bugün

bana kimse sormaz
atarlarken düğümü
ben bir dilsizim
silkemem ki yükümü
gözlerimde ürkeklik
kimse bilmez küsümü
çünkü adım kadın
dinletemem sözümü

bana herkes sahip
benim hiç hakkım yoktur
ben akıldan yoksun
ama vazifem çoktur
ademin yediği elma
hep benden sorulur
çünkü adım kadın
kadınım hükmüm yoktur.. **
zuhal olcay ın sesinden akıllara zarar şarkı
güldünya şarkıları albümünde emel müftüoğlu tarafından seslendirilmiş şarkı.
Kadınlarla ilgili en derinden kahırlandığım mesele şu ki:
Kadınların kendilerini yavaş yavaş yok etmeleri. Gelenekten,mecburiyetten veya öyle olması gerektiği için filan iştE; bir erkekten dolayı -yüzünden- kendi ışığını söndüren kadınlar.. Orada müthiş bir trajedi var, müthiş bir haksızlık..

Kanıtlanamayacak bir cinayet sanki; ağır ağır işlenen..

12 yaşındayken içlerinde koşmaya başlayan o vahşi atı nasıl da hemen yakalıyorlar? Nasıl korkup dizginliyorlar? Nasıl izin veriyorlar o atın bacaklarının kırılmasına, o atı tam da göğsünden vurmalarına.. Ya da tam olarak nedir bu cinayetin sebebi?

Haklılar bu cinayeti işlemekte ya da işletmekte kadınlara ken 'diken' dilerine.. Çünkü biliyorlar ki eğer kadınların ışıkları sönmezse müthiş olabilirler.. Müthiş! Dünyayı ele geçirebilirler filan hatta.. Sahiden!..

Keşke sevmeye ve sevilmeye bu kadar ihtiyacımız olmasa;

o ihtiyaç bizi uysal,

evcil atlara

dönüştürmese..

(bkz:ayağı kırık bir at var kalbimde
kim vuracak?)
...-erkekleri geri çevirince kaşar, başkasıyla sevgiliysen yine kaşar, güzel giyinip modern olunca "her türlü gideri var" sözüne maruz kalan, topuklu giyince "dikkat çekmek için" denen, bakımsız olunca "gerici, cahil ve horgörülen", erkekler kız serisi yapınca "çapkın,zeki, yürü be oğlum" kız erkeklerle oynayıp onları terkedince (* olan... ve daha söylemediğim-söylemediğim birçoğu... bende ve sizde kalsın
kadınlar.. genç kadınlar, orta yaşlı kadınlar, yaşlı kadınlar..

kadınlığın bir ölçüsü, bir birimi var mıdır mesela? ne olunca ya da nasıl merhalelerden geçince daha kadın olunuyor acaba..?

genç kadınlar; öyle "canlı", umarsız, kolay ele geçirilemeyeceğini düşünen, zirvesindeki karı hiç eritmeyeceğini sanan.. hep hırçın ve ele geçirilemez olması genç kadınların, ya da öyle zannedilmeleri..

Kim bilir belki de erkekleri sinirlendiren şey kadınların, genç ya da orta yaşlı, hiçbir zaman ele geçirilememeleri. Bu yüzden kızgınlar belki dağlara ve kadınlara. O "canlılık" belki onları tedirgin eden; her an her şeyi yapabilecek olması kadınların.. Zirvelerinde eritemedikleri o son kar, hiç yok edemedikleri terk edilme ihtimalleri ya da kadınların içlerinde hiçbir zaman ulaşamayacakları bir yer olduğunu hep biliyor olmaları.. Hep böyle bir savaş yok mu erkekle kadın arasında..? Son kalesine kadar ele geçirme savaşı.

Sonra ne oluyor acaba?

Orta yaşa doğru kadınlar, "Al işte! Elimde avucumda bu var. Ne istiyorsun benden? Al ne istiyorsan" deyip yılarak teslim mi ediyorlar kendilerini? O canlılığı ve gizli iç ülkeyi de teslim etmiş olmanın yalancı "huzurlu" görüntüsü mü bu? Orta yaşlı insanlardaki bu alaycılık, bu rahatlık bundan mı acaba? Nasılsa artık hiçbir şey olmayacak rahatlığı mı? Venedik'te San Marco Meydanı'nda 30 yıl önce asla dans etmeyecek kadınları aniden kaldırıp kahkahalarla dans ettiren o sır, zirvelerindeki karın adamlar tarafından eritilmiş olması mı? Esasında onları, kendileri için canlı ve ele geçirilmez, erkekler için "hırçın" kılan karın. Ondan sonrası "Anasını satiim" bir hayat mı? Hiçbir şeyi kalmayan kadınların artık kendileriyle, hayatla alay ederek yaşaması. Buruk neşeleriyle...

ve kadın ile erkek, yılları birlikte eskitince ne oluyor sonra..?
orta yaşlı bir çifte bakın mesela yoldan geçen:

