bugün
- kemalist düşmanları10
- en kötü şarkılar12
- sözlüğün en eli güzel kızı15
- beni özledin mi canım sözlük10
- camide bira içen chp li8
- imamoğlu'nun x hesabının erişime engellenmesi33
- türkiye'nin ab sürecinin süresiz dondurulması12
- fotokopici bi erkek12
- devlet bahçeli bir tutarlılık örneğidir9
- düşün ki o bunu okuyor14
- erdoğanın 300 milyar dolar serveti olması13
- akp düşerse filistin düşer kudüs düşer10
- shakespeare nin aslında şeyh pir olması9
- halkın döviz alması yasaklansın8
- tecrübeli yetkili geldi tecrübeli yetkili geldi9
- sözlük at hırsızlarının fotoğrafları15
- dedikodu yapan erkek15
- ekrem imamoğlu'nun bir sevgilisi olduğu iddiası90
- göğsü yeni tomurcuklanmış kızları ben ne yapacağım9
- 7 mayıs 2025 aym başıboş sokak köpekleri kararı25
- 7 mayıs 2025 büyük beyazıt mitingi27
- bir erkeğin bağımlılık yapabilecek özellikleri12
- neden para basıp dış borcumuzu ödemiyoruz9
- chp otobüsünde çocuk taciz eden chp li yönetici8
- 15 temmuz da hz muhammed istanbul daydı20
- kemalist çocuğu9
- ehliyetsiz otobüs kullanan chp milletvekili9
- kendini tek cümlede anlatmak8
- ekrem imamoğluna atılacak yeni iftira15
- 5 milyonluk israili yenemeyen araplar16
- 6 mayıs 2025 inter barcelona maçı17
- ramadan fahriden11
- pakistan hindistan savaşı13
- 7 mayıs 2025 ali koç trtspor canlı yayını12
- israil devletinin yaptığı büyük şerefsizlik8
- batının türkiye hayranlığı14
- yetkili geldi yetkili geldi8
- evli erkeklerle ilişkiye giren kadınlar10
- psikiyatri servisinde tanışılan kız15
- sırrı süreyya önder8
- chplilerin zihninin yıkanmış olması13
- akp denince akla gelen şeyler8
- savaş kapıdayken ülkeyi kızıştıran özel9
- latife makbule veya zübeyde isminin azlığı10
- chplilerin din düşmanlığı14
- bir ak partili 100 chpliye bedeldir10
- ekrem imamoğlu'nun hain olması15
- ekrem imamoğlu ile kafayı bozan ak partililer20
- yeni akit'in yılın haber sitesi seçilmesi10
- türkler ve araplar aynı ırktandır8


entry'ler (99)
orospu çocuğu teistleri gaza getirmiştir.
Dün açıklanan yüksek lisans mülakat sonuçlarından sonra inşaat mühendisliği fakültesinde çok bariz bir şekilde bir şeyler döndüğü kanıtlanmış üniversitedir.Zira resimde görüldüğü gibi ales ve genel ortalaması diğer başvuranların çoğundan daha iyi olan kendi üniversitelerinden bir öğrenci bilinçli şekilde , kim bilir kimin çıkarı için saf dışı bırakılmıştır.Tüm mülakat notları 70 ile 100 arasında değişirken ilgili arkadaşa 2 verilip "0.02" puan farkla kontenjan dışı bırakılmıştır.Ve gayet belli ki verilen 2 içinde hassas hesaplamalar yapılmış ,adamlar resmen t****k geçmişler arkadaşla.Bi şekilde hesabı sorulur umarım bu olayın.
görsel
görsel
Bugün kayıt yapmak için girdiğim internet sitesindeki etkinlik sayfasında gördüğüm ve gözlerime inanamadığım etkinliğiyle aklımı başımdan alan üniversitedir.Buradan sinema topluluğunu tebrik eder , dönem başladığında ilk işimin topluluğa üye olmak olucağını belirtmek isterim.
