bugün

hayatımda beni her zaman her şeye rağmen sevecek yegane insansın sen annem. insanlar hep sevmek ister, çünkü sevildiğine hiçbir zaman emin olamaz. ama sen öyle değilsin. beni her zaman sevdiğini biliyorum. evlensem de, çocuklarım da olsa, hatta torunlarım da olsa yine de bu dünyadaki en sevdiğim insan olacaksın. seni seviyorum annem. beni sensiz bırakma. başım her sıkıştığında dizine yatırıp okşa saçlarımı. aramızdaki mesafeye aldırmadan sadece seni seviyorum oğlum de. ben duyarım ve ben de sen seviyorum diye haykırırım. allah'a emanet ol annem. sağlıcakla...
annem hayattaki en değerli varlığım benim, beni gerçekten seven, önemseyen, sorunlarıma çözüm arayan tek kişi sayfalarca şeyler yazabilirim annem hakkında onu mutlu etmek için her şeyi yaparım ders bile çalışırım seni seviyorum anne.
Sen de sabır var anne, kimsede olmayan peygamber sabrı. Yaşadıklarına rağmen hayata hep umutla baktın, bize de o umutu aşıladın... En isyan edilecek anlarda bile, metanetini koruyup , gelir geçer dedin. Geldi ama hâla geçmedi , ama geçeceğine dair hâla umutlusun, umutluyuz. Şimdi herbirimiz yavaş yavaş kopuyoruz, ama umutlu günler için, şimdi senden uzaktayız umutlu günler için... Yaşadıklarımız hayat yolunda bir teminatsa, bu senin sayendedir.
annem'e
bu küçük ve soğuk şehirde tam 4 aydır sensizim anne.. bu ilk bu kadar uzun süre ayrı kalışımız değil aslında. daha uzun sürede senin kokunu duymadan yaşadım; sana çok uzak şehirlerde..ama hiçbir zaman sensizlik bu kadar canımı yakmadı..
bu küçük şehir çok soğuk anne. kimsenin koynuna giremiyorum burda ayaklarımı ısıtsın diye gecenin bir vakti. hiç kimse bıkmadan, usanmadan dizine yatırıp saçımı okşamıyor burda..burda içtiğim hiçbir çayda senin akşam yemeğinden sonra demlediğim çayın tadını bulamıyorum. boğazıdan geçen her lokmada senin kesip sofraya koyduğun ekmeğin tadını arıyorum ama bulamıyorum. sensiz sofrada yemek yerken canım acıyor anne..
hayatımda ilk kez ablamı kıskanıyorum..o seni hergün görüyor, ben göremiyorum diye.. bizim evin mutfağını kıskanıyorum, sırf sen günün yarısını orda geçiriyorsun diye. ben bu soğuk şehirde çok mutsuzum anne... ama sana hiç söylemiyorum bunu. benim için üzülüp ağlayacağını çok iyi biliyorum..
anne kelimesini duyduğumda gözlerim doluyor, hıçkırarak ağlamamak için paralıyorum kendimi anne..her gördüğüm anneye sarılıpdoya doya öpmek istiyorum, ama sonra vazgeçiyorum..hiçbiri senin gini kokmaz diye..
yanındayken seni üzdüğüm için nefret ediyorum şimdi kendimden.. sana söylediğim bir ton yalana lanet ediyorum sensiz geçen her günümde. bir kere öpsem, koklasam, sarılsam anneme diyorum doya doya.. hiç tanımadığım bir sürü çocuğa gıcık oluyorum, sırf onların anneleri yanında sen benim yanımda değilsin diye..
beni azarlamanı bile özledim anne..keşke yanımda olsada heran azarlasa beni diyorum. hani sen hep sabahın köründe odama dalıp uyandırırdınya beni, burda kimse uyandırmıyo beni öğlene kadar uyuyorum.. senin beni bağıra çağıra uyandırmanı bekliyorum ama kimse girmiyor odamdan içeri, sonra kendi kendime uyanıyorum..
senin haberin yok ama ben sana geliyorum anne..sabahın köründe zile basacağım, sonra sana doya doya sarılacağım..yakanı silkene kadar bırakmayacağım..
ben gelene kadar kendine iyi bak anne.. mutfakta çok oyalanma üşüme sakın. sen hasta olunca bende oluyorum, sen üşüyünce ben de üşüyorum anne.. çok az kaldı. seni doya doya öpmeme, kokunu içime çekmeme çok az kaldı anne.. senin haberin yok ama ben sana geliyorum anne....
anne,

