bugün

yabancı değnek

***
Hafif melankolik ruh halinden mutlu oluyormuşçasına atıyordu adımlarını adam. Bilinçsizce sokağa çıkmayalı epey bir vakit olmuştu. Rast gele girilen sokaklar,sakin yürümenin verdiği rahatlık, daha önce defalarca geçmesine rağmen ilk kez gördüğü evler ve soluduğu havanın tazeliği biraz şaşırtmış ve mutlu etmişti onu.

Sanki az evvel yaşamının büyük çoğunluğunu kaplayan anılarındaki o dostları, o sevgiliyi silip atan adam değildi. Mutsuzluktan ziyade özgürleştiğini hissediyordu, yorulmuş ruhunu kendi elleriyle onarmıştı. Yeni gelmiş sıcacık bir rol almıştı hayattan. Ellerinde tuttuğunda, sıcaklığından yansa da umurunda değildi.

Ayakları onu nehir kenarına götürmüştü. iki tek atıp, kendiyle kutlamayı düşündü zafer saydığı yenilgisini. Nehrin akış hızına paralel olarak arındığını hissediyordu. Siparişi masaya gelmiş ve düşüncelere karışmış tebessümüyle seyre dalmıştı. Çok geçmeden masaya bir kadının gelip oturmasıyla irkildi. Anlamaya çalışırcasına kadını izlerken:

-yanlış oldu sanıyorum, sizi tanımıyorum.

Gülümseyerek cevap verdi iri gözleri ve umursamaz tavrıyla kadın:

-yanlış olmadı ve evet bende seni tanımıyorum.

Adam şaşkınlık içinde beklerken, kadın garsondan satranç istemişti.

-bu kadar şaşılacak ne var anlamıyorum, belli ki birini beklemiyorsun, oturmuş huzur arıyorsun. Huzurun nehirde olmadığından bihaber olmalısın. Efkâr da saadette getirmiş olsa buraya seni, paylaşıp arttıracak yahut azaltacak kimse yoksa… Olmaz.

-Neden? diye sordu adam. Neden bunu yapıyorsunuz?

Yine rahat tavrıyla cevap verdi kadın:

-gayet basit. Seviyorum hiç tanımadığım biriyle satranç oynamayı, bir sonraki hamleni bilmiyorum ama bir daha oynarsak bileceğim sonrakinde ve keyif aldığım bu oyun repliklerini ezberlediğim bir filme dönüşecek. Dikkatle baktığım yabancı gözlerin bana konuşmaya başlayacak ve büyü bozulacak. Yani; kendim için.

Sadece gülümsemişti adam. ilk ve son kez aynı masada oturduklarının bilinciyle son derece keyifle sürdürdü oyununu. Hamlelerinin önemi yoktu ya da arka masada hiç susmayan bir grup arkadaşın seslerinin yahut yan masalarında ki el ele, diz dize oturan bir çift sevgilinin. Yıllardır birlikte yaşamaya alıştığı o öfke kaybolup gitmişti bir anda. Sürekli aynı sohbetlerde boğulan dostlarıyla onu başkalaştırıp, büyük beden kıyafetin içine sokmaya çalışan sevgilisinden ayrılmış, onu yaşlandıran işinden istifa etmiş yani; kendince bozuk paralardan kurtulmuş ve başlı başına o olarak yoluna devam etmeyi seçmişti. Ne kadar doğruydu yaptıkları? Bilmiyordu. Bildiği tek şey iyi hissettiğiydi.


Defalarca satranç oynamıştı. Özellikle küçükken en keyif aldığı oyundu. Hiçbir zaman çok iyi değildi, tesellisi babası ve dedesinin deneyimiydi ancak; böylesine bir paylaşım olduğu fikrine kapılmamıştı. Yüklediği anlamlara içten içe gülse de, özelleştirme hakkına sahipti. Suskunluğun ve gözlerin birbirine değişi bu denli bir haz vermemişti ona.
Kadın arada nehre dalıyor, şarabını yudumluyor lakin çoğunlukla adamın gözlerine kilitleniyordu. ifadesiz bir çehrenin sessizlik içinde konuşuyor olması büyük meziyetti adam için. Büyük bir heyecan duysa da önemi yoktu karşısında ki kadının güzelliğinin. Kendiyle öylesine bağra çağıra kavga ediyordu ki, orada ki her şey bitti dediği anda ortaya çıkan mucizelerdi.

Hayatta hiç risk almamış, önüne hangi yemek konulmuşsa onu yemişti düne kadar. Hayat üzerine kafa yormayacak kadar kalpazandı. Basit düşünmeli ve basit yaşamalıydı. Sadece 1 saniyeyi hatırına getirdi sonra. Hayatını olduğu gibi tepe taklak edip, her şeyi silip attığı o saniyeyi. Bir anda ruhunun parça pincik edildiği hissine kapılmıştı. Ve hiçbir şey söylemeden şekillendirilmiş bedenini orada bırakıp güçlükle kurtardığı ruhunu alıp, gitmişti. Sevginin üstünlüğünü düşünmüştü çok kereler, uğruna yapılanları, ama bir sınır varmış bir nokta ki uçlarda, geçildiği zaman gözü karartan, yok saydırıp, tüm kaldığı vakitleri 1 saniyede gitmesini sağlayan.

Oyunu kaybetmişti. Umursamadı. Birbirlerini hiç unutmayacaklarını biliyorlardı. Özel bir andı onun için ve tekrarlandığında biliyordu ki değişiverecekti her şey. Birbirlerinin hayatlarına ses çıkarmadan dokunmuş ve iyileştirmişlerdi. Köprüleri, satranç olmuştu. Masadan aynı sessizlikte kalkıp gitti kadın. Gidişini izlemek dışında bir şey yapmadı.

Hayat en ihtiyaç duyduğunda gözünü kırpmış ve onu adeta yüceltmişti. Ortada duran piyona kitledi gözlerini. Şah olma arzusunu bir kenara bıraktı ve piyonun zamanı olduğunu düşündü. Vakit varken huzur çalabilirdi belki biraz hayattan.

***

…Kadın masaya oturdu. Zaman kayıyordu kadının Zihninde saati geriye kurdu .


Kadehlere yenileri eklendikçe düşlerini ortaya çıkarıp bir bir gerçeklere meydan okudu. Yalnız bir adamın gölgesine düşmek…kendi elleriyle bir an yaratmak istemişti,istemiş ve gerçekleştirmişti. Aradaki huzursuz zamanı düşündü sonra, gittikçe uzaklaşan’’ bir gün’’ü . mecali kalmamış olması umurunda değildi. Yaşamının kestirmelere olan nefreti de umurunda değildi. arzuladığı tek şey kısa süreliğine de olsa şerit değiştirmekti.

Mutluluk yakalanmayı bekliyordu. Hep oradaydı.yolun tam karşısındaydı. yakalaması için belki kırmızı ışıkta geçmeliydi lakin şansı vardı. An’lar yaratabilmek,yaşamaktan daha keyifliydi.

Şah mat dedi kadın. Ve şimdi onları buluşturan yerdeydi.; yalnızlığın ortak paydasında. Zaten asıl mühim olan ortak bir payda da olabilmek değil miydi?