bugün

ölümün en güzel tarifi

"ölüm" tarifi olmayan bir sızıdır.

hani derler ya "ayrılık ölümden beter", inanmayın. ölümden daha beter bir acı,bir korku,bir yalnızlık yoktur. giden herkes geri gelir. yani belki bedensel olarak gelmez. ama gelir sonuçta. sizin vazgeçişiniz,onun gelişidir çünkü. birinin geldiğini,mutlaka dokunduğunuzda veya sarıldığınızda ya da öptüğünüzde anlamazsınız. biri gider ve hayat bitti sanarsınız. çok canınız yanar,ölürsünüz. nefes aldığınızda burnunuz sızlar. kalbinize bir öküz oturur. yutkunamazsınız. acıya itiraz etmeye bile gücünüz yoktur. dört gözle gelmesini beklersiniz,doğru ya da yanlış. hatta çoğu zaman geldiğinde hiç de mutlu olamayacağınızı bilmenize rağmen,inatla ve acıyla beklersiniz. kokusu yeterdir çünkü, bakışı yeterdir. sonuç olarak; belli bir zaman sonra,somut olarak gelmeyen biri,soyut olarak gelir. sizden "gittiği" an,gelmiştir. çünkü artık yolda karşılaştığınız yabancı birisidir o. geçmişi hatırlatacak her şeye boş gözlerle bakıyorsunuzdur artık. yabancı bir adamın fotoğrafına bakmakla,onun fotoğrafına bakmak arasında bir fark yoktur.

bir de gelmek vardır. herkesin bedeninin başka bir baharatı vardır ve ruhunun başka bir şarkısı. ruha "birisi" dokunur ve o gelmiştir. telefonunuz çaldığında kalbiniz titrer ve o gelmiştir. o telefon kapanırken içiniz acır ve o gelmiştir. çoğu zaman kurtarıcınız olur belki. belki bir yerde bıraktığınız "bir parçanızı" yakalamış olursunuz. sıfat önemsizdir. sonuçta ruhunuzun tınısından anlayan biri gelmiştir ve bu iyi bir şeydir.

ölüm...
gitmek ya da gelmek gibi bir şey değildir. ölümün kokusunu hissetmek çok gariptir. bir sabah telefonunuz çalar. çok sevdiğiniz bir arkadaşınızdır arayan ve o gün çok sevdiğiniz başka arkadaşlarınızla, hep beraber buluşup taksim'e gideceksinizdir. telefonunuz sabahın köründe çaldığı için gerilip, o itici ses tonuyla cevaplarsınız çağrıyı. karşınızda ki canınız,ciğeriniz,dostunuz "yarım saate sağmalcılar metronun önünde ol" demiştir, çok soğuk bir sesle. neden,niçin diye sorgulamadan "tamam" deyip kapatırsınız telefonu ve çıkarsınız yataktan. yüzünüzü yıkadıktan sonra saate bakarsınız ve akrep henüz 9'un üzerinde, yelkovan da 8 ile 9 arasında bir yerdedir. bu hiç olmamıştır,bir gariplik olduğunu anlarsınız ve aklınıza "neden" sorusu gelir. normalde her şeyi ince ince didikleyen beyniniz nedense düşünmüyordur o gün. üstelemezsiniz ve giyinirsiniz acele acele. kapının yanına yaklaşıp,ayakkabınızı elinize aldığınızda içinizde bir yerlerde,bir şey koptuğunu hissedersiniz. sabahına arkadaşınızın telefonuyla uyandığınız gecede gördüğünüz o rüya aklınıza gelir,korkmuşsunuzdur. düşünmemek için kendinizi zorlarsınız. taksim'e gittiğinize inandırırmaya çalışırsınız kendinizi. sağmalcılar metroya yaklaştığınızda gözlerinizden süzülen yaşlara engel olamazsınız,hissetmişsinizdir. gittiğinizde, o gün taksim'e gidip eğlenecek olan herkes oradadır ama kimse eğlenmiyordur. yolda gözlerinizden akmaya başlayan yaşlar,arkadaşlarınızı rahatlatmıştır biraz olsun. çünkü bu ölümden en çok siz etkileneceksinizdir ve ağladığınıza göre biliyorsunuzdur gerçeği,onlar anlatmak zorunda kalmayacaklardır. o rahatlıkla, herkes birbirine sarılıp ağlamaya başlar. siz aslında hiçbir şey bilmiyorsunuzdur ama anlamışsınızdır. çok fazla dakika geçmeden sonra, yine çok sevdiğiniz başka bir arkadaşınız "napıcaz biz şimdi" der. dilinizden "neden ki" sorusu dökülür. herkes şaşırır çünkü siz ağlayarak gelmişsinizdir ve bilmeniz lazımdır. nedense sorunuza cevap beklemeden rüyanızı anlatmaya başlarsınız ve "ben anladım" dersiniz. yağmur yağar. sağmalcılar metro istasyonu'ndan tuna lisesi tarafına çıkan küçük yokuşa yürünür yavaşça. siz mırıldanırsınız "taner yok artık" diye. boğazınıza kocaman bir yumruk oturmuştur. göz yaşlarınızda kaybolup,yolu göremezsiniz artık. ölümün o sinsi kokusunu en derinlerde hissedersiniz. semih kolunuza girer,5 dakikalık yol bitmesin diye dua ede ede yürürsünüz. yol biter. gözyaşlarınızdan göremeye göremeye merdiven çıkarsınız ve bir eve girersiniz. bir anne oturuyordur yerde. "oğlumu neden getirmediniz" diye sorar. bitmişsinizdir. o gün akşama kadar ağlarsınız aralıksız,hem de ağlıyormuş gibi değil,bir şey anlatıyormuş gibi. gece sabah kadar da ilaçlarla uyursunuz. sabah uyandığınızda tanımadığınız bir yatakta, ne olur rüya olsun diye dilenirken bulursunuz kendinizi. sonra kan bağsız kardeşiniz gelir yanınıza,gözlerinizden öper. kalkarsınız ve kusarsınız. zaman biraz daha ilerler. defalarca,paranız olmadığı için, 2 saat yürüyerek gittiğiniz ve çok sevdiğiniz pierre loti'ye gidersiniz. taner yine yanınızdadir ama siz yürürken,o yatıyordur bu kez. tepeye çıkan yokuşta nefes nefes kalıp,şikayet edemezsiniz ona. bu kez çay içmezsiniz beraber. o yüksek sesli kahkahalarınız da yoktur. kedileri de sevmezsiniz. taner'i oraya yatırıp dönersiniz. sonra sık sık, günlerce o yatağın kenarında oturursunuz...

sonrası siliktir. hayat devam etmiştir bir şekilde. ama bir parçanız uyuyordur pierre loti'de.

ölümün tarifi yoktur...
güncel Önemli Başlıklar