bugün

en acı intikamları hak eden insandır.
yıl 2003. yurtta kalıyorum o sıralar. tabii böyle yerlerin olmazsa olmaz eğlencesi o meşhuuur "katır şakalarıdır". bir gece, yattığım yatakhaneden 40 metre kadar uzaktaki helaya gitmek için uyandım. uzun koridorda birkaç küçük ampul bu koca koridoru tabiki aydınlatamıyor. ama yürünemeyecek kadar da karanlık değil. neyse çadır da dikili vaziyette, ağır adımlarla ilerliyorum. demirden yapılma öğrenci dolaplarından gelen acayip sesler umrumda olmuyor. çünkü aşırı derecede uykum var. helanın kapısının önünde durdum. ışığı yakmak için biraz içeri doğru uzanmak gerekiyor ve içerisi hiç gözükmüyor. ben el yordamıyla anahtarı bulmaya çalışırken birden elim kıllı tüylü acayip bişeylere değdi. hani kutsal damacanada eleman, şeytan kızı görünce okkalı bi "annanı sikkiiim" çekiyorya, işte aynen öyle bir korku yaşadım. dedim bu bir yarak ve ben yaraklara geldim. neyse ışığı yakar yakmaz karşımda o kadar korkunç bir yaratık duruyordu ki, elleri ters, ayakları ters, gözleri aşağıda, ağzı yukarıda.. kendimi koridorda bir o yana bir bu yana koşarken buldum. meğer adamlar kaç gün öncesinden organizasyon yapıyorlarmış. intikamım çok ama çok acı oldu onu daha sonra anlatırım artık.
cin çağırdıktan sonra oraya buraya vurup ses çıkaran insan.ergendir komiktir.
üç harfliler köşkün perilerine misafirliğe gitmiş, ev sahibi misafire cin tonik ikram etmiş şeklinde hikaye anlatan komik insandır. *
yıl, 11.04.2011 saat 14.54' te ilk kısmı anlatılan hikayenin en zevkli kısmını anlatmak için zamanın geldiğini düşünüyorum. cinli perili şaka yapan insanların, neden böyle bir davranışta bulunmamaları gerektiği konusunda fikir sahibi olabilmenizi ümid ediyorum. senin hikayenden bize ne ulan it diyenler için sözüm yok. desinler varsınlar. amacımız toplumu aydınlatmak. karanlığı tercih etmekte özgürsünüz. *
burada isim vereceğim lan. ümit, mustafa, emin, murat, efkan ve oktay. buradan hepinizin amına koyduğumu tekrar belirtmek isterim. efkan denen itin üzerinde duracağım sadece. diğerlerini de yazarsam okumaya üşenmenizden çekiniyorum. götüme zor geliyor açıkçası.

olayın üzerinden üç ay geçmişti ve ben onların yaptığı bu şakayı unutmuş gibi davranmaya devam ediyordum. avınız ne kadar savunmasızsa, alacağınız haz o kadar yüksek olur. onlar da aynı yavşak tavırlarıyla hayatlarını devam ettiriyorlardı. yavşaktı bunlar ama seviyordum kerataları. başlarına gelecek korkunç olaylardan habersizlerdi ve bu savunmasızlıkları bana inanılmaz bir zevk veriyordu. bu üç aylık süre içinde ben çok yavaş bir şekilde çalışmalarımı sürdürüyordum. kusursuz olmasını istiyordum ve öyle de oldu.

bir gece, efkan denen döl surat, o iğrenç horlamasıyla gecenin içine sıçıyordu yine. çocuğu sayısız gece yatağından kaldırıp yurdun giriş kapısına bırakıvermiştik bu yüzden. tam anlamıyla lüzumsuz bir adam ve elebaşı. kısacık boylu ve kıvırcık saçlı. tam çenesinde üç tane ben var. ben köşedeki ranzada gözlerim boncuk boncuk açık, içeri dolan loş ışığa bakıyorum. koridorun loş ışığı doluyor içeri. içeri giren kişi derya. evet o bir kız. ve burası bir erkek yurdu. "oha." demeyin, okuyun. biraz duygu sömürüsü yapmam gerekiyordu ama mecburdum. kız bana aşıktı onunla bir anlaşma yaptım. bu anlaşma ise başka bir hikayenin konusu.

sabah olduğunda her şey normaldi. ta ki efkanın çığlıkları yatakhaneyi çınlatana dek. donunda koca ve yuvarlak bir kan lekesi. efkan ağlıyordu. hemen yanına koştum. sana ne oldu kardeşim dedim. "kan, bu ne kan birader kanamışyaaa, kanamışyaaa..." saçmalıyordu. ben içimden kahkahalar atıyordum.

vakit ikindiyi geçerken efkan hala sikinden oluk oluk kan aktığını zannederek korkuyordu. üzgün, süzgün ve durgundu. bahçeye oturmuş konuşurken yurdun hoparlöründen bir çağrı yükseldi. efkan k., efkan k. * *lütfen idareye geliniz. bu ses yurt müdür yardımsının sesiydi. ramazan bey. onunla iyi anlaşırdım. sağolsun işbirliğini reddetmedi. küçük bir şaka olacaktı çünkü bu.

