bugün

Ve sen geçersin içimden.
Bitmek bilmezsin...
Ulan ne var sende be?
Yeni bir tedavi şekli mi buldum yoksa?
Her ne hâl ise, seni düşünmek iyi geliyor bana.
Duvarları katı sabır taşından
Kar altındadır varoşlar,
Hasretim nazlıdır Ankara.
“sabah gözlerimi sana açarım. akşam, uykularımı senden alırım. nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade başdönmesini bulurum. böyleyken gene de şükretmem halime, hergelelik, açgözlülük eder, seni üzerim. aklıma gelmez ki, seni usandırır, sana gına getiririm. sana dert, sana ağırlık, sana sıkıntı olurum. nemsin be? sevgili, dost, yar, arkadaş... hepsi. en çok da en ilk de leyla’sın bana. bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. uçan kuşum, akan suyumsun. seni anlatabilmek seni. ben cehennem çarklarından kurtuldum. üşüyorum kapama gözlerini...”

görsel
Sana mutlaka geleceğim.
Ne bok yerse yesin kötüler, geleceğim.
Pusuda fırsat kolluyorum şimdi.
Bir an bile yalnız, sıkıntılı kalmana dayanamam.
Galiba, tek çıkar yol sana durup dinlenmeden yazmak.
Hoş, bütün işim, seni düşünmek ya!
Hep seni hayalliyorum.
Korkunç...
Nasıl yanımdasın bilemezsin.
Dicle'ye inerim sen, komşuya giderim sen, tabağı tuttuğumda, buzu kırdığımda, uzak yakın güzel bir hanım gördüğümde sen.
En çok da mısrâ çekerken...
Sen tek başına, cihanın bütün haksız, canavarca düzenine karşı beni ayakta tutabiliyorsun.
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu...
En iyisi sana imdat etmektir.
Özlemektir seni, geberesiye.
Ses etmektir, haykırmak.
Ne güzel yaşıyorduk be!
Nasıl da yaşatırsın.
Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan, öyle sevdirensin ki...
Seni tanımak, seni bir kerecik bile görmek, milyarla yıl yaşamaktan daha dolu, daha hazlı ve daha değerlidir.
Ama kime bu sözler, anlayana tabii.
Yaşaman, asıl senin yaşaman lâzım.
Hiç kimse, yaşamayı senin kadar hak edemez.
Anladın mı?
insan'dan mahrum bir cehennem karanlığında, nasıl da bulduk birbirimizi...
Acaba seni benden başka seven oldu mu?
Sevmek kelimesini soy, çırılçıplak karşına al da öyle düşün.
Gözlerinden öperim cânım.
En çok da burnundan.
Gülme, ciddi söylüyorum.
" Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o ölüm namussuzu..."
Daha daha nasılsın şaheser dost?
Hatırlıyor musun, yüzünü aklımda tutamıycam diye korktuğumu söylemiştim bir kere.
Halbuki nasıl yanılmışım!
Hasta hafızama çakılmışsın adeta.
Nicesin yine?
Beyninde mi, yüreğinde mi, başka bir yerinde mi, nerendeyse o iNAT yönünü yaratan dokuları öpmek isterim.
Sana doymak, korkunç ahmaklık olur. Hadi gel..
Başın pınar, ayakların göl olsun!
Elbette ki önce sen!
Nem var ki başka!
Ha, neyini mi merak ederim?
Serçe parmağındaki tüyden, kulak memendeki tatarcık ısırığına, düşlerine, esnemene, şıpıdık terlikle mutfaktan çıkışına kadar nen varsa!
Gözlerini öperim.
Ama gene yarımım.
Bilirsin, ölüm benim için çok önemsiz bir şey değilse de bu hususta sabıkalıyım da!
Ölürüm ha!
Ne güzel yaşıyorduk be!
Nasıl da yaşatırsın.
Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan öyle sevdirensin ki.
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
Sen bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm...
Bak nerelere aldın götürdün.
Utanmalı, küfretmeli, kendimi öldürmeliyim;
bu uzak, manasız ve korkunç düşleri sana nasıl yanaştırabildim diye.
Sen ki bir yaşama anıtı olabilirsin.
Affet bu anıt lafı soğuk, yakışık almadı.
Dur bakalım, bir kelime bulmalıyım.
Rüya!
Ne güzel.
hem de kalemden akan bu sızı kadar gerçek.