bugün
- sütyen takmaktaki inanılmaz mantık hatası12
- şampiyonluk için yanak okşatmak50
- kızılcık şerbeti dizisi12
- namuslu erkek bulmanın çok zor olması13
- sevdiğiniz sözlük yazarları15
- herkesin merak ettiği o piç erkeğim soru alayım10
- iki adım atınca kan ter içinde kalmak8
- öpüşme ile bulaşan hastalıklar8
- en nefret edilen yazarlar9
- hangi sözlük yazarı ile uyumak isterdin14
- kaç yaşındaki insan evde kalmıştır14
- anın görüntüsü15
- larisalisa20
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri16
- aç karnına poğaça yemek11
- karşı cinse giyim önerileri11
- otoyol ve köprü geçiş ücretlerinin zamlanması20
- jose mourinho29
- nişanlı kalmanın saçma olması8
- iyi bir insan olmak için ne yapmam lazım12
- en dindar özelliğiniz37
- chat sitesi kurmak9
- 13 yaşındaki kıza tecavüz eden 28 kişi28
- yaz aşkı varda kış aşkı neden yok11
- embesil yazarlar9
- 19 mayıs 2024 galatasaray fenerbahçe maçı27
- doğum gününde hatırlanmamak19
- düşün ki o bunu okuyor8
- en taşaklı kızların bizim sözlükte bulunması16
- en havalı erkek meslekleri16
- her erkeğin unutamadığı bir kadın vardır10
- burçlara inanmak9
- kezo dili ve edebiyatı8
- zall beceremiyorsan bırak git16
- sözlüğe yeni gelen masum erkek12
- bugün hangi kadın yazara ne diksem15
- hayatınızda kaç kere reddedildiniz19
- kahverengi gözlü olmanın hiç bir işe yaramaması14
- sözlük erkeklerini evire çevire pataklamak8
- şort diken müzisyen motorcu uzun boylu yazar11
- icardi1905 ile jakuziye girmek10
- kimsenin okumadığı sözlükte yazar olmak17
- ali koç9
- günahların takımı galatasaray13
- ayetullah hamaney'in mini etekli torunu20
- bir erkekle kız arkadaş olabilir mi sorunsalı8
- bik bik için diktiğim şort21
- toplu taşımalardaki müzisyen sorunsalı8
- üstteki yazar gözünde nasıl canlanıyor13
- icardi19058
Sinemanın anlatı potansiyeli öylesinedir ki,en güçlü bağını resim,hatta tiyatro ile değil roman ile kurmuştur.Hem filmler hem de romanlar çok ayrıntılı uzun öyküler anlatırlar ve bunu çoğunlukla öyküyle gözleyici arasına bir ironi düzeyi sokan bir anlatıcının perspektifinden yaparlar.Bir romanda basılı olarak anlatılabilenlerin tümü sinemada da aşağı yukarı anlatılabilir ya da görüntülenebilir.Görüntülü anlatımla dilsel anlatım arasındaki farkın yanı sıra iki sanat arasındaki ayrımlar hemen ortaya çıkar.
ilk olarak film gerçek zamanda işlediği için çok sınırlanmıştır.Romanlar yalnızca canları istediğinde biterler.Film genelde Shakespeare'in "sahnemizin kısa,iki saatlik trafiği" dediği olguyla kısıtlanmıştır.Popüler romanlar yıllardır ticari sinema için büyük bir malzeme deposu olmuştur.Gerçekten,popüler romanların ekonomisi günümüzde öyle bir noktadadır ki,romandaki malzemenin bir filmde yeniden işlenme olasılıkları,çoğu yayıncı için göz önünde tutulması gereken başlıca meselerden biri haline gelmiştir.Zaman zaman neredeyse popüler romanlar sanki yalnızca sinema için bir müsveddeymiş gibi görünmektedir.
Ama ticari sinema zaman açısından romanın alanını yeniden üretemez.Örneğin ortalama bir senaryo olarak 125 ile 150 sayfa civarındadır , ortalama bir roman ise bunun üç katıdır.Neredeyse istinasız olarak olayların bütün ayrıntıları kitaptan sinemaya aktarımda kaybolur.Yalnızca televizyon dizisi bu eksikliği giderebilir.Uzun bir roman için gerekli uzunluk duygusunun benzerini taşır.Örneğin Savaş ve Barış'ın bütün uyarlamaları arasında bana göre en başarılısı 1970'lerin başında BBC'nin yirmi bölümlük dizisi olmuştur.ille de oyunculuk ya da filmin yönetiminin iki ya da altı saatlik film versiyonlarından daha iyi olması nedeniyle değil ama uzun televizyon dizisinin , romanın esas özelliği olan uzunluğu yeniden üretebilmesi nedeniyle.