ben, efkanı kolundan tutup yardımcı olmak bahanesiyle idareye doğru götürdüm. ikimiz yardımcının odasına girdik. kapıyı kapattık ve kahverengi koltuklara oturduk. ramazan bey sinirli gözlerle efkan'a bakıyordu. "illaki şap mı koyalım lan yemeklere?" zaten koyduklarını bildiği halde böyle dedi. "bilmiyor musun oğlum, yurtta böyle şeyler yasak?" efkan, zavallı, şaşırmıştı. "ne, ne yasak?" deyiverdi. ağlayacak gibi oldu. ramazan bey iki kare fotoğrafı efkanın önüne fırlattı. efkan ,"anaaaam, hasssiiikkkk..., amaaa." dedi. fotoğrafta efkanın üstüne abanmış bir kız vardı. benzi kül oldu. ramazan bey "bu, yurttan atılma sebebidir biliyorsun değil mi?" dedi. efkan, bayılacak gibi oldu, gözleri devrildi hafifçe. bu esnada ben araya girdim. "hocam müsaadenizle, bildiğimiz gibi bu yurdun kanalizasyonlarından akan meninin haddi hesabı yok. çoğu genç cenabet geziyor." ikisi beni dinlerken efkan olumlu bir şey duymak ümidiyle bakıyor bana. "demem o ki, bu yurdun geçmişi temiz değil. geçen gün konuştuk sizinle bu konuyu, kaç kişiydi?" efkan artık hissiz bakıyordu. ramazan bey," haa, şeyi diyorsun. beş falan, ama daha falzası da var. daha kötüleri." ben, "yani diyorum ki ramazan hocam, efkan kardeşimizin başına da böyle bir şey gelmiş olamaz mı?, zaten bu varlıklar insan kanının olduğu yerlerde gezerler değil mi?" dedim. ramazan bey onayladı. efkanın eli ister istemez sikine gitti. fotoğraftaki kızın yüzünde bir sürü siğil vardı. * efkanın midesi bulandı, hızla koşarak çıktı odadan. ben de ardından çıktım. elini yüzünü yıkadı. dolabından havlu almak için demir kapısını şangırtıyla açtı ve kısa ve tiz bir çığlık attı. kırmızı renkli çirkin bir yazı dolap kapağının iç tarafında şöyle diyordu "cinler". efkan ağlayarak uzun koridorda koşmaya başladı. bir o yana bir bu yana koşuyordu. ben onun ardında intikamımı almaya başladığımı düşünerek keyifleniyordum.

bu olayların gecesinde, efkan hiç uyur mu? uyumaz tabii ki. ben uyur muyum? hayır tabii. efkan ranzada yarı oturmuş elindeki cep telefonuyla oynuyordu. ben uyumadığımı belli etmiyordum. gizlice efkanı izliyordum. diğer orospu çocukları ise mışıl mışıl uyuyorlardı. cin muhabbetinden haberleri yoktu. zira efkan ağzını açmıyordu. saat gece yarısını iki saat geçmişti. ortalık sessizdi. yurdun kenarındaki sokaklarda bağıran sarhoşların sesinden başka ses yoktu. bazen kumaş yırtılması gibi bağıran kediler vardı ama onlar da çok seyrekti. gün oldu devran döndü, efkanın çişi geldi. ama nasıl desin "ümit ya da emin ya da murat kalk lan işemeye gideceğim korkuyorum." yavaş hareketlerle kalktı ve iki yanına baka baka kapıya yöneldi. mavi gece labması odayı çok az aydınlatıyordu. kerhane gibiydi tabiri caizse. ben gülümsedim. arkasından sessizce ben de gittim. dolaplara hafifçe vurup sesler çıkartıyordum. zaten korkup duran efkan iyice tedirgin oluyordu. tuvalete girdi. hemen çevik bir hareketle kovaya doldurduğum kırmızı boyayı tuvalet kapısının altından içeri boca ettim. içerdeki efkan kesilmeye giden bir inek gibi tepinmeye başladı. çığlık atmıyordu. şoka girdiğini düşündüm. dışarı çıkmak istedi ama ufak tefek olan bu çocuk benim kuvvetim karşısında pes etti. bir hamlede yukarı tırmanıp duvarın üstünden dışarı çıkmaya çalıştı. kapıyı tutan şeyi gördüğünde ise efkan çoktan beton zemine çakılmıştı. üç ay önce beni aynı kıyafetle korkutan piç şimdi aynı kıyafetten korkmuştu.

intikamımı aldım ama birileri zarar görmedi. aksine düzeldi bu arkadaş. namaza başladığını ve otuz biri bıraktığını söyledi. hayata daha farklı baktığını anlatıyordu. boynuna astığı muskası ise onun için bir uzuv oldu. bunun bir şaka olduğunu yıllar sonra feysbukta bulduğum efkana söylediğimde inanmadı. işte böyle, siz siz olun benim gibi adama böyle şakalar yapmayın. sikerim. okuduğunuza pişman olacağınız bir hikaye yazmadığımı düşünüyorum. pişman olursanız da çok sikimdeydi hani.