görsel
görsel
Sinemanın anlatı potansiyeli öylesinedir ki,en güçlü bağını resim,hatta tiyatro ile değil roman ile kurmuştur.Hem filmler hem de romanlar çok ayrıntılı uzun öyküler anlatırlar ve bunu çoğunlukla öyküyle gözleyici arasına bir ironi düzeyi sokan bir anlatıcının perspektifinden yaparlar.Bir romanda basılı olarak anlatılabilenlerin tümü sinemada da aşağı yukarı anlatılabilir ya da görüntülenebilir.Görüntülü anlatımla dilsel anlatım arasındaki farkın yanı sıra iki sanat arasındaki ayrımlar hemen ortaya çıkar.
ilk olarak film gerçek zamanda işlediği için çok sınırlanmıştır.Romanlar yalnızca canları istediğinde biterler.Film genelde Shakespeare'in "sahnemizin kısa,iki saatlik trafiği" dediği olguyla kısıtlanmıştır.Popüler romanlar yıllardır ticari sinema için büyük bir malzeme deposu olmuştur.Gerçekten,popüler romanların ekonomisi günümüzde öyle bir noktadadır ki,romandaki malzemenin bir filmde yeniden işlenme olasılıkları,çoğu yayıncı için göz önünde tutulması gereken başlıca meselerden biri haline gelmiştir.Zaman zaman neredeyse popüler romanlar sanki yalnızca sinema için bir müsveddeymiş gibi görünmektedir.
Ama ticari sinema zaman açısından romanın alanını yeniden üretemez.Örneğin ortalama bir senaryo olarak 125 ile 150 sayfa civarındadır , ortalama bir roman ise bunun üç katıdır.Neredeyse istinasız olarak olayların bütün ayrıntıları kitaptan sinemaya aktarımda kaybolur.Yalnızca televizyon dizisi bu eksikliği giderebilir.Uzun bir roman için gerekli uzunluk duygusunun benzerini taşır.Örneğin Savaş ve Barış'ın bütün uyarlamaları arasında bana göre en başarılısı 1970'lerin başında BBC'nin yirmi bölümlük dizisi olmuştur.ille de oyunculuk ya da filmin yönetiminin iki ya da altı saatlik film versiyonlarından daha iyi olması nedeniyle değil ama uzun televizyon dizisinin , romanın esas özelliği olan uzunluğu yeniden üretebilmesi nedeniyle.
Film daha kısa süreli bir anlatımla kısıtlı olmasına rağmen,yine de doğasında romanın sahip olamadığı resimsel özelliklere sahiptir.Yazıya aktarılamayan şeyler görüntüyle verilebilir.Ve burada iki farklı anlatım arasındaki en özlü ayrıma geliyoruz.
Romanlar yazarları tarafından anlatılır.Yalnızca onun bizden duymamızı ve göremizi istediğini görür ve duyarız.Filmler de bir anlamda yaratıcılarınca anlatılır ama yönetmenin tasarladığıdan daha fazlasını görür ve duyarız.Bir romancının bir sahneyi sinemada olduğundan çok daha ayrıntılı bir biçimde tanımlamaya çalışması absürd bir iş olurdu.Daha da önemlisi romancıcın tanımlamalarının tümü onun dili,önyargıları ve bakış açısından süzülerek gelir.Sinemada ise bir ayrıntıyı değil de diğerini seçme , tercih etme özgürlüğümüz vardır.
Romanın başlıca gerilimi, öykünü malzemesi ile bunun dil içinde anlatılması, başka bir deyişle öykü ile anlatıcı arasındaki ilişkidir.Öte yandan filmin başlıca gerilimi ise öykünün malzemesi ile görüntünün nesnel doğası arasındadır.Bir filmin yönetmesi sanki çektiği sahne ile sürekli mücadele içindedir.Şans faktörünün büyük bir rolü vardır ve sonuçta gözleyici bu deneyime çok daha aktif olarak katılmakta özgürdür.Sayfa üzerindeki sözckler her zaman aynıdır ama perdedeki görüntü,dikkatimizi sahneye yönelttiğimiz sırada sürekli değişir.Sinema bu yönden çok daha zengin bir deneyimdir.
