bugün

" kırk bin atlı, kırk bin yiğit ve er meydanı.
kırk bin atlı, her birinin kafasında miğfer, elinde kılıç, göğsünde zor duran, aşılmaz bir kalp; beklerler düşmanları.
kırk bin atlı, tek bir ordubaşı.
" samim, birliğinle ve sen! topları hazırlayın! "
kırk bin atlı, bu gece vuracak düşman surlarını.
" emret, tabgaç han! "
şakıyan atların nal sesleriyle, böbürlenen yankılar, düşman neferlerinin göğsüne ok gibi saplanıyor. genç werther, bir köşeye çekilmiş, amansızca ağlıyor...
der iken, tabgaç han emrindeki atlı birlikler, hazırlıklara başlayarak düşman kuvvetlerine savaşın ilk sinyallerini verdiler.
surlar üzerinde karınca taneleri gibi kıpırdamaya başlayan düşman birlikleri, bir hareketlilik ardından bağrışmaların oluşturduğu boğuk bir gürültü... "
tam da bu sırada altımdaki atla keşfe çıkmaya karar vermiştim. dik olan dağın dağın üzerine doğru, atım ile hareket etmekte zorlanıyordum. şu atlara yokuş özelliğinin eklenmesi, kuşkusuz fevkalade bir tutum olacaktı. yeşilliğinin üstünlüğünü hisseden umarsız çam ağaçlarının arasında ilerlemeye çalışırken, birtakım seslerin nereden geldiği konusundaki merakım ile baş başa kalmıştım. çıktığım bu tepeden ordunun tüm fertleri açık bir şekilde görülüyordu. tam atımın üzerinden inip orman ağaçlarının bu seslerin geldiği yere doğru gitmek için debelenirken sesler daha bir çoştu, artık açık seçik anlaşılmaya başladı."
" karambolden seken top, selçuk ve gooooll! "
ertem şener' in o içten neşesi ve yarı buruk alaycılıkla gırtlağının son gücüne kadar çıkardığı seslerdi bunlar. golün gelişi ile desibeli artan bu sesler, beni de ağızda kekremsi bir tat bırakan uykumdan uyandırmıştı.
hayır, golü selçuk şahin attı. iyi çakmış kerata.