bugün

yıl 1992, mevsim sonbahar, aylardan eylül. uzun bir yaz tatilinden sonra okullar açılıyor ve ilk gün heyecanıyla bütün çocuklar yollarda. birçoğunda mavi önlük belli ki yeni alınmış ayakkabı, çanta, su matarası…
kimi annesinin elinden tutuyor, kimi arkadaşının, kimi yalnız yürüyor… her biri farklı sınıftan; biri 1-a, diğeri 3-b, oteki 5-c…

üzerinde hala pijaması olan küçük, cılız, saçları buğday sarısı bir kız çocuğu seyrediyor okul yoluna düşmüş her biri farklı sınıftan olan oğrencileri. daha 5 yaşında, 6 dan gün alıyor ve bilmiyor sınıf kavramının ne olduğunu. yolda okula giden çocukların nasıl bir odaya doğru koştuklarını merakla izliyor ve heyecanla. okulun tam karşısındaki evde oturmanın tadını çıkarıyor okulun ilk günü.
bir konuşmaya şahit oluyor iki mavi onlüklü çocuk arasında geçen ve gülümseyen suratı düşünceli bir hal alıyor duyduklarıyla,
-sen hangi sınıftasın? diye soruyor biri,
-3- b diye cevap veriyor diğeri.

bu konuşmayı içerden gelen sesler bolüyor, ufaklık koşarak eve giriyor. anlıyor ki ablası okula gitmek için hazırlanıyor. ama bir terslik var dışarıdaki bütün çocuklar mavi onlük giymişken ablası neden siyah onlükle gidiyor ki okula. dayanamayıp soruyor;
-abla sen hangi sınıftasın. 3-b mi?
-hayır akıllım ben büyüdüm artık orta bir e gidiyorum.
-o yüzden mi senin onlüğün siyah?
-tabi ya büyüyüp sınıf atlayanlar siyah onlük giyer.

heycanlanıyor ablasının büyümüş olması ufaklığı mutlu ediyor. elbette olacak kolay mkı ablası artık siyah onlük giyiyor.

bütün bu mutluluk bir yana bir istek beliriyor içinde annesinin yanına koşuyor.
-anne ben de okula gideceğim!
-o nereden çıktı kızım sen daha küçüksün.
ama duyduğu, gordüğü onca şey yetiyor bu isteğin asla azalmamasına ve ağlıyor, kendini paralıyor her şeyi yapıyor okula gidebilmek için. sonunda da kazanıyor. uzun uğraşlar, araya sokulan insanlar, tanıdık oğretmenler derken okula geçici olarak birkaç gün gidip gelmesine izin veriliyor. nasılsa sıkılır diye mavi onlük bile alınmıyor komşu kızının eski ana sınıfı onlüğünü giydiriliyor üzerine. hem bedeni büyük, cılız bedenini iyice zayıflatıyor; hem de rengi kırmızı…
ama olsun sınıfa onlüksüz girilmez cümlesini duyduğundan beri ne verseler onlük diye, giyecek o denli istiyor okula gitmeyi. itiraz etmeden giyiyor verileni üzerine. ha bir de biliyor nasılsa sınıf atladığında mavi onlük giymeye hak kazanacağını. biliyor ve sabrediyor…

haftalar geçiyor aradan hatta aylar… sıkılmıyor bıkmıyor okuldan. dersi herkesten iyi dinliyor, tanıdık oğretmen bile ciddiye almazken onu kendi çabasıyla soküyor okumayı yazmayı. oyle alınmıyor ki ciddiye, minicik bedenine rağmen en arka sırada oturtuluyor. tahtayı goremiyor çoğu zaman sınıfın ortasına kadar yürüyüp aklında tutmaya çalışıyor defterine yazabilmek için ama her seferinde otur yerine uyarısı alıyor. yine de dünyanın en ciddi şeyiymiş gibi dinliyor anlatılanı tek derdi sınıf geçmek çünkü.