Film daha kısa süreli bir anlatımla kısıtlı olmasına rağmen,yine de doğasında romanın sahip olamadığı resimsel özelliklere sahiptir.Yazıya aktarılamayan şeyler görüntüyle verilebilir.Ve burada iki farklı anlatım arasındaki en özlü ayrıma geliyoruz.
Romanlar yazarları tarafından anlatılır.Yalnızca onun bizden duymamızı ve göremizi istediğini görür ve duyarız.Filmler de bir anlamda yaratıcılarınca anlatılır ama yönetmenin tasarladığıdan daha fazlasını görür ve duyarız.Bir romancının bir sahneyi sinemada olduğundan çok daha ayrıntılı bir biçimde tanımlamaya çalışması absürd bir iş olurdu.Daha da önemlisi romancıcın tanımlamalarının tümü onun dili,önyargıları ve bakış açısından süzülerek gelir.Sinemada ise bir ayrıntıyı değil de diğerini seçme , tercih etme özgürlüğümüz vardır.
Romanın başlıca gerilimi, öykünü malzemesi ile bunun dil içinde anlatılması, başka bir deyişle öykü ile anlatıcı arasındaki ilişkidir.Öte yandan filmin başlıca gerilimi ise öykünün malzemesi ile görüntünün nesnel doğası arasındadır.Bir filmin yönetmesi sanki çektiği sahne ile sürekli mücadele içindedir.Şans faktörünün büyük bir rolü vardır ve sonuçta gözleyici bu deneyime çok daha aktif olarak katılmakta özgürdür.Sayfa üzerindeki sözckler her zaman aynıdır ama perdedeki görüntü,dikkatimizi sahneye yönelttiğimiz sırada sürekli değişir.Sinema bu yönden çok daha zengin bir deneyimdir.
Aynı zamanda daha yoksuldur,çünkü anlatıcın kişiliği daha zayıftır.Romanda son derece yararlı olan birinci tekil şahış anlatımını deneyen tek film yalnızca Robert Montgomery'nin Göldeki Kadın'ı olmuştur.Sonuçta ortaya çıkan sıkıntı verici,klostrofobik bir film oldu: Yalnızca kahramanın gördüğünü gördük.Kahramanı bize göstermek için Montgomery bir dizi ayna hilesine başvurmak zorunda kalmıştı.Sinema romanın anlatı içinde geliştirdiği bulmacalara yaklaşabilir ama bunları asla roman gibi oluşturamaz.
Doğal olarak roman , dikkati tam da bu alana yoğunlaştırarak sinemanın meydan okumasına yanıt verdi.Resim gibi düzyazı anlatı da 20. yüzyılda mimesis'den uzaklaşıp kendilik-bilincine dönmüştür.Süreç içinde roman iki yönde ilerlemiştir.19. yüzyılda yaşamın tümlüklü anlatımına dayanan , toplumsal ve kültürel ifadenin başlıca biçimi olan ve okur-yazar orta sınıf üyelerinin tercih ettiği roman 20. yüzyılda iki biçimde ayrılmıştır: Günümüzde zaman zaman bir senaryo olarakta kullanılan , sinemayla yakından ilişkili popüler roman ve "sanatsal avantgarde" çalışmalarının yaıldığı seçkin roman.
James Joyce'dan bu yana seçkin roman,resim ile koşutluk gösteren çizgiler boyunca ilerlemiştir.Ressamlar gibi romancılar sinemadan kendi sanatlarını çözümleme ve kavramlaştırmayı öğrendiler.Vladimir Nabokov , Jorge Luis Borges , AlainRobbe-Grillet , Donald Barthelme ve diğer birçok yazar roman yazımı üzerine roman yazdı , tıpkı 20. yüzyılın birçok ressamının resim yapımı üzerine resim yapması gibi.Soyutlama , insani deneyim üzerine odaklanmaktan bu deneyim üzerine idea'larla ilgilenmeye ve sonuda da ağırlıklı olarak düşünce estetiğine kaymıştır.Oyun yazarı ve romancı Jean Genet şöyle demişti: "idealar beni ideaların biçimi kadar ilgilendirmiyor".