Aynı zamanda daha yoksuldur,çünkü anlatıcın kişiliği daha zayıftır.Romanda son derece yararlı olan birinci tekil şahış anlatımını deneyen tek film yalnızca Robert Montgomery'nin Göldeki Kadın'ı olmuştur.Sonuçta ortaya çıkan sıkıntı verici,klostrofobik bir film oldu: Yalnızca kahramanın gördüğünü gördük.Kahramanı bize göstermek için Montgomery bir dizi ayna hilesine başvurmak zorunda kalmıştı.Sinema romanın anlatı içinde geliştirdiği bulmacalara yaklaşabilir ama bunları asla roman gibi oluşturamaz.
Doğal olarak roman , dikkati tam da bu alana yoğunlaştırarak sinemanın meydan okumasına yanıt verdi.Resim gibi düzyazı anlatı da 20. yüzyılda mimesis'den uzaklaşıp kendilik-bilincine dönmüştür.Süreç içinde roman iki yönde ilerlemiştir.19. yüzyılda yaşamın tümlüklü anlatımına dayanan , toplumsal ve kültürel ifadenin başlıca biçimi olan ve okur-yazar orta sınıf üyelerinin tercih ettiği roman 20. yüzyılda iki biçimde ayrılmıştır: Günümüzde zaman zaman bir senaryo olarakta kullanılan , sinemayla yakından ilişkili popüler roman ve "sanatsal avantgarde" çalışmalarının yaıldığı seçkin roman.
James Joyce'dan bu yana seçkin roman,resim ile koşutluk gösteren çizgiler boyunca ilerlemiştir.Ressamlar gibi romancılar sinemadan kendi sanatlarını çözümleme ve kavramlaştırmayı öğrendiler.Vladimir Nabokov , Jorge Luis Borges , AlainRobbe-Grillet , Donald Barthelme ve diğer birçok yazar roman yazımı üzerine roman yazdı , tıpkı 20. yüzyılın birçok ressamının resim yapımı üzerine resim yapması gibi.Soyutlama , insani deneyim üzerine odaklanmaktan bu deneyim üzerine idea'larla ilgilenmeye ve sonuda da ağırlıklı olarak düşünce estetiğine kaymıştır.Oyun yazarı ve romancı Jean Genet şöyle demişti: "idealar beni ideaların biçimi kadar ilgilendirmiyor".
Roman başka yönlerden sinema tarafından değiştirilmiş midir ? Defoe'den bu yana romanın başlıca işlevlerinde biri , resminki gibi , başka mekan ve insanlarla iletişim kurmaktır.Sir Walter Scott'un zamanında bu gezi hizmeti zirvesine ulaşmıştır.Önce fotoğrafın sonrada hareketli görüntünü bu işlevi yerine getirmesinden sonra romanın betimleyici ve panaromik ögesi geriledi.Daha da önemlisi romancılar öykülerini sinemada yaygın olan küçük birimler içinde anlatmayı öğrenmişlerdir. Çağdaş oyun yazarları gibi onlar da daha sık olarak uzun sahnelerden çok kısa sahneleri düşünüyorlar.
Son olarak romanın en önemli özelliklerinden biri sözcükleri yönledirme yeteneğidir.Hiç kuşkusuz filmler de sözcükleri yönlendirir ama genellik böylesi bir bolluk içinde ve asla basılı sayfanın somut gerçekliğiyle değil.Eğer sinemanın etkisi altındaki resim,tasarıma yöneldiyse , romanda dikkatini iki kat daha fazla kendisine yönelterek ve kendi malzemesini -dil- kutsayarak şiire yaklaşmıstır.
Not : James Monaco'nun "Bir Film Nasıl Okunur? - Sinema Dili , Tarihi ve Kuramı" kitabından alıntıdır.
ilk olarak film gerçek zamanda işlediği için çok sınırlanmıştır.Romanlar yalnızca canları istediğinde biterler.Film genelde Shakespeare'in "sahnemizin kısa,iki saatlik trafiği" dediği olguyla kısıtlanmıştır.Popüler romanlar yıllardır ticari sinema için büyük bir malzeme deposu olmuştur.Gerçekten,popüler romanların ekonomisi günümüzde öyle bir noktadadır ki,romandaki malzemenin bir filmde yeniden işlenme olasılıkları,çoğu yayıncı için göz önünde tutulması gereken başlıca meselerden biri haline gelmiştir.Zaman zaman neredeyse popüler romanlar sanki yalnızca sinema için bir müsveddeymiş gibi görünmektedir.
