bugün

kendime bir mektup yazdım

eteğimden çekiştirip duran çocuk'a;

sevgili çocuk hala ve hala eteğimi çekiştirip duruyorsun, hiç yorulmadın.
heyecanın lunaparka ilk kez giren bir çocuk heyecanı ve o heyecan hiç eksilmedi. dönme dolabın yükselişine olan hayretin, balerin kadının dönüşü, atlı karıncanın ışıltılı ve masalsı dünyası, ışıklar, renkler, sesler, yıdızlar, uzaklar, yakınlar, büyükler, küçükler, pamuk şekeri, düşüp dizlerini kanatman, kirli yüzündeki gözyaşı izlerin hiç değişmedi.

hep koşturma peşindesin. bu ilgin seni yormadıysa bile beni çok yordu. az biraz nefeslen, az biraz koşturduğun ve gözlerini fal taşı gibi açtıran şeye odaklandan, az biraz orda kal, az biraz dinlenelim... her imge çok güzel, her kavram baştan çıkarıcı, her kelime mucize, her yaratılan muhteşem... ardından yanılgıların, ardından yeniden yeniliklere koşman, ardından başka bir yön... yönünü bulamadın çocuk, biliyorum bulmak istemedin, bulmak senin bitmen demekti oysa sen "yeni" olanı hep sevdin. iyi, kötü diye bakamadım bile bebeğim... elinde değildi, duramadın. zaman çok ilerledi çocuk. sen hala "eski sen" ama ben şimdi "yaşlı bir ben" .

senin koşmana ayak uyduramıyorum...
sen aynı heyecanla koşarken sağa sola, benim dizlerim ağrıyor. yılgınlığım senden çok. beni çok yordun ama şikayet etmiyorum ikimizin de seçme şansı yoktu... senin gözün hala gökyüzünde, benim ise saatte...

biliyorum yaşadığın gibi öleceksin.

"seni ruhun öldürecek"