölür, genç eğer ölürse coşkuyla ölür. itiraf edeyim, gençken ölmeyi çok isterdim. coşkuyla ölmek isterdim. kendi gözümde kendim ancak böyle tam ve gerçek olabilirdim. çok istedim çok". -Sayfa41-

Kitap Hakkında güzel bir söyleşi,
http://kitap.radikal.com....egil-ama-cok-derin-251919

Arka kapağındaki yazısı da size kitap hakkında ne ararsan var demektedir.

“beklemek, bir şeyin yoluna ve haline girmesini beklemek, beklerken olacak olanın olması için gereken her türlü başka hale geçişlere, kalışlara tahammül etmek ne zor şeydi. başı da, ortayı da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. tanrı’nın da yaptığı bu muydu? baş, orta, son belli, helak kaçınılmaz, ancak önemli olan o zamanı geçirmek, o zamandan geçmek. ve geldiğinde gelmemiş gibi, bilmemiş gibi, yaşamamış gibi gelmek, rüyayı görüp uyanmak ve ‘neyse rüyaymış,’ demek ve aynı yerden uyumaya devam etmek. yaşamaya da, ölmeye de yazık. bu ölüm için yaşamaya, bu yaşamak için ölmeye yazık. mezarlıklara, servilere, süsenlere, nisan sonunda açan katırtırnaklarına, telaşlı karıncanın adımlarına yazık, mezar taşına konup da bağıran karganın sesine yazık, ölüme ağlayan şaire, yaşam var zanneden filozofun nefesine yazık, şen taklalarla ilk senelerinde koşup zıplayan, ağaçlara tırmanırken seyredilip seyredilmediğini kontrol eden kedinin tırnaklarına yazık, ağdaki balığa, lokantada onu bekleyen anguta, önce ön iki ayağını sonra arkadakileri ovuşturup bu hareketinden büyük kâr ve kisve uman karasineğe yazık, hortumunu sallayan koca file, sanatlı sıçrayışı ile dahi boşluğu dolduramayan yunusa yazık, grafon kâğıdından gelincik ve petunyalara, en pürüzsüz çakıl taşına, kum olmuş zavallıya, sağdan sağdan yürüyen eşeğin inadına, yol kenarlarındaki ısınmış dikenlere, kozalağın içindeki fıstığa, duvara yapışmış yosuna yazık, bu topu binyıllardır çevirip duran sema-i muğlâka, titreyen kanatlara, açılan göğe ve onun katmanlarına, havanın, suyun olduğu, olmadığı yerlere yazık.”
görsel
ne güzel, ne enfes bir kitaptır.

''Hayatla her anlaşmaya varan, varamayanın kederini artırır., onun garipliğine bir ilmek daha atar. Dünyayı her makul bulan onu ayıplayanı yalnızlaştırır,tuhaflaştırır, şartlarını her kabul eden ve ona göre davranan, yaşamada şart olmayacağını düşünenin önermesini daha da gizler, daha da bulunmaz yere saklar ve bunu arayanı da gitgide azaltır.''
Kitabı 77.sayfasında noktaladım. Kitap beni içine çekiyor çekmesine lakin içine girmekte zorlanıyorum. Uzun betimleme ve uzun cümleler ile olaydan kopuyorum. Altı çizilesi yerlerim ve sesli gülümsemelerim mevcut.
Kitabı 77.sayfasında bıraktığım için hem kendi hem de Şule abla adına üzgünüm.
Umarım tekrar kavuşup büyük anlamlar çıkararak heyecanla okuyabilirim.