bugün

Alev Alatlı, AKP döneminde en fazla el üstünde tutulan aydınlardan biri oldu. Bunun birinci sebebi, ideolojik olarak son derece kısır bir hareketin içinden gelen AKP zihniyetinin Alev Alatlı gibi isimlere çok fazla ihtiyaç duyması iken, bir diğer sebep Alev Alatlı’nın, kuruluşundan bu yana saraya ve AKP’ye verdiği sınırsız destekti.

Türkiye’de aydın, cezaevine yazgılıdır. Alev Alatlı ise Türkiye’nin genel aydın profilinden daima farklı bir tipoloji çizdi. Her zaman, aydının dava insanı olmadığını savundu ve çizgisini buna göre belirledi. Hayatında hiç cezaevi ile tanışmadı. Askeri olsun sivil olsun, hiçbir dönemin hışmına uğramadı.

Alatlı’nın ilk kitabının adının “Aydın Despotizmi” olması dikkat çekicidir. Alatlı bu kitabında kendince aydının nasıl bir kişi olması gerektiğini savunurken, genel anlamda dava insanı olarak tabir edilen aydın tipine savaş açtı. Yazdığı kitap, 12 Eylül’ün yarattığı yozlaşmış kültür ve edebiyat ortamını eleştiren aydınlara karşı çıktığı bir çalışma oldu.

Devletle ve diğer egemen güçlerle çatışmadan 90’lı yıllara gelen Alatlı, bu dönemin siyaset alanındaki en güçlü isimlerden Mesut Yılmaz’a danışmanlık yaptı.

28 Şubat sürecinde Mesut Yılmaz, Refah-Yol karşıtı cephenin sivil siyasette başını çekerken, danışmanları arasında Alev Alatlı vardı. Aynı Alatlı, 28 Şubat mağduriyetinin ürünü olan AKP iktidarında da Erdoğan’ın yanı başındaydı. Alatlı için teorik tutarlılık değil güç önemliydi.

Teorik birikimden son derece uzak olan AKP de Alatlı’ya kucak açtı. Fethullah Gülen ile iktidarın arasının iyi olduğu dönemde Zaman Gazetesi’nde yazdı. TRT’de programlar yaptı. AKP’ye yakın rektörlerin üniversitelerinden fahri doktora unvanı aldı. Bir üniversitenin mütevelli heyeti başkanı oldu. Son olarak kendisine Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü verildi.

Ancak, iktidarla iç içe olsa bile zaman zaman beklemediği zorluklarla da karşı karşıya geldi. 2008 yılında, demokrasinin ve sivil toplumun en önemli ayaklarından biri olarak gördüğü Fethullah Gülen cemaatinin gazetesi Zaman’a yazdığı bir yazısı yayınlanmadı. Yazı o dönem oldukça popüler olan türban konusu üzerineydi. Yazının ana fikri, türban konusu üzerine kadınların daha fazla konuşması gerektiğiydi. Gazete yönetimi yazıyı, “Okurlarının hazır olmadığı” gerekçesiyle yayınlamamıştı.

Alatlı yazısının sansüre uğramasına fazla sesini çıkaramadı, durumu öğrendiğinde sadece “Fesupanallah” dediğini söyleyerek köşesine çekildi. Doğru düzgün eleştiride dahi bulunamadı ve sustu.

Demokrasi konusunda çok güvendiği, o dönemde iktidarla içli dışlı olan cemaatten böyle bir darbe almasına rağmen yine de yolunu değiştirmedi. iktidarla yakın ilişkiler kurmaya devam etti, sonunda da 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’ne layık görüldü. Ancak Alatlı, ödül töreninde yaptığı konuşmayla büyük tepki çekti. Ödülü bizzat Erdoğan’ın elinden alan Alatlı, bunun karşılığını ödemek istercesine şunları söyledi:

“Sayın Cumhurbaşkanım, siz ve ekibiniz dünyadaki bugün bir buçuk milyon Suriyeli’ye kapılarınızı açtığınız için tarih sizi ayrı bir yere yazacak. Dünya beşten büyüktür dediniz ve tüm oligarkları boşa çıkardınız.