Roman başka yönlerden sinema tarafından değiştirilmiş midir ? Defoe'den bu yana romanın başlıca işlevlerinde biri , resminki gibi , başka mekan ve insanlarla iletişim kurmaktır.Sir Walter Scott'un zamanında bu gezi hizmeti zirvesine ulaşmıştır.Önce fotoğrafın sonrada hareketli görüntünü bu işlevi yerine getirmesinden sonra romanın betimleyici ve panaromik ögesi geriledi.Daha da önemlisi romancılar öykülerini sinemada yaygın olan küçük birimler içinde anlatmayı öğrenmişlerdir. Çağdaş oyun yazarları gibi onlar da daha sık olarak uzun sahnelerden çok kısa sahneleri düşünüyorlar.
Son olarak romanın en önemli özelliklerinden biri sözcükleri yönledirme yeteneğidir.Hiç kuşkusuz filmler de sözcükleri yönlendirir ama genellik böylesi bir bolluk içinde ve asla basılı sayfanın somut gerçekliğiyle değil.Eğer sinemanın etkisi altındaki resim,tasarıma yöneldiyse , romanda dikkatini iki kat daha fazla kendisine yönelterek ve kendi malzemesini -dil- kutsayarak şiire yaklaşmıstır.
Not : James Monaco'nun "Bir Film Nasıl Okunur? - Sinema Dili , Tarihi ve Kuramı" kitabından alıntıdır.
ilk olarak film gerçek zamanda işlediği için çok sınırlanmıştır.Romanlar yalnızca canları istediğinde biterler.Film genelde Shakespeare'in "sahnemizin kısa,iki saatlik trafiği" dediği olguyla kısıtlanmıştır.Popüler romanlar yıllardır ticari sinema için büyük bir malzeme deposu olmuştur.Gerçekten,popüler romanların ekonomisi günümüzde öyle bir noktadadır ki,romandaki malzemenin bir filmde yeniden işlenme olasılıkları,çoğu yayıncı için göz önünde tutulması gereken başlıca meselerden biri haline gelmiştir.Zaman zaman neredeyse popüler romanlar sanki yalnızca sinema için bir müsveddeymiş gibi görünmektedir.
Ama ticari sinema zaman açısından romanın alanını yeniden üretemez.Örneğin ortalama bir senaryo olarak 125 ile 150 sayfa civarındadır , ortalama bir roman ise bunun üç katıdır.Neredeyse istinasız olarak olayların bütün ayrıntıları kitaptan sinemaya aktarımda kaybolur.Yalnızca televizyon dizisi bu eksikliği giderebilir.Uzun bir roman için gerekli uzunluk duygusunun benzerini taşır.Örneğin Savaş ve Barış'ın bütün uyarlamaları arasında bana göre en başarılısı 1970'lerin başında BBC'nin yirmi bölümlük dizisi olmuştur.ille de oyunculuk ya da filmin yönetiminin iki ya da altı saatlik film versiyonlarından daha iyi olması nedeniyle değil ama uzun televizyon dizisinin , romanın esas özelliği olan uzunluğu yeniden üretebilmesi nedeniyle.
Film daha kısa süreli bir anlatımla kısıtlı olmasına rağmen,yine de doğasında romanın sahip olamadığı resimsel özelliklere sahiptir.Yazıya aktarılamayan şeyler görüntüyle verilebilir.Ve burada iki farklı anlatım arasındaki en özlü ayrıma geliyoruz.
Romanlar yazarları tarafından anlatılır.Yalnızca onun bizden duymamızı ve göremizi istediğini görür ve duyarız.Filmler de bir anlamda yaratıcılarınca anlatılır ama yönetmenin tasarladığıdan daha fazlasını görür ve duyarız.Bir romancının bir sahneyi sinemada olduğundan çok daha ayrıntılı bir biçimde tanımlamaya çalışması absürd bir iş olurdu.Daha da önemlisi romancıcın tanımlamalarının tümü onun dili,önyargıları ve bakış açısından süzülerek gelir.Sinemada ise bir ayrıntıyı değil de diğerini seçme , tercih etme özgürlüğümüz vardır.
