bugün

gördüklerinden sonra delirmiş bir delinin tuttuğu kenarları kırışmış, üç orta, kareli harita metod olayı. adamdan anladığım şu, zaten deliymiş, bir de "görünce" delirmiş. o halde ileriki nesillere bir deyim bırakıyorum, "görmüş delirmiş". atanın kemiğini sikeyim diyen çocuk, şimdiden duyabiliyorum seni.

oku baba defteri;

bugün bir çift gördüm otobüste. kapalı, genç bir kız, yanında onun kadar genç ve güzel sayılabilecek nurcu tipli bir oğlan. çocuk biraz cevval, atak bi tip. bağırarak konuşuyor, el kol hareketleri kızın gözüne girdi girecek, heyecanlı ve hiç durmadan anlatıyor. fakat kızla bir ortak noktaları var, gözgöze geldiklerinde ikisi de istemdışı, utangaç gülümsüyorlar ve gözleri resmen yanıyor arkadaş, aha ben oturduğum yerden ısındım. çocuk heyecanla anlatırken kızın kafasına tık vuruyor, ne bileyim çantasına dokunuyor falan, kızın bariz hoşuna gidiyor ama tepki vermek zorunda hissettiğinden, vurma yaa, diyor o harbi gülümsemesine engel olamayıp.

bunlar evlenir birader, hiç şüphem yok. düşünüyorum evliliklerini de, bikaç sene aşk, sonra sevgi, sonra endirekt ve adı konulmamış bir dostluk, tutku sıfır. bu insanların mahremine dokunmayı hiç istemesem de düşünmeden edemiyorum seks hayatlarını. hiç fantezi olmayacak, belki pozisyon bile değişmeyecek, misyoner geldik, imam gidiyoruz hesabı. çocuk zihnini kirletmediği, "görmediği" sürece sorun da olmaz bu. ve bunlarınki mutlu bir hayat, çünkü her sıkıntılarında birbirlerine sarılarak, sorgusuz sualsiz allah'a sığınacak ve umut edecekler. her sıkıntı ve hüzünde; kafalarında şekillendirdikleri her şeyi halleden yaratıcıya topu atarak, en buhranlı anlarında da mutlu olabilecekler. ulan ne güzel hayat be, insanın, iradenin farkında olmadan, koyvererek yaşamak ne güzeldir öyle. hayatı irdelemekten asıl fotoğrafı kaçırdık, hayatı; karnını deşerek öldürdük a dostlar. sala okunuyo kapattım.

---- sayfa değiştir ----

ankara'yı bilenler bilir, bilmeyenler, hey naber? tunus caddesi'nde ara ara yıkılmış, terk edilmiş, tinercilerin falan takıldığı viraneler vardır. geçenlerde yürürken o viranelerin birininin duvarına spreyle yazılmış bir yazı dikkatimi çekti. "şeytan" yazıyordu ve yanına bir pentagram çizmişler. enteresan bir dindarlık örneği tabii. e bizim mücahitler boş duracak değil, hemen yanına "allah" yazmışlar. bu hadiseyi samuel huntington'a anlatıcam, "medeniyetler çatışması/genişletilmiş ikinci baskı" deyu sürsün piyasaya. her neyse, şimdi diyeceksin ki, önce allah yazılmıştır, sonra diğerleri olaya müdahale edip şeytanı, pentagramı çizmişlerdir. diyeceksin ve yanılacaksın, çünkü dünyanın hiçbir yerinde durup dururken duvara latin harfleriyle allah yazılmaz. arap harfleriyle olur bak, camilerde evlerde görüyorsun ve hiç garip gelmiyor sana. ama düşünsene latin harfleriyle yazılmış bir allah lafzının duvarında asılı olduğunu. ister istemez geliyor adamın aklına, tamam allah, eee, ne yani, korusun mu? ya da belamızı mı versin? ne bileyim abi, u ekber mi?

mevzu duvara yazmak değil elbet, duvarı yıkmak.

