bugün

görsel
Yedi çocuklu bir ailenin altı erkeğinden biriyim, üç gün daha yaşayabilsem yirminci yaşıma girecektim...

Okuldaki en belirgin özelliğim hayal kurmaktı. 'Yeri ve göğü birbirine bağlayan şeyin hayallerimiz olduğuna' inanırdım ve kuruyup yıkılmasınlar diye onları kimseye anlatmazdım.

Severek başladığım okulu, liseye kadar getirip bırakmak zorunda kaldım. Doğrudur, yoksulluk gölgemiz gibi ayrılmıyordu peşimizden. Lakin benim yoksulluktan daha büyük dertlerim vardı...

Tek basamaklı yaşlardan sıyrıldığımda büyümenin aslında çok da iyi bir şey olmadığını fark etmeye başladım. Babamın beyninde tümör vardı ve giderek kötüleşiyordu durumu. Hastaneler, doktorlar, tetkikler, ilaçlar...

Tam üç yıl sürdü böyle, ömrünün son senesini yerinden kalkamadan yatalak bir şekilde geçirdi...

Onbeşinci yaşıma babasız girdim. "Sizin hiç babanız öldü mü?/ Benim bir kere öldü kör oldum" diyen şaire hak veriyorum, babasızlık kör eder adamı...

Hak Teala şahidimdir, o günden sonra her cenazede ben babama ağladım...

Derken ölmek sırası anama geldi. 1999 yılında bir trafik kazası geçirdi, sonra hiç kendine gelemedi. Üç kez beyin ameliyatı geçirdi, güçsüz bedeni dayanamadı...

Son ameliyatın ardından tam elli iki gün hastane koridorlarında yatıp kalktık ablam Bahar ile, nafile...

Annem de öldüğünde o şair gibi kör olmak istedim, olamadım. Kalbimi alıp uzaklara gitmek istedim, anamla babamın mezarından ayrılamadım...

Artık her gün keder, her mevsim hazandı benim için...

Hak Teala şahidimdir, o günden sonra her cenazede iki kere ağladım... Her seferinde 'havaya karışan gözyaşlarım güvercin sürüsü olup halkalar halinde uçuyordu' anamla babamın yanına...

Babamdan sonra annemin de aramızdan ayrılışı ile tek ablamız Bahar, üniversite eğitimini yarıda bırakıp bize anne oldu. Bunca yaşananın ardından, uzun zaman şu sözü vird edindim kendime: "Seni de vururlar ey acı!"

Ölüm Allah'ın emri, derdi veren, zamanla acıyı hafifleterek merhemi de vermiş oluyor.

Gel zaman git zaman, iki hafta önce ağabeyim Hüseyin'i evlendirdik. Düğün yuva demek, umut demek, mutluluk demek, e tabi masraf ve borç demek aynı zamanda...

Yeni evlenmiş ağabeyimi göndermedim, o gece "otuz dördün biri" olmak bana düştü.

Ben de düştüm yükü umut, kaderi ölüm olan bu kervanın ardına... Kimi okumak, kimi avlanmak, kimi ibadet için uykusunu feda eder. Bizi bu karda kışta uykumuzdan alan sebep ekmek kavgasıydı...

Herkesin bir türküsü vardı, ben dilimde Aşık Dertli'nin "Doğru gitsem yollar komaz/ Bükük yollar boynum gibi" türküsü, boynumda derdim, yüreğimde de bir sevdanın koru ile yanıyordum...

Yol boyu kurduğum hayaller yanan yüreğimi biraz olsun serinletiyordu...

Dönüşte yüreklerimizle beraber yuvalarımız da yangın yerine döndü. Kendi elleriyle hayatlarımızın ortasına çizdikleri yapay sınırları ihlal ettiğimizi söyleyip bizi bombalara tuttular. Allah'ın arzına sınır çizip "benimdir" diyenler, "otuz dört" masumu katlettiler o gece, Allah'ın sınırlarını çiğnediler!

Gönül dünyamda kurduğum hayal hanemi başıma yıktılar, hayallerim kefenim oldu...

Ben Cihan Encü'yüm; ablasının bedenimin üzerindeki battaniyeyi öptüğü...

15'e girmeden yetim, 18'e ayak basmadan öksüz kalan, 20'sini göremeden toprağa düşen biriyim... Askerin biri "bu son kaçağınız" demişti, sonumuz oldu... akan kanım buz kesmiş, ölmüşüm... Katilim istediği zaman lambayı söndürsün, ben onu karanlığından tanırım!

Belki kızacaksınız ama bir çift sözüm var;

Eğer beni öldüren bombalar adalet'i de öldürmediyse,

Adalet talep ediyorum...

Herkesin hakkı değil mi adalet?

Yoksa

O kocaman, pahalı bombalarını beni öldürmekte harcadığı için devletten özür dilemeli,

Hedefi şaşırmayıp beni öldürdüğü için Genelkurmay'a teşekkür mü etmeliyim?
ben cihan encü, devlete vergi vermemek için, terör örgütlerinin ticari faaliyetlerini yürütürken türk ordusu tarafından vuruldum.