Bugün George Orwell olsa sizi ayakta alkışlardı. O yetmez Daniel Defoe de kalkar o da alkışlardı. Sizin sahici dostlarınız sanatçılar ve edebiyatçılar arasındandır…”

Toplumun bir bölümünün gözünde George Orwell’in 1984 romanındaki “Büyük Birader” karakteriyle özdeşleştirilen Erdoğan için “Orwell sizi ayakta alkışlardı” demek, gerçekleri tersyüz etmekten başka bir şey değildi ancak; Alatlı, kamuoyu önünde göz göre göre bunu yapmaktan çekinmiyordu.

Belli ki bu iltifatlar yetmemiş olacak, Alatlı aynı konuşmasında bir yıl önce tam sekiz gencin öldürüldüğü, çok sayıda kişinin yaralandığı Gezi Direnişi’ne ateş püskürmüş ve şunları söylemişti:

“Bir kalem darbesiyle atarlı ergenleri sokağa döken yazarın yaptığı helal değildir.”

Evet, direnişte hayatını kaybedenler, yaralananlar, canlarını hiçe sayanlar Alatlı için sadece ve sadece “Atarlı ergenler”di. AKP döneminin el üstünde tutulan aydını, cumhurbaşkanından ödül aldığı gün bunları söyleyebiliyordu.

Bir aydında bulunması gereken en önemli özelliklerin başında tutarlılık gelir. Tutarlı olmayan, dün söylediğinin bugün zıddını söyleyen aydına halkın güveni sıfırlanır. O aydın zamanla dinlenmez, söylediklerine ve yazdıklarına güvenilmez olur.

Ödül aldığı gün Erdoğan’ı övmek için Orwell’ı ve Defoe’yi örnek gösteren Alatlı, yıllar sonra Habertürk’te katıldığı bir programda ingilizlerin Shakespeare’den sonra yazar çıkaramadığını iddia etti. “500-550 yıldır aynı yazarı okuyan bir toplum var. Bir adam çıkaramadınız mı” diye konuşan Alatlı’ya göre, başta Orwell ve Defoe olmak üzere Charles Dickens, Virginia Woolf, Thomas Hardy, Aldous Huxley, J.R.R. Tolkien, H.G Wells, Anthony Burgess ve daha birçok isim Shakespeare’den bu yana gelen 500 yıllık ingiliz edebiyat tarihinde hiç de önemli bir yere sahip değillerdi. Alatlı için Orwell, ancak Erdoğan’ı alkışlayacağı zaman usta bir yazar olabiliyordu!

Bir aydında mutlaka ama mutlaka bulunması gereken tutarlılık, görüldüğü gibi Alatlı’da yoktu. Aksine bir aydında asla bulunmaması gereken bir özellik ne yazık ki Alatlı’da ortaya çıkmıştı: Cehalete övgü.

Alatlı yukarıda bahsedilen programda kelimesi kelimesine şunları söylemişti:

“Temiz kalmamız… Okumamış olmamızı söyleyeceğim. Eğer okumuş olsaydık kargadan başka kuş, Shakespeare’den başka yazar tanımamış olurduk. iyi ki de okumadık…”

Alev Alatlı gerek 2002 öncesi gerek 2002 sonrası yazdıkları ve söyledikleriyle tam da AKP zihniyetine yaraşır bir aydın oldu. Muhalefetten hep kaçtı, iktidar ne demesini bekliyorsa onları söyledi, Erdoğan’ı övgü yağmuruna tuttu. Nihayetinde, Türk halkının okumamasına neredeyse şükredecek noktaya geldi. Kısacası Alatlı, AKP aydını olmanın hakkını fazlasıyla verdi. “Yeni Türkiye”nin, yani cehaletin her yerde kök saldığı Türkiye’nin, cehaleti öven aydını olarak tarihteki yerini aldı.