seni o kadar çok özledim ki. bazen uyumadan önce hala çocukmuşum gibi gelip dakikalarca saçlarımı taramanı. yatmadan önce ilacımı içmeyi unutunca bir bardak su, bir bardak süt ve ilaç eşliğinde beni uyandırıp ilacımı içirmeni, soru bankalarımı karıştırıp çözmediğim sorular için hesap sormanı, dizinde uyumayı, işten geldiğin zaman bana moralini bozan şeyleri anlatmanı ve sonra beni dinlemeni... burada her şey çok donuk, duygusuz. keşke hiç ayrılmasaydım dizinin dibinden. biliyorum sen de istemiyordun gitmemi, ama bir şey demedin, beni engellemek istemedin. keşke engelleseydin anneciğim, izin vermeseydin. hanım hanımcık evden okula okuldan eve gitseydim. burası çok soğuk, çok yalnızım. beni dinleyen tek canlı, sevgili kedim.

neyse anneciğim, bunları sana söylemeyi çok istiyordum ama benim için endişelenirsin, üzülürsün diye pek bahsetmedim. her şey güzel olduğu zaman bunu okuturum belki sana. seni çok seviyorum, meleğim, güzel annem.

kızın pallas.
Ayaklarinin altini öpeyim annem.
annem ergnelik dönemine gelen evlatları görünce, o dönemlerimde sana yaptıklarım için çok özür dilerim.
Canım sıkkın,yüzüm düştü bir ağlamak mevsimi geldi yine..
kimse anlamazken beni sen olsaydın bilirdin annem..
Gizli gülümseyişlerimin,iç çekişlerimin içinden süzer alırdın beni..
Kimsecikler anlamasın diye yumardım da gözlerimi sımsıkı, sen görmeden bilirdin gözlerimdeki buğuyu..
Sen yanımda olsaydın silerdin buğularımı,yağmuru görmek için çırpınan bir çoçuğun camdaki buğuyu silmesi gibi..

Çok hastayım anne bugün..
Ateşim var,kırgınlık da var üzerimde..
Sen olsaydın ilk öksürme sesimden anlardın hasta olacağımı,anlardın da hemen bir hırka getiridin üzerime..
sıcacık elini değdirirdin alnıma, ateşime bakar endişeli gözlerle süzerdin beni..
Öperdin bir tanede alıverirdin tüm vücut ve ruh kırgınlıklarımı..