Romanın başlıca gerilimi, öykünü malzemesi ile bunun dil içinde anlatılması, başka bir deyişle öykü ile anlatıcı arasındaki ilişkidir.Öte yandan filmin başlıca gerilimi ise öykünün malzemesi ile görüntünün nesnel doğası arasındadır.Bir filmin yönetmesi sanki çektiği sahne ile sürekli mücadele içindedir.Şans faktörünün büyük bir rolü vardır ve sonuçta gözleyici bu deneyime çok daha aktif olarak katılmakta özgürdür.Sayfa üzerindeki sözckler her zaman aynıdır ama perdedeki görüntü,dikkatimizi sahneye yönelttiğimiz sırada sürekli değişir.Sinema bu yönden çok daha zengin bir deneyimdir.
Aynı zamanda daha yoksuldur,çünkü anlatıcın kişiliği daha zayıftır.Romanda son derece yararlı olan birinci tekil şahış anlatımını deneyen tek film yalnızca Robert Montgomery'nin Göldeki Kadın'ı olmuştur.Sonuçta ortaya çıkan sıkıntı verici,klostrofobik bir film oldu: Yalnızca kahramanın gördüğünü gördük.Kahramanı bize göstermek için Montgomery bir dizi ayna hilesine başvurmak zorunda kalmıştı.Sinema romanın anlatı içinde geliştirdiği bulmacalara yaklaşabilir ama bunları asla roman gibi oluşturamaz.
Doğal olarak roman , dikkati tam da bu alana yoğunlaştırarak sinemanın meydan okumasına yanıt verdi.Resim gibi düzyazı anlatı da 20. yüzyılda mimesis'den uzaklaşıp kendilik-bilincine dönmüştür.Süreç içinde roman iki yönde ilerlemiştir.19. yüzyılda yaşamın tümlüklü anlatımına dayanan , toplumsal ve kültürel ifadenin başlıca biçimi olan ve okur-yazar orta sınıf üyelerinin tercih ettiği roman 20. yüzyılda iki biçimde ayrılmıştır: Günümüzde zaman zaman bir senaryo olarakta kullanılan , sinemayla yakından ilişkili popüler roman ve "sanatsal avantgarde" çalışmalarının yaıldığı seçkin roman.
James Joyce'dan bu yana seçkin roman,resim ile koşutluk gösteren çizgiler boyunca ilerlemiştir.Ressamlar gibi romancılar sinemadan kendi sanatlarını çözümleme ve kavramlaştırmayı öğrendiler.Vladimir Nabokov , Jorge Luis Borges , AlainRobbe-Grillet , Donald Barthelme ve diğer birçok yazar roman yazımı üzerine roman yazdı , tıpkı 20. yüzyılın birçok ressamının resim yapımı üzerine resim yapması gibi.Soyutlama , insani deneyim üzerine odaklanmaktan bu deneyim üzerine idea'larla ilgilenmeye ve sonuda da ağırlıklı olarak düşünce estetiğine kaymıştır.Oyun yazarı ve romancı Jean Genet şöyle demişti: "idealar beni ideaların biçimi kadar ilgilendirmiyor".
Roman başka yönlerden sinema tarafından değiştirilmiş midir ? Defoe'den bu yana romanın başlıca işlevlerinde biri , resminki gibi , başka mekan ve insanlarla iletişim kurmaktır.Sir Walter Scott'un zamanında bu gezi hizmeti zirvesine ulaşmıştır.Önce fotoğrafın sonrada hareketli görüntünü bu işlevi yerine getirmesinden sonra romanın betimleyici ve panaromik ögesi geriledi.Daha da önemlisi romancılar öykülerini sinemada yaygın olan küçük birimler içinde anlatmayı öğrenmişlerdir. Çağdaş oyun yazarları gibi onlar da daha sık olarak uzun sahnelerden çok kısa sahneleri düşünüyorlar.
Son olarak romanın en önemli özelliklerinden biri sözcükleri yönledirme yeteneğidir.Hiç kuşkusuz filmler de sözcükleri yönlendirir ama genellik böylesi bir bolluk içinde ve asla basılı sayfanın somut gerçekliğiyle değil.Eğer sinemanın etkisi altındaki resim,tasarıma yöneldiyse , romanda dikkatini iki kat daha fazla kendisine yönelterek ve kendi malzemesini -dil- kutsayarak şiire yaklaşmıstır.
Not : James Monaco'nun "Bir Film Nasıl Okunur? - Sinema Dili , Tarihi ve Kuramı" kitabından alıntıdır.
güncel Önemli Başlıklar