Ama ticari sinema zaman açısından romanın alanını yeniden üretemez.Örneğin ortalama bir senaryo olarak 125 ile 150 sayfa civarındadır , ortalama bir roman ise bunun üç katıdır.Neredeyse istinasız olarak olayların bütün ayrıntıları kitaptan sinemaya aktarımda kaybolur.Yalnızca televizyon dizisi bu eksikliği giderebilir.Uzun bir roman için gerekli uzunluk duygusunun benzerini taşır.Örneğin Savaş ve Barış'ın bütün uyarlamaları arasında bana göre en başarılısı 1970'lerin başında BBC'nin yirmi bölümlük dizisi olmuştur.ille de oyunculuk ya da filmin yönetiminin iki ya da altı saatlik film versiyonlarından daha iyi olması nedeniyle değil ama uzun televizyon dizisinin , romanın esas özelliği olan uzunluğu yeniden üretebilmesi nedeniyle.
Film daha kısa süreli bir anlatımla kısıtlı olmasına rağmen,yine de doğasında romanın sahip olamadığı resimsel özelliklere sahiptir.Yazıya aktarılamayan şeyler görüntüyle verilebilir.Ve burada iki farklı anlatım arasındaki en özlü ayrıma geliyoruz.
Romanlar yazarları tarafından anlatılır.Yalnızca onun bizden duymamızı ve göremizi istediğini görür ve duyarız.Filmler de bir anlamda yaratıcılarınca anlatılır ama yönetmenin tasarladığıdan daha fazlasını görür ve duyarız.Bir romancının bir sahneyi sinemada olduğundan çok daha ayrıntılı bir biçimde tanımlamaya çalışması absürd bir iş olurdu.Daha da önemlisi romancıcın tanımlamalarının tümü onun dili,önyargıları ve bakış açısından süzülerek gelir.Sinemada ise bir ayrıntıyı değil de diğerini seçme , tercih etme özgürlüğümüz vardır.
Romanın başlıca gerilimi, öykünü malzemesi ile bunun dil içinde anlatılması, başka bir deyişle öykü ile anlatıcı arasındaki ilişkidir.Öte yandan filmin başlıca gerilimi ise öykünün malzemesi ile görüntünün nesnel doğası arasındadır.Bir filmin yönetmesi sanki çektiği sahne ile sürekli mücadele içindedir.Şans faktörünün büyük bir rolü vardır ve sonuçta gözleyici bu deneyime çok daha aktif olarak katılmakta özgürdür.Sayfa üzerindeki sözckler her zaman aynıdır ama perdedeki görüntü,dikkatimizi sahneye yönelttiğimiz sırada sürekli değişir.Sinema bu yönden çok daha zengin bir deneyimdir.
Aynı zamanda daha yoksuldur,çünkü anlatıcın kişiliği daha zayıftır.Romanda son derece yararlı olan birinci tekil şahış anlatımını deneyen tek film yalnızca Robert Montgomery'nin Göldeki Kadın'ı olmuştur.Sonuçta ortaya çıkan sıkıntı verici,klostrofobik bir film oldu: Yalnızca kahramanın gördüğünü gördük.Kahramanı bize göstermek için Montgomery bir dizi ayna hilesine başvurmak zorunda kalmıştı.Sinema romanın anlatı içinde geliştirdiği bulmacalara yaklaşabilir ama bunları asla roman gibi oluşturamaz.
Doğal olarak roman , dikkati tam da bu alana yoğunlaştırarak sinemanın meydan okumasına yanıt verdi.Resim gibi düzyazı anlatı da 20. yüzyılda mimesis'den uzaklaşıp kendilik-bilincine dönmüştür.Süreç içinde roman iki yönde ilerlemiştir.19. yüzyılda yaşamın tümlüklü anlatımına dayanan , toplumsal ve kültürel ifadenin başlıca biçimi olan ve okur-yazar orta sınıf üyelerinin tercih ettiği roman 20. yüzyılda iki biçimde ayrılmıştır: Günümüzde zaman zaman bir senaryo olarakta kullanılan , sinemayla yakından ilişkili popüler roman ve "sanatsal avantgarde" çalışmalarının yaıldığı seçkin roman.