bir gün okul müdürü sınıfları dolaşıyor ve yolu 1-h e düşüyor yani ufaklığın sınıfına. sorduğu her soruya bu zayıflıktan titreyen, buğday sarısı saçlı kız cevap veriyor. sıkılınca gelmez diye sınıfta hiç ciddiye alınmayan bu kız kırmızı onlüğünden utanmadan maviyi hak etmeyi bekliyor verdiği her cevapta. müdür şaşırıyor tabi o soruyor ufaklık cevaplıyor hem de ıskalamadan. neden ıskalasın o sınıfta ilk kez ciddiye alınmış kaçırır mı bu fırsatı? bildiği her şeyi paylaşıyor ve oğrendiği.
değiyor yaptığına çünkü müdür ailesini çağırıp okula geçici olarak gelmesinin artık gerekmediğini kaydını yaptırabileceklerini soylüyor henüz 6 yaşına girmemişken. sınıf atlamıyor belki ama hak ediyor mavi onlüğü, yeni ayakkabıyı, çantayı…
hem artık en arkada da oturmuyor yeni yerinden gorebiliyor tahtayı ayağa kalkmak zorunda kalmıyor.

artık her yıl sonu sınıf atlamanın tadını çıkarıyor. sistem değiştiğinden siyah onlük giyemiyor belki hiç, hatta orta birinci sınıfı da okuyamıyor –çünkü artık 6. sınıf deniyor ona- ama olsun. hem bu üniformalar daha afili. bir kez daha bir üst sınıfa geçmenin gururunu yaşıyor. 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12 ve her atladığı sınıfta bir oncekinden daha başarılı oluyor.
sınıfa olan tutkusu oylesine bitmiyor ki oğretmen olmayı seçiyor.
ilk staj gününde kendi okuduğu ilkokuldan daha matah olmayan bir okulda giriyor bir sınıfa. sınıfa kırmızı onlükle girdiği o ilk gün aklına gelmiyor hemencecik belki ama bütün sınıf arkadaşları geliyor. ‘buradan bakılınca bizde mi boyle gorünüyorduk?’ diye geçiriyor içinden gülümsüyor hatta.
konuşuyor oğrencilerle ama daha çok düşünüyor, izliyor onları. ve bu zamana kadar fark etmediği bir şeyi fark ediyor. bir tek sınıfın içinde belki ama her bir oğrenci aslında başka başka sınıflardan. kimi işçi çocuğu, kimi memur, kimi esnaf… hatta işsiz çocuğu bile var o kadar belli oluyor ki her hallerinden. kiminin ayakkabısı yeni boyanmış, kimi büyük kardeşine küçüleni giymiş kimininki de en pahalı markalardan ozel seçilmiş…
bazısının üzerinde ozel sipariş montlardan var, bazısında sadece üniformanın hırkası. yağmur yağsa ıslanacak olan da var, ozel şoforle okuldan alınan da…
sınıf dediğimiz şeyin aslında ne olduğunu düşünüyor. sonra hiç o zamanlar takılmadığı bir sınıf arkadaşı geliyor aklına. ayakkabısının bağı olmadığı için çengelli iğneyle tutturulmuş olan o çocuk… hatta hayıflanıyor bile bu duruma ‘nasıl hiç hatırlamam onu bu zamana kadar’ diye..
düşünüyor, sınıf… nedir sınıf;
yıllık oğrenime gore ayrıldığımız her bir yıl mı?
farklı amaçlarla oluşturulmuş kümeler mi?
ders gorülen yer mi?
bir okulun odaları mı?
mavi onlük giymeye hak kazanmak mı?
yoksa;
aynı gorevi yapan, aynı şartlarda yaşayan insan grubu mu?
peki aynı şartlarda yaşamayanlar, onlar neydi nereye aitti?

bir sınıfta aynı şartlarda yaşamayan bir sürü çocuğun genel adı gerçekten sınıf mıydı?

düşünüyor ve utanıyor kendinden, herkesle, o çegelli iğneyle tutturulmuş ayakkabıyla okula gelen çocukla aynı sınıfta olduğunu sandığı için yıllarca. uatnıyor.
ve gurur duyuyor en azından bunu fark edebildiği için…

artık anlıyor, biliyor sınıfın ne olduğunu.

sınıf onca yıl uğruna çabaladığı şey de değildi.

sınıf ne yazık ki insanları bolen, birbirlerini anlamalarını engelleyen, yozlaştıran, insan olmaktan uzaklaştıran, karşıdan bakıldığında kendini belli eden, hatta bakmakla gormek arasındaki o farkı bize hissettirmeden varlığını sürdüren bir sistemdi.

sınıf mavi onlük giymeyi hak etmek değil, o çengelli iğneyle okula gelen çocukla kendisi arasındaki farktı ve utanç vericiydi.
çok lezzetli. bağdaştırma ustaca.

yazara not: bunun türü öykü mü oluyor,yoksaa ? *