bugün

sahibini arayan mektuplar

4. Mektup

Senden hiç ayrılmamak vardı. Zamanı durdurmak, bütün saatleri parçalamak vardı. Isyan içindeydim. Neydi bu çaresizlik? Bizi çepeçevre saran bu dört duvar neydi? Bir ara Tanrıyı düşündüm, peygamberleri, dinleri, kitapları düşündüm. Boş inançlarımız mıydı çaresizliği yaratan? O bizim eserimiz miydi? Öyleyse neden bizden büyüktü, güçlüydü? Bunca yıl neyi aramış, kimi özlemiştim? Madem ki benim olmayacaktın, neden seni karşıma çıkardılar? Kim yaptı bunu? Bu kötülükler kimin eseri? Tanrının işi yok da bizi mi görsün? Öyleyse kime inanacağız? O kitaplar ki sabırdan bahsediyor. Ama ne kadar? Nereye kadar? O dinler ki duadan bahsediyor. Kime, niçin ve ne zaman? O peygamberler hiç sevmediler mi? Ben sana inanıyorum kitaplara değil. Ben seni istiyorum. Dua değil. Sabır değil.

Artık gideceksin, biliyorum, vakit geç oldu. Yatakta izin kalacak,
havada kokun ve yastığın üzerinde bir iki tel saçlarından. Telaş içinde
giyinmeye başlayacaksın. <çoraplarında eğrilik var> diyeceğim,
düzelteceksin. Dudaklarını boyarken, eğilip ensenden öpeceğim. Için sevgiyle dolacak. Gözlerin ışıl ışıl < üzülme, üzülme diyeceksin, yine geleceğim.> Ya gelmezsen? Hayır hayır geleceğine inanıyorum. Yine gideceğini bilmek kötü. Dayanılmaz bir şey bu. Hatırlıyorum; elini uzattın, <Allahaısmarladık> dedin ve gittin. Gözden kayboluncaya kadar baktım arkandan, sonra kapıyı kapattım, bir başka kapı açıldı yalnızlığa.

Yürüyemiyordum, oturamıyordum. Yattım, uyuyamadım. Sanki yerçekiminden
kurtulmuştum, boşluktaydım, ağırlığım kalmamıştı. Elimde, tam nabzımın
üzerinde bir saat işliyordu her şeyden habersiz. Çıkardım, duvara
çarptım, parçalandı ve durdu. Fakat sadece saatin sesiydi kaybolan. Yoksa zaman ilerliyordu.