James Joyce'dan bu yana seçkin roman,resim ile koşutluk gösteren çizgiler boyunca ilerlemiştir.Ressamlar gibi romancılar sinemadan kendi sanatlarını çözümleme ve kavramlaştırmayı öğrendiler.Vladimir Nabokov , Jorge Luis Borges , AlainRobbe-Grillet , Donald Barthelme ve diğer birçok yazar roman yazımı üzerine roman yazdı , tıpkı 20. yüzyılın birçok ressamının resim yapımı üzerine resim yapması gibi.Soyutlama , insani deneyim üzerine odaklanmaktan bu deneyim üzerine idea'larla ilgilenmeye ve sonuda da ağırlıklı olarak düşünce estetiğine kaymıştır.Oyun yazarı ve romancı Jean Genet şöyle demişti: "idealar beni ideaların biçimi kadar ilgilendirmiyor".
Roman başka yönlerden sinema tarafından değiştirilmiş midir ? Defoe'den bu yana romanın başlıca işlevlerinde biri , resminki gibi , başka mekan ve insanlarla iletişim kurmaktır.Sir Walter Scott'un zamanında bu gezi hizmeti zirvesine ulaşmıştır.Önce fotoğrafın sonrada hareketli görüntünü bu işlevi yerine getirmesinden sonra romanın betimleyici ve panaromik ögesi geriledi.Daha da önemlisi romancılar öykülerini sinemada yaygın olan küçük birimler içinde anlatmayı öğrenmişlerdir. Çağdaş oyun yazarları gibi onlar da daha sık olarak uzun sahnelerden çok kısa sahneleri düşünüyorlar.
Son olarak romanın en önemli özelliklerinden biri sözcükleri yönledirme yeteneğidir.Hiç kuşkusuz filmler de sözcükleri yönlendirir ama genellik böylesi bir bolluk içinde ve asla basılı sayfanın somut gerçekliğiyle değil.Eğer sinemanın etkisi altındaki resim,tasarıma yöneldiyse , romanda dikkatini iki kat daha fazla kendisine yönelterek ve kendi malzemesini -dil- kutsayarak şiire yaklaşmıstır.
Not : James Monaco'nun "Bir Film Nasıl Okunur? - Sinema Dili , Tarihi ve Kuramı" kitabından alıntıdır.
orjinal klibi en sonunda bulunmuştur.keyifle izleyelim madem bizde
http://alkislarlayasiyoru...rdir-aranan-orijinal-klip
http://alkislarlayasiyoru...rdir-aranan-orijinal-klip
öğrencilerin duygusal ilişkilerinden kiminle arkadaş olduklarına kadar fişlendiği üniversitedir.
http://www.radikal.com.tr...kimin_elini_tuttu-1169413
görsel
http://www.radikal.com.tr...kimin_elini_tuttu-1169413
görsel
sınavınız kötü geçtiğini söyleyip sıfır almaktan korkmazsınız bu üniversitede zira vize'den "- (eksi)" not alabileceğinizden korkmanız lazım bu üniversitede . görsel
Siouxsie and the Banshees coverı ayrı bi tat katmıştır şarkıya, "Iggy Pop" dan dinliyen bide "Siouxsie Sioux" un güzel sesinden dinlemelidir.
http://www.youtube.com/watch?v=Oag8M1tzbFg
(bkz: siouxsie and the banshees)
http://www.youtube.com/watch?v=Oag8M1tzbFg
(bkz: siouxsie and the banshees)
Bir Neil Jordan filmidir.Interview with the Vampire filmini izleyip beğenenlerin kesinlikle izlemesi gereken filmdir.Ayrıca imdb puanını görünce sinirlendiğim film, kesinlikle underrated.
(bkz: Saoirse Ronan)
(bkz: Gemma Arterton)
http://www.filmcomment.co...iew-byzantium-neil-jordan
(bkz: Saoirse Ronan)
(bkz: Gemma Arterton)
http://www.filmcomment.co...iew-byzantium-neil-jordan
ders kayıt sistemi koskocaman bir şakadan ibarettir. zira ders alıp alamayacağınız aşikardır.
görsel
görsel
aslında tuvalette olmadığınızı anlamanızdır.