bu sefer konuşmak için geldim evet; evet susmak istemiyorum artık.
vazgeçtim, korkularımdan;
vazgeçtim, kendimi sen gerisinde tutmaktan.
hatırlıyor musun?
hani bir sonbahardı, izmir in yazı bitirememiş, sıcak tarafından vazgeçememiş, kır havalarına git diyememiş taptaze tarafından, gençliğimize sırnaşan zamanlarındandı.
ben 17 diydim henüz; sen, hiç bilemediğim çağlarında, aşağı yukarı bir o kadar.
hani, eczacılık fakültesinin camdan ön cephesinden, ilk gördüğümde seni, ne kadar şeffaf bir suskunluğum vardı. adeta çakılmıştım sana, kriptolarım dört bir yana saçılmıştı.
hayatında amaç namına hiçbir bok olmayan, gencecik yüreğim, ilk defa amaç aramıştı bu bakışlarda.
sonra?
sonrası malum;
öyle, ineğin trene baktığı gibi bakakalmıştım, senin için;
bedenimden, sıyrılmıştı da, ruhumu kaybetmiştim, senin sularında, benim için.
sen bilmezsin, öğren;
ben, hani sen gidince ve hani sana açılan ruhum, hüzünlü bir yalnızlık eşliğinde, bana geri dönünce, anlamsız bir hüzne sürüklemişti beni, ranzama çıkıp, yorganın altında, engel olamadığım bir hıçkırık nöbetini takiben, sular, seller gibi ağlamıştım ve tekrar görebilecekmiyim seni merak ederek ve tekrar ruhumun çekilmesinden amansız korkarak, öyle bir başıma kalakalmıştım.
bırakmadın peşimi, doğru; o günden sonra, keskinliği hergün biraz daha artan bir bıçak yüreğimi kesmişti, kanata kanata.
ve ben artık yeter diye sessizce haykırarak, o yazdan kalma sonbahar gününde, önüne atmıştım kalbimi ve sen basıp geçmiştin hani.
ne zaman deme bana ne olur.
hatırlıyorsun, biliyorum;
biliyorum, seni sarsmıştı, çat kapı mecnunluk halim.
ve ben, o kadar saçmalamıştım ki, işte bir o kadar pişman oldum sen gidince.
bir insanı bekleyen bir ruhu, farkında olmadan on yedi yıl sırtında taşıyacaksın, tam, o ruh kanatlanmak üzereyken, kendi dilsizliğinle, ruhunun kanatlarını yolacaksın, olacak iş değil, biliyorum.
o gün kendime ne dedim, biliyor musun?
keşke, konuşmayı öğrenmeseydim, o kahrolasıca, dilim, a b c sini bilmeseydi, o lanet olasıca kelimelerin de, ben de öyle, kıyıya vurmuş, dibi delik fıçı gibi tangırdamasaydım karşında.
sussam daha güzel olurdu biliyorum ama lanet olsun ki beynini evde unutmuş, yüreğini, rüzgarına kaptırmış bir divane dildi, sana, senden hoşlanıyorum deyiverip, susup kalan.
ama o kadar acımasız olmalımıydın, beni basiretim bağlı bırakıp, gitmelimiydin, öyle çaresiz, öyle pişman, işte ben bir türlü karar veremedim.
sen çok acele ediyorsun, biliyorsun bu işler böyle olmaz deyiverdin hani, öyle sade, öyle basit, sonra da hoşçakal deyip, çekip gittin.
haklısın, o angut halimle, fazlasını haketmedi salak yanım ama bilmediğin, anlamadığın ve asla anlayamayacağın, sana aşıktı o angut ve aşkın ne demek olduğunu dahi bilmeyen, aşka inanmayan, kendinden başkasına değer vermenin ne demek olduğunu anlayamayan ama sana tapan, sensiz nefes alamayan, sende yanmak, sende kavrulmak, sende yokolmak, sende varolmak isteyen bir yanı da olan bir ben vardı karşında.
o kadar yabancıydımki kendime, anlayamadığım, anlatamadığım hislerimi, ifade edemezdi kelimelerim.
nitekim, aylarca savruldum dalgalanan ruh halinin, sessiz köşelerinde.
o günden sonra, asla cesaret bulamadım kendimde.
ya sana kızdım ya kendime. ama hep kızdım aşık tarafıma.
seni, uzaktan uzağa tanımaya çalıştıkça, can çekişen yaralı benlikler çoğalttım kendimde.
