bugün

yüzyıllar önce filozof sayılırken günümüzde deli damgası vurulan insandır. maymundan geldik maymuna gidiyoruz neticede.
tek anormallik konuşmamasıdır. 24 saat düşünmek zaten insanın istemsiz olarak yaptığı bir eylemdir, zira insanın istese bile düşünmediği an yoktur.
hiç düşünmeden konuşan ve hatta yazan insanları gören kişilerin saygı duyacağı insandır.
sustu. suskunluğu yıllar gibi geldi...

çay koydum, televizyonu açtım ve eski bir türk filmini izlemeye başladım ama aklım o'ndaydı. bi' yandan göz ucuyla bakıyordum ama tek kıpırtısı yoktu... gözleri kapalı, yumrukları sıkık ve vücudu dik bir şekilde öylece duruyordu. gözüm göğüslerine kaydı, ama sanki birden hareket edecek gibi oldu; gözlerimi kaçırdım.

neden sonra bir daha baktım, bana öyle gelmişti; gözleri hala kapalıydı ve uyumadıysa hala bir şeyler düşünüyordu. dudaklarının kıpırdadığını sandım, pembe dudakları ne kadar da güzeldi! içimden o'nu öpme hissi geldiyse de kendimi tuttum...

çayımın soğuduğunu fark ettim; dalmış gitmiştim o'na... bardağı masaya koymak için uzandım, çoraplarını gördüm. benim hediye ettiğim çoraplardı. iki yıl önceki doğum günüydü, belki de üç yıl öncekidir; zaman kavramım hiç olmamıştı ki benim...

içim nedensiz bir sevinçle kaplandı, sanırım beni hala seviyordu! kaç yıldır kullandığı eşofmanının bel kısmı açıkta kalmıştı, üşüyebilir diye kapatmak istedim, elimi uzatırken masadaki bardağa çarpınca bardak yere düştü, kırıldı...

titredim, tekrar baktım; hala gözleri kapalıydı, bu kez dudakları kıpırdamıyordu. v yakalı tişörtünden ince, narin boynu gözüküyordu, gecelerce öpmeye doyamadığım boynu...

ayağa kalktım; bu kez kararlıydım, cesaretimi toplamıştım ve konuşacaktım. ayağımı atmamla bir acının vücudumu sarması bir oldu; yerdeki kırıklara basmıştım!

alışkanlıktan sesimi de çıkaramadım, banyoya koştum... çorabım delik deşik olmuş, topuğumdan kan sızıyordu... lavaboda ayağımı yıkadım, sanki suyun bile sesi çıkmıyordu... stresten kızarmış yüzüme su çarptım. aynada saçıma baktım, hala dökülmüyordu, bu sevindirici bir gelişmeydi...

gözüm tezgaha kaydı, tek diş fırçası vardı; benim mavi saplı diş fırçam. ya pembe? diye içimden geçirdim; o'nunki pembeydi, neredeydi?

içeri doğru yürümeye başladım, bu sefer ileri gitmişti; ayrılmak istiyorsa önce sormalıydı! eşyaları toplayıp da hadi bana eyvallah demek yakışmaz ki o'na!

içeri girdim, yoktu... oturduğu kanepe de yoktu! deliriyorum sandım, televizyon da kapalıydı! bir tek yerde cam parçaları vardı... bir de kan...

mutfağa geçtim, duvardaki takvim yedi aralıktı. yıl ise...

ayrılalı beş yıl olmuştu...

birden kimbilir kaç gündür hiç konuşmadığımı fark ettim, öyle ya "o" düşünüyordu, susmalıydım...

sustum, düşünmeye, düş'ünmeye devam ettim...
yakınları tarafından terk edilip yalnız bırakılan insandır o. daha çok 24 saatler geçirecektir konuşmadan yalnız düşünerek yaşayacaktır. arada bir şarkılar mırıldansa dahi kendisini dinleyen birisinin olmadığının farkında bile olmayacaktır. mutluluğu düşünmede bulmuştur, geçmişi ve geleceği düşünerek yaşamını yazıya dökecektir. *
çokca düşünmekten ara sıra konuşması gerektiğini hatırlamayan insan türü.
en asil duyguların insanıdır.