bugün

yavşak

Fatih portakal'ın şahsında, feöşçü amerakancılar, en iyi örneklerdendir.

1983'te tanıdım, izmir'de.
vaizdi, müezzindi.

adını duyar duymaz, adının gerçekliğinden bile kuşku duydum.
arapça'ya hakimiyetim yoktur da, allah'ın sahibi veya allah'ı fethetmiş gibi bir anlamı olduğunu biliyorum.
olur mu ki?
samimiyetsizliği, adından başlıyor sanki..

kifayetsiz insandı.
ilkokulu zor bitirmişti.

yüzünde bir riya vardı.
yüzünden akıyordu riya ve içtenliğini yitirmemiş her insanı itiyordu.

riyasına, çirkinliğini de eklemem gerek.
çok çirkindi. kocaman, eğri büğrü bir burnu vardı.

gözleri, insanım diyen her insanı itecek denli ucuz kurnazlıkla bakıyordu.
sanırım o yüzden insanlarının gözünün içine bakamıyordu.

sesi, iğrençti.
ilginç olan konuşmaya başlayınca sesi, bedensel yoksunluğunun öcünü alırcasına, her samimi mümini etkileyecek bir kıvama dönüşüyordu.
ağlayarak anlatmakla, ağlaklıkla bunu tavana vurduruyordu.

samimi bir mümin onu dinlediğinde, ne anlattığını anlamasa bile, onu sevmeye başlıyor, ona inanıyordu.

o zaman fark etmiştim, istediğine istediğine yaptırabileceğini.

baş tacı oldu bu ülkede.
hoca dediler.
hoca efendi dediler.
hoca efendi hazretleri dediler.

yetmedi ona.
haristi.
aldıkça, istiyor; istedikçe alıyordu. istedikçe alıyor; aldıkça istiyordu.

kifayetsizliğini, muhterisliğiyle kapatmaya çalışıyordu.
muhterisliğini, kifayetsizlikle kapattığı gibi.

kana kana kandırdı bu ülkeyi, arkasına amerika'yı da alarak.
kana kana kanattı bu ülkeyi, utanmadan.
daha da kanatacağım, o ahmakları diyormuş.
kanatır eminim.

biz ahmakız.
biz türkiyeyiz, çok kanadık. yine kanarız.
yeter ki zalim olmayalım.

çok sevdiğim genç bir öykücü der ki:
"kimseye bir kötülüğüm dokunmadan yaşarken, zulmün elinde zalim oldum."
mahir ünsal eriş, olduğu kadar güzeldik, iletişim yayınları, 3. baskı, zehir miktarda öyküsü, sayfa 106, 3. paragraf.