bugün

politika

bölümdeki ilk dersimde şu soru sorulmuştu. "politika nedir?" ben de gayet kendimden emin bir şekilde şu cevabı vermiştim: "politika insanları yönetme sanatıdır." hoca bu cevabı biraz daha açmamı isteyince, devam ettim "politika, insanları uygun bir amaç doğrultusunda, uygun bir çatı altında idare etme işidir. politikacılar da bir nevi kitlelerin çobanıdırlar."

şimdi neredeyse bölüm bitmek üzere. ve benim bu soruya vereceğim cevap o kadar değişti ki.

bence politika artık insanları yönetme işi falan değil. olamaz da... 21. yy insanı, yönetilebilecek insan türüne girmiyor. bu çağda insanlar artık yönetilemez. her kim ki onları yönetmeye kalkışırsa, bunun bedelini eninde sonunda öder.

evet, demokrasinin pek yaygın olmadığı bir dönem için, ilk yapmış olduğum tanım uygun düşerdi. insanlar, kutsiyeti mutlak, ilahi bir meşruiyeti olduğuna inandıkları monarklar tarafından kelimenin tam manasıyla "yönetiliyorlardı". monarkların elinin yetişmediği yerlerde daha düşük mevkiden temsilcileri, onun adına bu işi yapıyorlardı. monark, halkı mutlu etmekle yükümlüydü. halk da monarka itaat etmekle...

ama günümüzde politika, olsa olsa bir "uzlaşma sanatı ve icraatı" olarak tanımlanabilir. çünkü artık insanlar öyle kolay boyun eğmiyorlar. bilgi kaynakları neredeyse sınırsız artık günümüzde. iletişim ağı çok güçlü. canı isteyen hemen herkes, çok ufak bir çabayla fransada, ingilterede, abd'de neler olup bittiğini görebiliyor. bir zamanlar tamamiyle devlet elitinin, bürokratların ve diplomatların himayesinde olan diplomasi bile, artık halkın ilgi alanına girebilmiş durumda. doğru veya yanlış, herkes suriyede, filistinde olanlar hakkında ahkam kesebiliyor. ülkesinin takınacağı tavır hakkında yorumlarda bulunabiliyor. bu insanları artık nasıl yönetebilirsiniz ki?

bu yüzden bu dönemin anahtar kelimesi "uzlaştırma"dır. aslında bunu türkiyenin yakın geçmişini incelediğinizde de görebilirsiniz. milli görüş, gerek söylemleri itibariyle, gerekse de çatısı altında topladığı insanların düşünceleri bakımından radikal sayılabilecek bir partiydi. sorun şuydu ki, karşılarında da en az kendileri kadar katı bir kitle, cumhuriyetin değerlerini korumak için kendilerine savaş açmışlardı. baktığınız zaman, gerek adalet partisi, gerek anap, gerek dyp, gerekse diğer merkez sağ partiler; bu "islamcı ya da milliyetçi" kitlelerle uzlaşı sağladıkları oranda başarılı olabildiler. ancak uzun yıllar sonunda milli görüş, ciddi anlamda yenilgiye uğradı. ve onun küllerinden de akp doğdu.

abye hristiyan kulübü diyen, abdyi ve israili terörizmle suçlayan, eline ilk geçen fırsatta müstehcen olduğu gerekçesiyle heykel yıkan milli görüş gitti; yerine türk siyasetinde büyük bir uzlaşım sürecini getiren akp geldi. eğer akpnin yakaladığı başarının sırrını gerçekten merak edenler varsa, 2002 ile 2008 arası dönemi iyi incelesin derim ben. makarna kömür edebiyatı yapmaktan, yılmaz özdil tespitleri sıçmaktan çok daha akıllıca olur böylesi.

işte o akp, merkez sağa yaklaşabilecek kitlelerin önemli bir kısmının desteğini ve sempatisini kazandı. aynı dönemde asker ve baykal chpsi, kriz yaratmakla ve akpyi türlü entrikalarla alaşağı etmekle uğraşınca, akp ciddi bir tepki oyunu da arkasına alarak gücünü artırdı. aslında o dönemin akp kadrosuna bakarsanız, çok farklı kitleleri uzlaştırma ve kendi çatısı altında toplama konusunda ne kadar ümit verici olduğunu da daha yakından görürsünüz. gerçekten de, o dönemin akpsi, iki hükümete yetecek kadar geniş ve güçlü bir kadroyu içerisinde barındırıyordu. ve yine o akp, vesayet rejimine son verdi, kürtlerin sorunlarına değindi (sırf bu sorunun varlığını kabul etmesi bile büyük başarıydı), sadece söylemde kalmış olsa bile dış işlerinde komşularla daha sıcak ilişkiler kurma niyeti göstermesi... işte tüm bunlar uzlaşının sadece toplum düzeyinde değil, olabilecek tüm cephelerde geçeceğinin işaretiydi ki, aynı dönemde ilk sivil anayasaya yönelik talepler de artmıştı.

akpnin bundan sonraki dönemi ise, türkiyeyi yönetme arzusunun güçlendiği dönem olarak görülebilir. gezi eylemlerinde, uzlaşı yerine eski usul yönetme teknikleri tercih edildi. adeta eski tabirle "isyan bastırıldı". hükümet şimdi aynı siyaseti alevi sorununun çözümünde de kullanmaya çalışıyor. benzer bir şekilde, cemaat ile olan kavgada da hükümet güç yetirme yarışına girdi. cemaat kadroları tasfiye edildi, halen de edilmekte. adeta cadı avı başlatıldı. tıpkı george orwellin animal farmında olduğu gibi, iktidara ters düşen hemen her şey dış mihrak bağlantılı olmak ya da art niyetli olmak, kandırılmış olmakla suçlanıyor. iktidara yönelik tüm yolsuzluk eleştirileri, tüm iddialar, ya yok sayılıyor, yada karşı propagandayla susturuluyor.

şimdi bakkalım, kim haklı çıkacak? 3 sene önce "politika yönetme sanatıdır" diyen ben mi, yoksa şimdi "politika uzlaşma sanatıdır" diyen ben mi? çünkü eğer birincisiyse, akp iktidarının bu süreçten çok da yara almadan, daha uzunca bir müddet kendi iktidarını başarıyla sürdürebilmesi gerekiyor. yok eğer ikincisiyse, akp iktidarı tıpkı geçmişte uzlaşmayı beceremeyen koalisyon hükümetleri gibi, tarihe karışacaktır yakın bir gelecekte. ama tabi siyasette her zaman üçüncü bir yol olduğunu da unutmamak lazım.