bugün

lacivertleşmeye başlayan gökyüzüne karşı dipdiri durduğumda, hayatımın soundtracki kulaklarımda çınladığında, boynumdan enseme ensemden sırtıma süzülen rüzgar beni bir adım kendime getirdiğinde, gülümseyen insanlar, eğlenen çocuklar, dertlenmiş babalar slow motion göz bebeklerime işlediğinde, ellerim cebime, telefonum sessize dönüştüğünde; lacivertliğim siyaha bürünür, tebessümüm ise beyaza.

bir avuç akşam hüznüm, şakağımdaki nikotinim, tam ortasında da melankolim uyutur beni bir başka akşam hüznüne.
ufka doğru bakınıp onu düşünürsün. onunla seyrettiğin güneş doğumunu ve batımını düşünürsün ama bu sefer sol tarafa kolunu attğında onu hissedemesin. lodostan esen rüzgar boşta sallanan kolunu dalgalandırır. sigaranı en dibine kadar çeker tekrar derin düşüncelere hüzne dalarsın. yanına bakmaz istemez o kızıllıktan karanlığa doğru geçisi seyredersin.
hüzünlerin en kırmızısıdır.
her dert gece artar derler.. tüm bilimum efkar birikimide tuhaf bir biçimde hava karardığı an varlığını hissettirir bünyede.. sanki ay'ı selamlıyor şerefsiz.. *
akşam hüzünlü olmanın yarattığı ayrıcalık bir başkadır.. ve akabinde dipsiz kuyuya düşmüş ruh sendromu ise; paha biçilemez..
bikman usanmadan her aksam esen ruzgarla icime isleyen acimasiz huzundur. bazen hosuma da gider bu durum ama üşürken uzaklara dalip gitmek her şeyle yeniden yuzlesmek, kendinden sikilmak bu isin sevimli tarafini bertaraf eder.
insanın içine dert gibi giren çıkmayan insanı deli eden kederli durum.