bugün

erkeklerin yalnızca aşık oldukları kadınlarda becerebildikleri, diğerlerinde ise -eğer daldan dala atlamayı alışkanlık haline getirmemiş bir hanımefendi ise- kolay kolay yapamadıkları "eylem". (tırnaklara dikkat, ense deler, sırt çizer)

o'nun dudaklarını, gözlerini, narin boynunu, saçlarını, bakışını, kokusunu, yaptığınız konuşmalarda sizde bıraktığı zeka parıltılarını (hepsini bilmenize bile gerek yok) anımsadığınızda ya da hayal ettiğinizde içinize doğan güzel hisleri kağıtlara, kalemlere, sözlere, dudaklara ya da parmak uçlarınıza yüklersiniz ve gerisi gelir.

sadece sıradan iletişimde değil, onun kara gözlerine bakarken, ona dokunurken, onunla sevişirken de bu gerçekleştirilebilir ve hepsinden çok daha etkili olabilir. sadece odaklanmak, hissetmek ve onu karşınızdaki bir nesne gibi değil, içinizdeki, mümkünse kalbinizdeki kutsal bir parça gibi görmeniz gerekir.

gereklilikler yerine getirildikten sonra, sadece "uyum" kalır geriye. bir çifti çift yapan, ayrılıkları yaratan tanrı'nın gizli elinin üzerinde dolaştığı "uyum" denen bilinmez denklem elemanı tüm bu resimde yer alır, fakat belirleyici rolünün en kritik olduğu an budur: anlaşılmak.

acil, aciz ve imkansız -kahreden- gerçekler ortalarda yoksa ve uyum mevcutsa; tanrıya üzerindeki tüm kutsal simgeleri bu iki yüreğe yükleyip geri çekilmek düşer.

sevdiceğiniz ardından, "başımı döndürüyorsun hayatım" diyerek size sarıldığında da dudaklar buluşur, gözler devrilir. sırada "bir" olmak sanatının gelmiş geçmiş en mükemmel icraası vardır.

en büyük tiyatrodaki son ya da ilk perde.
hem, ne fark eder?

belki de hayatın anlamı budur.
(öyle olmalı)
öyle cok alengirli "eylem" degil özünde.(öyle olmamali)

$uh kokular yerine, yerinde bir anne terligi, bazen tansiyon düsüklügü, bazen yorgunluk bu dedigimiz eylemi tereyagindan kil ceker gibi halleder.

belki de hayat bi anne terligi kadardir.*