Yoruldum bugün anne..
Omuzlarım düşük,boynum ağrıyor yine..
Sürüsüyle yüklenmiş sorumluluğun altında eziliyor bedenim.
Sen yorulmayayım diye bir bardak suyu isterken çekinirdin benden,ben ise “ah!.” demeye çekiniyorum şimdi..
Ah annem zor anlarda daha da bir anıyorum seni,sesini,şefkatini,gülümseyişini bana dua edişini..
Ama sen bana dua et annem hiç eksik etme üzerimden nefesini..
Ayakları altına cennet serilmiş olan sensin ben ise o cennetin kapısını sürekli çalan evladın..
O cennet kapısı önce sana açılsın sen zaten beni yanına alırsın,darda hiç bırakmazsın annem…
sabahları işe giderken okul çocuklarını görüyorum ellerinden tutmuş anneleri,okul günleri geliyor aklıma elimden tuttuğunda kızdığım günler.şimdi keşke yanımda olsan da elimi tutsan.eşek kadar oldum yine de kıskanıyorum el kadar çocukları, özledim be sabah sabah bu hiç iyi olmadı.
Uzun olmaması gereken mektuptur. ilkokulu zor bitirmiş kadın, yazar değil ki!
şu an kar yağıyor anne. böyle lapa lapa, rüzgarlı, böyle bazen durgun...
biliyorum orda da kar yağıyordur şimdi ve kesin sen de perdeyi aralamış dışarı seyrediyorsundur. bahçeye ekmek atmışsındır mesela. kuşları tebessümle izliyosundur. sen duramazsın anne. eline şiş alıp dul kadın zehra'nın çocuklarına kazak örüyosundur. abime ayva toplatıp portakal ve mandalina ile yardım ettiriyosundur. ah be anacım. çok vicdanlı kadınsın. o kadar çok özledim ki seni anlatamam, o kınalı ellerini koklamak bile şu an iyileştirirdi beni. ay pardon belli etmicektim ama madem yazdım söyleyim.

ana çok hastayım lan ben. ölüyom ekmek çarpsın. doğal gaz faturası maşallah kol kadar gelince ödeyemedim ana. hani diyorum yavruna 500 tl falan koltuk çıksan da ben de üşümesem. aman neyse kız, ne diyoduk konu nereye geldi. anneciğim benim ya... küçük kukin seni çok seviyor unutma tamam mı? sakın benim için hapşuuuuuuuğğ benim için üzülme . ehehe bu hapşırık efektini gül diye şettim kız. o kadar da kötü değilim. daha elektiriği kesmediler ufo ile ısınıyom.

minik yavrun kuki.
anne, senin şu karagül ve bu hayat benim dizisi yüzüne akşam nermin'lere gidiyorum. itirafım olsun, sevmiyorum ve kırmak istemiyorum seni.
çok özledim seni hafif göbüşlü, güzel gülüşlü kadın. Mümkünse geldiğim gün karnıyarık, mantı ve de antep dolması yap bana. öptüm mucuks.
sevgili annem,

iki sene önce yanımda oturuyordun. anlamsız bir şefkatle bakıyordun bana. ve anlamsız gülümsemelerinin yirmi dokuzuncusunda sımsıkı sarılmıştın. köprücük kemiğin benimkinin biraz aşağısında kalıyordu. köprücük kemiğini vücudumda hissetmek ne büyük lükstü. fakat dur, ben bu yazıyı seni anlatmak için yazmıyorum sana. kendimi anlatmak için yazıyorum. belki olduğun yerden beni göremiyorsundur diye. ölümden sonra hayat yoksa diye, bir şişeye koyup kapalı bir denize bırakabilmek için ilahi adaletten çalıyorum bu hikayeyi. bir okyanusa bıraksam dayanmaz çünkü. boyun eğiverir hikayem, gelmiş geçmiş tüm ölü denizcilerin sessiz dalgalarına.

sabaha karşılar var anne, daha fenası akşam üzerileri var. sen; bana gün doğumunu gün batımından çok sevmeyi aşılayan kadın. mordoğan'da gerçekten mor mu doğuyor güneş? onu görmek için bu kadar erken kalktım. yalancı çıkarmadı seni, bu kez de mor değildi. ki ben güneşim diye sevdiğin sarı saçlarımı yalnızca bunun için mora boyamış kızınım.

dün gece kütüphanede, evet kütüphanede sabahlıyorum genelde, yanımda oturan çocuğun kitabına ilişti gözüm. aslında tek bir kelimeye. kefenin… kefe mi kefen mi olduğunu anlamak için arkasından eğilip tüm cümleyi okumaya çalıştım çaktırmadan. kefeymiş. öyle, kelimelere hep takılırdım, biliyorsun. sonra ayak bileğimin 4 cm üzerinde biten gri eteğimi sıyırıp dizimdeki yırtılmış deriye baktım. içimde bir dünya var anne, içimde annem var doktor. aldıramıyorum.