---- sayfayı ye ----

adnan şenses diye bi adam var abi, şimdilerde ortalıkta üstad sanatçı hesabı takılıyor falan. valide sultan anlatır, bu adam bizim zamanımızda şimdiki popçular, arabeskçiler gibiydi, şarkıcı deyip de yüzüne bakmazdık falan der. haklı da bence, sanatçılığı da duruşu da tartışmaya açık bir adam.

bu amcanın bir özelliği de mütemadiyen ağlak bir havada olması, müziği bırakıyorum, ihanete uğradım, beni özleyin dostlarım, kaybettim bu kavgayı, tadında triplere kaçmasıdır. ortalığı velveleye verir, bırakıyorum müziği diye, son konserini verir, terk etmenin ekmeğini yer, sonra sessiz sedasız geri döner, bir daha veda eder falan, folloş eder mevzuyu. "kaybetmiş adam karizması" vardır ya, hah, amcam o telden gireyim istiyor ama o kıyafet sana hiç ama hiç uymuyor garson boy adnan.

geçenlerde rastgeldim yine, köşe yazısı yazdırıyorlar buna. köşesinin adı yine bi felaket: "dost bildiklerim". bu camia yeterince müsamaha gösterdi be adnan abim sana, ne ihanete uğradığın var ne bişey. sahtekarca kaybetmişi oynadığında gözümün önüne yıldırım önal geliyor, tanju okan geliyor ve tarifsiz istifra ihtiyacı hissediyorum.

---- sayfanın üstünde halay çek ----

televizyon sevmiyorum, nadiren açarım ama dizi, film bok püsür gördüğümde kendimi izlerken bulurum. konudan çok oyunculuk ya da başka ayrıntılar çeker dikkatimi. yeni dönem türk sineması ve dizilerde bir peynir yeme sekansı yakalıyorum. evet birader, bu dizi ve filmlerde zorlama bir peynir olgusu yaratıldı. yönetmenin kafasında tanrısallaştırdığı "moderin" batı tarzını belki de günlük hayatında yaşayamamamaykrofonşov, cezacığım kalemimi bırakır mısın, ne diyorduk bu güya modern batıya adapte olup, o şekilde yaşayamamanın ezikliğini bu peynir sahnesiyle dindiriyor olabilir. peyniri, bıçağınan kesip, çatalın ucuyla götürür ağzına oyuncu ve on beş saat çiğner oncağız peyniri, kibar ya göt. tamam birader, biz de bi kalıp peyniri yumruğumuz içinde sıka sıka, döke saça yemiyoruz da.. neyse, özünden utanma yönetmen, bir kadının balkonda halı çırpmasını silah atılma sesine benzetip korkmayı yansıtabiliyorsan perdeye, o gün "biz"sin.

---- sayfayı "pelikan"la sil, yeşile boyansın ----

kıyıda köşede kalmış adamlara çok gülerim. bir zorlama gergin sermet şükür olsun, kardeşinin gölgesinde kalmış taşkın sabah olsun, sanat müziği icra etmenin şartı olarak gördüğünden midir bilmem, kırıtarak şarkı söyleyen faruk tınaz olsun, gülerim abi.

kıyıda köşede kalmış mesleklere de ha keza. manifaturacıdır, züccaciyecidir, hırdavattır, tuhafiyecidir. hee

---- defteri sakla ----
(bkz: bir delinin hatıra defteri)
(bkz: kovulmadim istifra ettim)
içimdekileri gene sana kusacağım kusura bakma biliyorum kör oldun bakamıyorsun her neyse bu gün onu gördüm tek başına salına salına yürüyordu.merhaba nasılsın dedim cevap vermedi küsmüyüz dedim oralı bile olmadı bana bak keserim o bıyıkları diye göz dağı verdim 4 ayak üstünde sekerek kaçtı en kısa zamanda bir fare kapanı almam gerek aşkıma karşılık vermiyorsa zorla alırım.
evde yemek yapıyormuş gibi yaparak bir tencerenin için zeytin yağı döktüm ocağın altını açmadan karıştırdım kaç saat bölece durdum bilmiyorum kendime geldiğimde önümde zeytin yağlı fasulye duruyordu olayı bende anlamadım.sanırım diğerlerinden biri devreye girdi.bak sana söylüyorum benden başka birine açma sakın sayfalarını yeminle vururum. sen benim helalimsin artık.