Çok yavaş yürüyorlar yağmurda, hiç konuşmadan ve yere bakarak, Ölü gibiler hatta.. Her şeylerini kaybetmiş gibi. Herhangi bir evli çifte benziyorlar bu yüzden. "Mutluyuz" yalanını, "Normaliz" yalanını söylemeye takati kalmamış birçok çifte benziyorlar.. Birbirlerini öldürmüş gibiler. Sanki tek başlarına yürüselerdi başka türlü yürüyeceklerdi de adımlarını ve içlerini birbirlerine uydurmaya çalıştıkları için cansız kalmışlar. Yine de huzurlular işte; çünkü bir ölü var kollarında. Artık hiçbir şey olamaz. Bir ölü diğerini terk edemez. Bir "genç kadının" daha zirvesindeki karlar eritilmiş.

Kim bilir belki Venedik'e gidip San Marco Meydanı'nda otursalar onlar da "Bravo Antonio!" diye bağırırlardı..

Birbirlerine ihanet etmemek için kendilerine ihanet etmiş bütün insanlar gibi, içlerindeki ağlama dışarı çıkarılamayacak kadar büyük ve ertelenmiş olduğu için gülerler, kendileriyle dalga geçerlerdi..

***

Kadınların tek başlarınayken çıkardıkları ışığı koruyarak sevilmeleri, biriyle birlikte olmaları neden mümkün değil?

Neden ışıkları sönüyor kadınların bir adamın koluna girince?

Bir anlasam... Bir anlasam...
ve yine derdimiz kadın;

kadınlığın bence asıl ve en büyük trajedisi; kendisinden, kendisini izleyen dış gözler üretmesi..

kendisini izleyen bir çift göz ürettikten sonra artık kimsenin onun kalbini kanatmasına, karnını deşmesine, bacaklarının arasını bıçaklamaya gerek yok.. kadın, dışarıya yerleştirdiği o bir çift zalim gözle bunları başkaları için halleder bir biçimde.. kadın; en azılı düşmanını kendi doğurur; bu işi başkasına bırakmaz..

esas mesele; o bir çift dış göz onları izlemeye başladığında, artık hiç bir şeyin yeterince iyi olmaması..

ne kadar alkışlansalar, pohpohlansalar da hiç geçmeyecek bir eksiklik bilgisi..

kadınlar artık kendi cinayetini başka hiç bir düşmana ihtiyaç duymadan, kendi kendilerine işlerler buna aydıktan sonra.. her sabah, her akşam ve her an.. daha iyi, daha mükemmel, daha -diğer kadınlardan- güzel, daha "farklı", daha erişilmez.. olmak için. ol-mak..

"siyah kuğu" filmi bunu anlatıyor mesela.. genç bir kadının; dünyanın ya da hayatın ondan beklediklerini değil, kendinden bekledikleri ya beklemek zorunda bırakıldıkları altında ezilip yok olmasını..

peki bütün bunların eril bir bakış açısıyla -bakış acısıyla- anlaşılabilmesi mümkün mü? bunu okuyan gözlerin mesela, müstehzi sırıtışlarının yol açtığı çukurlara dolup dolup boşalırken bir kadın; o bir çift gözün boyunduruğundan kurtulabilmesi mümkün mü, ya da kurtulmayı ister mi..?

***

peki bu neden önemli? erkekler de bunu anlamayıversin? yani anlamasalar ne olur? onların anlamaları neden önemli?

tam olarak şundan:

kusursuzluk çabası yüzünden parlak bir ışığa sahip olan bu kadınların yaşadıkları dehşet verici gerilimi gizlemek için verdikleri yıpratıcı mücadeleye karşılık, ihtiyaç duydukları şefkatin boyutunu anlamaları için.. evet hâlâ!

hala kadınların kendi kendilerine kurdukları cehennemlerden erkeklerin yardımıyla çıkabileceklerini düşünüyorum.. ince ince ördükleri, keskin camları üst üste koyarak kurdukları hastalıklarını hiçe sayarak içeri giren bir adamın, evet! o zalim gözleri ancak içten bir hayranlıkla ve derin bir aşkla bakan bir çift gözün bertaraf edebileceğini..

çünkü aşk bu yüzden var.. çünkü kadınlar bu yüzden dokunuyor hâlâ erkeklere..

ikna olmadıkları hayallere inanabilen bir cins, kadınlar..
hiç bir prens kurtaramaz onları canavarlardan. ama ancak bir prens onları sevdiğinde kendilerini kurtarırlar kendilerinden.. canavarları öldürecek silahı o zaman tutar elleri.. dışlarına yerleştirdikleri o zalim gözlerden kurtulmanın vakti o zaman gelir.

biri

bize rağmen

bizi sevdiğinde..

öyle işte.. *
bora ayanoğlu tarafindan yazilip, hümeyratarafindan seslendirilen ve kadini oldugu gibi anlatan ilk sarkidir.