thomas'ın, merkatör projeksiyonları hakkında fikrimi sorduğunu hayalimde canlandırıyorum. kendi kendime gülüp, yolculuk için faydalı olduğunu ama alan anlamını feci çarpıttığını fısıldıyorum. ders çalışan insanlar dönüp bakınca kitabımdaki bir şeyi ezberlemeye çalışır gibi yapıp arkalarını döndüklerinde tekrar gülüyorum. kahkaha atmamak için tutarken kendimi, yüreğimin saatini iki dakika ileri alıp geçiştirebiliyorum zamanı.

kalıplar var anne, ne çok kalıp var. kalıplara giriyorum, kalıplardan dökülüyorum. geçen hafta, taşınırken bulduğum bir mücevher kutusunda kan kırmızısı bir mum eritmiştim, hatırlıyorsun değil mi? sonra henüz soğumadan tüm parmaklarımı içine sokup parmağımda kalıp şeklini alan mumlarla eğlenmiştim. sonra çıkaramayıp korkmuştum bir de. kaç yaşında kızım, hala parmağım mumda kalacak diye korkuyorum işte. zaten insan hiçbir kalıba sığamıyor ki anne. her insan farklı biliyor tanıştığı herkesi. olmasını istediği kişi gibi görüyor. kim ne olmamı istiyorsa o olayım derken bir bakmışım hepsi zaten benim. insan olduğundan farklı davranamıyor. en büyük başarım, sokak çocuklarını hayatımda paragraf başı yapıp hepsine birer taç takmak. ve o burger king'deki dandik taçlardan değil. hepsi için yapraklardan taç yapıyorum, evet sezar'ın tacından…

yosmanın kötü bir anlama da gelebildiğini öğreniyorum. güzel, genç kadın… yosma nasıl kötü bir anlama gelebilir diye düşünüyorum eğilip masa lambasındaki ampule bakarak göz bebeklerimi yakarak. bana daha okuma yazma öğrenmeden verdiğin eski atlasında parmaklarımı gezdiriyorum. kolombiya'nın üzerinden geçerken omayra geliyor aklıma. yeni ama hayatıma yeterince yerleşmiş bir arkadaşımın şarkısı kulaklıklarımdan tüm salona yayılıyor. kulaklık takmayı severim ama yine de son sese getirip masaya koyuyorum. yine rahatsız oluyorlar. ders çalışmaya pek niyetleri yok gibi, di mi anne? çalışmak isteyen her şartta çalışır. sınavdan önceki gün gittiği tiyatro oyununda da, uçakta belgrad'ın üzerinden geçerken de, gün içindeki en yüksek sıcaklık 32 fahrenayt derece olduğunda da, tırnağı etine battığında da… değil mi anne?

thomas'la arkadaş olurduk anne. en kötü ihtimalle arkadaş olurduk. onu sevmeseydim çok güzel arkadaş olurduk. şimdi gidip normal bir insanın google'a map of world yazmadan bulamayacağı bir deniz kenarından bir kavanoz çilek reçeli döksem, tadını alır mı sence? içimin kuzey kutup dairesine bir ev inşa etsem, ziyarete gelir mi dersin?

kardeşime biraz kötü davrandım anne. bu sabah bana kahvaltı hazırlamıştı. portakal suyu bile sıkmış küçücük elleriyle. (kaç yaşına gelirse gelsin, benim için küçücüktür o eller) yumurtayı senin sevdiğin gibi yapmış. beğenmedim dedim. annem beğenmişti dedi. “ben annen miyim?” diye bağırırken benim gözlerim, bağırdıktan sonra onun gözleri doldu. “biraz annemsin.” dedi. gülümsemeseydim ağlamayacaktım, yemin ederim. sabah olmasaydı sonia salazar'ı alkole sürükleyen kadın olurdum.