bugün biriyle tanıştım ama aslında 3 kişi. oturduk sohbet ettik.birlikte parka gidip çocukları kovaladık.park bize kalınca salıncakta en yükseğe uçup atlama fantazisi yaptık. çok eğlenceliydi. sonra parkın bekçisi geldi napıyorsun burda diye sordu. sana ne bey amca dedim kibar yollusundan amcan senin dedendir dedi. çok düşündüm bunu acaba dedem aynı zamanda amcammı o zaman benim hem babam hem dedem oluyor yani annem babasıyla evlenmiş oluyor yok olmadı dedemin kardeşi annemle evlenmiş oluyor böylece dedem hem amcam hem dedem oluyor dur buda olmadı nasıldı ama benim annem babam yokki bak şimdi aklıma geldi hayallah neyse öle dedi işte bende yavaş yavaş olay yerini terkettim zaten 3 kişide gitmişti.bir daha karşılaşırmıyız bilmem.

evsahibi dandan kapıyı çaldı.noldu hacı amca dedim neden dedim bilmem hacıyada gitmişliği yok halbuki.oğlum kira parasını almaya geldim dedi.hoşgelmişsin o zaman dedim kapattım kapıyı.kapı tekrar çaldı evde yokmuş numarası yaptım.akşam üstüde beni görünce zili çaldım çaldım açan olmadı dedi bende evde yoktum dedim inandı.

aman tanrım olamaz sadece bir sayfa kalmış ben şimdi kime kusucam içimdekileri heryere ot bok çizersensayfalar tabi biter dediğini duyar gibiyim. yeni bir tane alayım da ona kusarum ama emin ol seni bahçenin en güzel köşesine gömücem ve yeni aldığım kitaptaki kusmuklarıma senin adını vericem anlıyorsun değilmi beni.işte bunlarda son cümleler altta kalan küçük yerlere yazıyorum sıkış tepiş oldu harfler birbirinin ırzına geçiyor resmen sözlerime bir son vermeliyim ama içim buruk yapamıyorum o yüzden sana benden bir şey vermek istiyorum al bu sümük benden bir parça saklarsın.
bir delinin gözlemleri sonucu elde ettiği verileri sistematik bir şekilde not ettiği defter... değildir elbette. en nihayetinde adam da bir deli. hakkaten kusmuştur defterin üstüne. yani en azından ben öyle yaptım.

en baştan söyleyeyim yukarıdaki bir tanımdır. olayı farklı bir bakış açısıyla ele aldım. "nedir"i değil "ne değildir"i inceledim, sık dokudum.

toplum içinde kendini kamufle etme yeteneğine sahip bir deli olarak sık sık tebdili kıyafet sokaklarda gezerim. deli gömleğimin üstüne papyonumu takar, deri motorcu ceketimi giyer ayağıma da topuklu bir ayakkabı geçirir kimliğimi gizlerim. fakat bazen bu şekil gezerken kendimi çok çıplak hissederim. zira pantolon giymeyi unutmuşumdur. iç çamaşırı zaten kullanmıyorum bebeğim. her ne ise, işte bu şekilde halkın arasına inip onları gözlemlerim. emin olun sizin bize güldüğünüz kadar biz de sizlere gülüyoruz dostlarım gözlemlerimiz esnasında.

-çeptır van(van bölümü)

halkın arasına fiilen karışmadan önce kahvaltı esnasında televizyon vasıtasıyla bir ön inceleme yapayım istedim. akşamdan kalmış lahmacunumla beraber kahvemi yudumlarken müge anlı adlı zatın programına rast geldim. tartıştıkları konu beni cezbetti. diyorlar ki van'da bir evde kimliği belirlenemeyen bir şey eşyaları delip parçalarmış, tavana koyulan yumurtaları kırarmış, ahırdaki hayvanlardan birini kesip sucuk yaparmış, sonra da sucuklu yumurtasını bir güzel mideye indirirmiş. yok, son kısımlarını uydurdum tabi. peynirli omlet yaparmış. sucukla kim uğraşacak değil mi?