bu böyle sürdü gitti.
ama ne vardı biliyor musun?
adını bereket koyduğum kızın ismi de bereket anlamlı çıkınca anladım en çok bunu.
senin nereye bakacağını, ne söyleyeceğini, ne hissedeceğini bildiğim zamanlarda anladım en çok.
başın ağrısa, başıma saplanan ağrıdan anladım.
hasta olduğunu, üzgün olduğunu hisseden hastalanan, yorulan kalbimden anladım.
mutluluklarınla, mutlu olmasını bilen, yanımdan anladım en çok.
sen ve ben ne kadar inkar etsek de, bizi birbirimize bağlayan birşeyler vardı.
bu böyle sürüp gitti. sonu gelmeyen bir savaşın, kaybedeni ben, umursamayanı sen olarak kaldık.
sonra, sonra sen yoluna devam ettin.
ben bıraktığın yerde, öyle çakılı kaldım.
yaşama sevincimi de alıp götürmüştün benden.
seni, gölgeni, kokunu, sesini değil yalnızca, beni, gölgemi, sesimi, hayallerimi, özlemlerimi de katmıştın peşine.
bana bir şey bırakmadın güzelim.
17 den 77 ye ışınlanan bir ihtiyardım artık.
bir şekilde sadece nefes veren, nefes aldığını dahi hissetmeyen ben.
kendimi öldüremedim, düşündüm ama yapamadım.
psikopatın teki oldum çıktım, böylece.
sana kızıp, duvarlara, ağaçlara, kapı ve pencerelere, insanlara hatta hayvanlara saldıran, korku salan bir başka hayvandım artık.
ben, bunca severken, kaybetmeyi, sensizliği kabullenemedim.
kendimi, ölüm dışında bir seçenek arayarak, yoketmeye çalıştım.
ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşıyım kendimden, senden asla kaçamadım.
her köşe başında sen.
her gecenin sabahında sen.
her akşamın kızılında sen.
her kelimenin yanıbaşında yine sen.
her lanet olsunun ardından yine yine ve biteviye sen.
bak aradan on yıl geçti,
aynı gün, bugün.
hani o, senden hoşlanıyorum deyip, kalakaldığım gün var ya, işte bugün.
şimdi, söyleyecek çok sözüm var.
yüreğim hala sıcacık, aşkınla dolu.
önünde diz çöküp, en tatlı sesim ve gülen yüzümle, sana öyle güzel serenatlar yapabilirim ki...
ama ne o izmir kaldı, ne o kaldırım yerinde artık, ne de sen.
ben, aynı ben miyim diye sorarsan, hiç kuşkun olmasın.
ben hala bıraktığın yerdeyim.
bugün, o gün değil biliyorum ama takvimler aynı gün diyor ve ben burkulmadan edemiyorum.
bir şans daha, dilemeden edemiyorum.
duvar gibi sessiz bir mutlak var karşımda.
olmaz diyor.
sen treni çoktan kaçırdın diyor.
sen, sana verilen fırsatı, boşuna harcadın diyor.
ama affetmek, şans tanımak diyorum. hani nerede diyorum.
susuyor ve kayboluyor.
sensizlik mutlak kalıyor, mutlak yokolup, gidiyor.
biliyorum, isyankarım ama sensizliğime başka türlü sığınamıyorum.
sensizliğimi hatırladığımda, sana kavuşmak var ya, sonsuz ateşe koşa koşa götürüyor beni.
neredesin be gülüm?
sağ mısın? mutlu musun? bilemiyorum.
sensizliğin en çok acıtan yanı, kahrolası yanı da bu zaten.
adı üstünde, sana dair hiçbir şey yok.
bu sefer konuşmak için geldim ama sen yoksun.
kalır mıyım bilemem...
"giden değil kalandır terkeden" sözünü yüzüne çarpmak için belki,
belki kırgınlığın artık yüreğime batmadığını göstermek için,
kaç tanesi boynumda dizili ise sustuğum kelimelerin,
kendime küsüşümü sonlandırmaktır belki,

bu sefer konuşmak için geldim ama...
dilimin ölçüsünü yüreğimle denkleştirmenin cetvelini bulduğumda anladım ki,
susan geveze yüreğim, konuşan gözlerimden çıkarıp hıncını,
gözyaşlarımı avucuna bırakmak için belki yüreğimin akıttığı sıcak hüznü...

bu sefer konuşmak için geldim ama...
kalır mıyım bilemem....