sokaklardaki ucuz kalabalıkta kendimi bulamıyorum bir türlü. şiir satıyorlar rezil masalarda. sana yazdığım şiirleri ne yapmamı uygun görürdün? hem… hem “tarla kuşu, yağmur damlasından dünyayı içsin diye” yazmaz mıyız? sanki bir şey var da hatırlayamıyorum, iç yolculuğuma çıkarken bavuluma koymayı unuttuğum. ne olduğunu hatırlamamak için içimden sayı problemleri çözüyorum.

beş çaylarını önemsemek isterdim ve çeyrek altını. küresel ısınmayı önemsiyorum. gökdelenleri her haliyle seviyorum, içlerinde deniz rengi bir gök geçtiği sürece. ve ortadoğu'yu da, içinde gök geçmese bile. eve geç gelişimi borsaya bağlamak istiyorum ve geri kalan her şeyi astrolojiye. konuşan tartılardan korkmayan insanlara katılmak isterdim. çok rüya görüyorum. konumuz kavimler göçü değil, hayır. manavlar da sihire inansın diye kırmızı olabilir mi elmalar? max brod gibi bir arkadaşım olabilir mi? -bu bir ricadır-

kendimi tüketerek çoğalıyorum, kendimi çoğaltarak tüketiyorum. ortası yok biliyor musun? geçer yavrum dediğini, beni bir robot gibi tamir etmeye çalıştığını hissediyorum. geçmeyecek ama, “geçmiyor anne” diye ağlayacak değilim. küçüklüğümden kalma eski radyoyu açıyorum sıklıkla. radyo cızırtıları kirpiklerimi ıslatan garip bir şey. belki de yanılıyorum. belki de yalnızca b12 eksikliği? üşüdüğüm için; ama en çok hanım hanımcık, hiç olmadığım biri gibi davranmak için uzun gri bir etek aldım. babam gördüğünde bu kimin deyip güldü. gülerken eteğime takılıp düştüm merdivende. sol dizimde bir yara, ki o yara hiç geçmeyecek anne. tam istediğin gibi bir kadın oluncaya dek. başımı elime yaslamadan, saçımı yakmadan sigara içmeyi öğrendiğim zamana dek büyüyemeyeceğim.

uzun lafın kısası anne; bir tarafta cehennem, bir tarafta okyanus. bikinimi yanıma almadığımdan yanmayı uygun görüyorum.

-kalbim çok önce kırıldı annecim sen yüzüme kanaviçe ör. iki düz bir ters iyi geliyor yaralarıma.

(anlamsız ve alıntı cümleler içerir, zira bitirme tezi yazmıyorum.)
anne,
ikinci dünya savaşı'nda bir anneye yazılmış asker mektubu okudum az önce. üzerinden 79 yıl geçmiş. bir mektubu bugün hala bu kadar içten ve duygusal yapan şeyin ne olduğunu düşündüm sonra. bu, bir sevgiliye yazılsaydı yine aynı şeyleri hisseder miydim bilmiyorum? annelere yazılmış tüm mektuplar aynı paydada birleşiyor, tüm evlatların yolu hep annelerine çıkıyor.

"sevgilim, canım, tontonum...", "öflerim pöflerim, kızgınlıklarım, nazımı çekenim..."

"anne olunca anlarsın." dedin anne oldum anladım!

şimdilerde ağzından sıkça duyduğum "ben yanarım yavruma, yavrum yanar yavrusuna..." sözünü ara sıra düşünüyorum da bazen seni ihmal ettiğim kanısına varıyorum. neden bilmem, bunu sana da söyleyemiyorum. tatlı kollarını ısırmamdan anlarsın, diye umuyorum.

yüreğimin bütün gücüyle, sevgiyle...