neyse, bırakalım şimdi sucuğu, salamı, sosisi, pastırmayı, jambonu, antrikotu, trençkotu da konuya girelim. çünkü ciddi bir durum söz konusu. van halkı daha van gölü canavarı'nın şokunu atlatamamışken bir de koltuk deşen cek'le karşı karşıya kaldı. düşünün lan sabah kalkıp bir bakıyorsun evindeki koltuklar delik teşik. üzerindeki tişört parçalanmış. korkutucu bir durum söz konusu. bizim evde yaptığımda bizimkiler çok korkmuştu ordan biliyorum. hehe, komikti ama. tabi ben şöhret seven bir insan olmadığımdan olayı medyaya yansıtmadım.

programa bir de kelli felli profesörler çıkarmışlar ki aralarında avukat da gördüm. işte ben o noktadan sonra izlemeyi bıraktım. avukat ne diyebilir ki dostlar bu durum kardışısında?

-öncelikle müvekkilim olan koltuğun bu olayda maddi ve manevi anlamda büyük zarar gördüğünü söylemek isterim.
+adli tıptan konuyla alakalı raporunuz var mı?
-benim deli raporu var. o olur mu?

-çeptır seven(sevenler ve sevilenler bölümü)

baktım ki kutudaki millet benden deli hemen kendimi akıllı insan bulabileceğim bir yere attım: üniversiteye. tabii ki üniversiteye girebiliyorum dostum. her güvenlikçi biraz deli değil midir? beni görünce değneklerini saklayıp içeri alıyorlar. temiz çocuklar hepsi.

okulun içinde azıcık gezindikten sonra kendimi bir sınıfa attım. herkesi selamladım tek tek. büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öptüm. ama ben öptüm mü dilli milli öperim. gözleri çıktı zavallıların. hehe, yazık oldu. büyük balık küçük balığı yalar usta, yanlış mıyım?

sınıfta boş sıralardan birine oturup etrafa bakındım. beklediğim mevzu hemen bir sıra arkamda çıktı. dinle bak. şimdi bir oğlan tek başına oturuyor sırada. oğlan dediysem öyle oğlan değil lan, erkek yani. yanına bir kız yanaştı. dilerseniz diyalogla göstereyim durumu. eeekşıın:

-ateşiniz var mı?(ateş istediği yer sınıfın içi. la kızım başka bahane bulamadın mı? dumansız hava sahasındayız)
+tabi, bir saniye.
-derse kaç dakika var ki? acaba içsem mi?
*derse girdik şu anda. ama isterseniz için. hoca geç gelir.(haha ben de çıktım. abiii, hangi kanal?)
-hıııı,(sallamadı beni haspam) yanına oturabilir miyim?(tabii ki bana değil, arkadakine soruyor)
+tabi, geçin.(gayet isteksizce söyledi sanki bunu)

sonra ben arka sıraya kulak kabarttım. kız sürekli muhabbet açmaya çalışıyor çocuk da neye uğradığını şaşırdığı için kısaca cevaplamakla yetiniyor. kızın amacının ne olduğu o kadar aşikar ki... bir erkeğe böyle yaklaşılmaz ama sayın bayanlar. en abazanı bile "noluyoz alüminyum" der. baktım çocuk oyunu kendi yarı sahasında kabullenmiş. sürekli gelen atakları savuşturmakla uğraşıyor. kızsa tüm hatlarıyla yükleniyor. sürekli ileride basıyor. halbuki yapması gereken orta sahada dengeyi kurup rakibin hamlesine hamleyle karşılık vermek. futbol önemli şey bayanlar. öğrenin, böyle hatalara düşmeyin.

ben bu durum karşısında kopmamak için kendimi zor tuttum o gün. ertesi gün çocuk "hacı yanıma gelsene" dediğinde de daha güçlü bir yarılmanın eşiğinden döndüm. geçmedim tabi yanına. kıza göre ilişkideki kara kedi durumuna düşüp kızı başıma bela alır mıyım hacı? en kötü olanı da kızın erkeği başka bir erkekten kıskanıyor olması olacaktı. aman aman...

-çeptır bilmem kaç(bir şey bulamadım lan buraya, çok utanıyorum)

okul da bitince hastane koğuşuma geri döndüm. bir günümü daha sosyolojik amaçlara adamıştım. okuldaki günüm de eski yılları hatırlatmıştı. ilköğretim günlerimi... okuldan eve gelen ilk mesajı hatırladım:

sayın veli;
oğlun deli. bu yıl da sınıfta kalacak belli. alın şunu okuldan yoksa kayacam analı bacılı bundan kelli.

güzel yıllardı be.

televizyonu açtım tekrar. ölüler, diriler, deliler her taraftaydı. dünya barışı isteyecektim tanrıdan. "yıldız kaydı mı?" diye sordum arkadaşa "yok bu video kaydı" dedi. "o da olur" dedim ve bir dilek tuttum. fakat bırakmayı unuttum. gerçekleşir mi ki acep? hem sadece benim dileğimle olmaz, herkes dünya barışı için elinden geleni yapsın lütfen. özellikle iskoçlardan eteklerindeki taşları dökmelerini istiyorum. hehehehehe...

bu istifra defterinin de istifra edilmemiş tüm kısımları doldu. diğer sayfalar kullanılmaz halde. kahvaltıda yediğim akşamdan kalmış lahmacun dokundu herhalde. hadi ben kaçar, okuyan olduysa selam ederim. okuyanlar bana bir haber etsin, sizin için istifra edilmemiş bir sayfa sakladım, orada isimleriniz ölümsüzleşecek. yok lan pardon, o da tuvalet kağıdıymış. şansınıza küsün artık. gidiyorum bütün aşklar yüreğimde, gidiyorum kokun hala üzerimde...

-çeptır 31

lan, bu kısım bana özel. gidin hadi artık.
delirip delirip deli saçması saçmalıklarını ortaya saçan delinin tuttuğu defterdir. falan filan işte, ammaaan. şu tanım yapma işi hep angarya gelir bana. hep sıçıp sıvarım bu kısımda. haliyle sinirlenirim de. hatta asabımı o kadar bozar ki eş zamanlı olarak ağzımı da bozar, az yukarıdaki gibi. tam bir şeyler yazasım gelir, tanım olarak yazacak bir şey bulamam. mal gibi bir saat onu düşünürüm. saçma sapan bir şey bulurum bu sefer de yazma hevesim kaçar, vazgeçerim. aslında "tanım" olayının çok ateşli bir taraftarıydım zamanında. hala da kısa entrylerde muhakkak tanım ararım ki forum yazılarından ayrılan bir tarafımız olsun. ama üç dört paragraflık yazılara laf olsun diye konulan tanım bölümü o kadar eğreti duruyor ki... tanımı entrynin içine yedireyim desem bu kez de işgüzar bi gammaz olayı anlayamadığı için "aha tanım yok, kodum valla. gitti beş paragraflık entry. nihohohaaa" şeklinde gammazlama yetkisini apık sapık bir şekilde kullanmaktan çekinmiyor, entry güme gidiyor. o değil de bu kadar yazdım daha konuya giremedim. amma dolmuşum be! doldurmayın kardeşim beni, çenem düşüyor. gereksizce uzatıyorum entrylerimi, kirlilik yaratıyor. hem ayıp hem günah... bu arada konu neydi ki?

eveet, yine doğaçlama bir entryle yola devam etmek zorundayım. niye? çünkü konuyu unuttum. cidden unuttum. hep bu tanım şeysi yüzünden. neyse, başlık bir delinin istifra defteri değil mi zaten? tüm sayfa boyunca "hebelehübele hımfıs hımfıs" yazsam kim karışabilir? zaten saatin de etkisiyle olsa gerek çok psychedelic bir ruh hali içindeyim. öyle ki; i see naked people! hop, şey sitesi açık kalmış ondanmış. şey sitesi, ıııı şey, su topu. ha, su topu milli takımımızın sitesine bakıyordum da. o açık kalmış.

başlık istifralı falan olunca ister istemez aklıma yıllar boyunca aynı hatta yaptığım minibüs yolculukları ve kusan binlerce suret geliyor. bilenler bilir; minibüs, otobüs yolculukları çok sık yola çıkmayan insanlar için işkence gibidir. deniz tutması gibi otobüs, minibüs*** tutar bu insanları. özellikle küçük çocukların vukuatsız yolculukları nadirdir. hatta temkinli ebeveynler yanlarında her daim acil durum poşetleri taşırlar ki ben sırf o poşetleri doldurup minibüs penceresinden millete fırlatmak için kendimi zorlayıp kustuğumu hatırlarım. şimdi bir daha bakınca görüyorum da, ne anormal çocukmuşum lan ben! her neyse, işte istifra deyince o yolculukları hatırlarım. o yolculuklardan birinde minibüsün şoför arkasında bulunan koltuğunda bir çocuk ile babası oturmaktadır. çocuk düzgün olarak bindiği minibüste zamanla yeşermeye başlar. nihayetinde kaçınılmaz olarak, "öğrrhğhğh" şeklinde başlayıp gittikçe iğrençleşen bir sesler dizisi ve sabah yediklerini çıkarır ortaya. öyle ki şoför elini vites kolundan çeker eline sıçrayacak korkusuyla. düşünün, durum bu kadar vahim. ben bir minibüs şoförünün elini vites kolundan çektiğine sadece bir iki kez şahit oldum. diğerlerinde de genelde o el bir levye yahut beyzbol sopası tutardı.(evet, adam gitmiş beyzbol sopası almış. hayatımda gördüğüm tek gerçek beyzbol sopasının bir minibüs şoförüne ait olması beyzbolseverleri yıkacaktır eminim ki) şoför bir yandan vites kolunu tutmadığı için kontrolünü kaybettiği minibüsü şarampole yuvarlamamak için uğraşırken bir yandan "laaan oğlum naaaptın? daha yeni yıkattı patron arabayı. ne diyecem şimdi laaan?" diye bağırmaktadır. bu esnada minibüs o bilindik koku içinde kalınca kapalı olan camlar minibüs ahalisince aceleyle açılır. tam bu sırada içini boşaltıp rahatlamış çocuğun babasından gelen tepki topluluğu lince sürükleyecektir.

"camları kapayın, çocuk hasta."

ardından bolca bağırış çağırış, itiş kakış ve istifra kokusu hatırlıyorum sadece. ha, bu bir minibüste görülebilecek en ufak(oha) olaylardandır tabi. daha neler gördü bu gördüklerine pişman gözler ama onları başka entrylerde kullanmak üzere muhafaza etmeyi tercih ediyorum.

hımm, bu doğaçlama entry işini fena kıvırmıyorum aslında. en azından içimdeki yazma isteğini bastırdım. çok amaçsız bir entry olduğunu belli ettim ama yazdım bir şeyler işte. yazmasaydım kabız olmuş gibi hissedecektim. bir de bu psychedelic ruh halim iğrençliğimi ön plana çıkarıyormuş onu anladım. yok istifra, yok kabızlık... ne diyorum lan ben!

başlığı da kendim başlığımmış gibi sahiplendim. canım sıkıldıkça saçmalarım buraya bir şeyler artık. hatta "hebelehübele hımfıs hımfıs" konusunu ciddi ciddi düşünüyorum. zaten vaudeville de gitti, "la züttürün gidin kendi bahçenizde oynayın" diye azarlayıp kovamaz beni başlığından.

saatlerimiz 04.30'u da geçerken artık bir entryi daha bitirme zamanımın geldiğini anlıyorum. aslında bir halt anladığım yok da saçmalayacak her şeyimi şimdi saçmak istemiyorum. hem uykum da geldi. çizdim oynamıyorum artık.

son olarak;

hebelehübele hımfıs hımfıs, hebelehübele hımfıs hımfıs, hebelehübele hımfıs hımfıs...

ııh, olmuyor. daha güzel bir şey bulurum ben sonra. şimdi su topu müsabakalarına döneyim en iyisi.
kendisini akıllı sanıp da delice davranan insanların yaşadığı bir dünyadayız muhterem defter. bizler oturaklı dünyanın marjinal delileriydik bir zamanlar. oturaklı dünyanın içine sıçardık hani(eğer "oturaklı" diye bir sıfat uydurursanız biz de içine sıçarız usta. sonuçta içine sıçmak için kullanılan bir şeyden bahsediyoruz. başka sıfat mı bulamadınız?). ama şimdi bakıyorum da akıllıların bizden aşağı kalır yanı yok. belki de aslında hep böyleydi be defter, ne dersin? defter? şşşşt? bi kere de konuş lan!

son zamanlarda etrafta bir kore sevdası kol geziyor muhterem defter. sanırım sadece akıllıların fark edebileceği bir özelliği var bu adamların. tamam çekik gözlüler, güler yüzlüler, sempatikler falan da bu adamları yakışıklı hatta seksi bulanlar var defter. inanmazsın var hakkaten! bir insan aynı anda hem koreli hem de yakışıklı olabilir mi ki?

bu yukarıda dediğimi ırkçılık olarak algılamazsın sen defter di mi? bir tek sen anlıyorsun zaten beni. canım defter, güzel defter... bir de ismin istifra defteri olmayaydı iyiydi. hem sevip hem tiksiniyorum senden defter.

konser görüntülerini klip olarak yayınlayan ilk şarkıcıyı hiç düşündün mü defterciğim? ne kadar yaratıcı, ne kadar sıradışı olduğunu düşünmüştür herhalde di mi? hem klip çekimine vereceği paradan yırtmış, hem de orijinal bir fikir bulmuş. ama eğer hala yaşıyorsa dehşet içindedir eminim. "bir canavar yaratım ben" diye bağıra bağıra geziyordur. hatta bizim tarafa bile geçmiş olabilir. hehe.

sizin defterlerin de cinsiyetleri oluyor mu defterciğim? aşık falan olabiliyor musunuz? cinsellik falan? o küçük not defterleri çocuklarınız falan mı yoksa? çizgisiz harita metod'la, çizgili defterin kareli çocuğu olursa "kimden lan acaba bu?" diyor musunuz? kareli dedim de aklıma yine koreliler geldi.

gitti.

reenkarnasyona inanasım var defter. inanasım... ananasım. bak kafiye buldum deftercik. şiir yazarsam hatırlat bana. neyse, reenkarnasyon diyordum. reenkarne olursam belki ilerde daha büyük bir deli olurum. "dünya deliler, manyaklar ve şapşuptapalaklar cemiyeti"ni kurarım. ne dersin? peki sen reenkarnasyona inanır mısın aziz defter? inan bence. iyi bir defter olursan belki ileride kitap olursun. hatta kim bilir, belki de cemiyetimizin tüzüknamesi olursun.

bahsi geçmişken, hiç kitapları kıskandın mı defter? onlar gibi sürekli bir şeyler anlatmak, bir şeyler sormak, bir şeyler öğretmek istedin mi? yazık sana... sen hep dinlemek zorundasın. ilk sahibinin sana dediklerini başkalarına bire bir tekrarlamaktan başka hiçbir şey yapamıyorsun. papağandan farksızsın defter. acınasısın. ama üzülme. ben bunları yüzüne vuracak birisi değilim.

hiç aşık olmamıştın di mi defterciğim? ahh, ben oldum tabi. kırk üç kez falan. hayvanlar sayılmıyorsa tabi. bilemezsin ki o ne aziz bir duygudur. yüreğinin derinlerinde başka bir kişiyi büyütmen, onun içini kaplaması... sonra senin onun içini kaplaman- öhömm öhömmm! şeyy yani... ne diyorduk? bence sen aşkı benden öğrenme güzel defter. yaşayarak öğren. belki de çok mutlu olursun. pembe panjurlu bir rafınız, küçük küçük bloknotlarınız olur. ne saadet!

şiir yazmakla ilgili bir şeyler demiştim ya, sana bir şiir yazasım geldi muhterem defter. yeni bulduğum kafiyeyi de kullanmış olurum.

sayfalarının koptuğuna gelmiyor inanasım,
geçenlerde kayboldu üç kilo ananasım.
defterim biçim biçim, ölürüm defter için.
hele loy loy loy loy, yaylalar yaylalar.

beğenmişsindir umarım defter. ağlayayım falan deme de. yazılar akıyor sonra. en pahalı göz kalemiyle yazıyorum yine de akıyor. devletin buna bir çare bulması lazım. di mi defter?

ee, benim de yavaştan kaçmam lazım muhterem defter. daha koreliler üzerine düşünmem lazım. sen de kareliler üzerine düşün. gidiyim artık.

gittim.