bugün
- manyak olmaya karar verdim11
- hangi sözlük yazarının tipini merak ediyorsunuz19
- stanley termos16
- yazarların en büyük dilekleri14
- yaşamak için geçerli sebepler19
- gecenin şarkısı12
- ilim vs bilim9
- anın görüntüsü18
- 22 haziran 2024 türkiye-portekiz maçı82
- arkadaşlar sınava çalışıyorum birşey diyor musunuz14
- incil çok uzun'ya okurken sıkılıyorum12
- gideon reid morgan jj40
- gideon reid morgan jj silik yesin kampanyası9
- 4 karısı 2 kız arkadaşı olan işsiz adam8
- hacda aşırı sıcaktan 500 den fazla kişinin ölmesi12
- karton toplayan çocuğun elleri13
- çıkma teklifi etmek33
- duşta işemek19
- kürtlerin dünya lideri olduğu gerçeği17
- sözlük yazarları nasıl eğleniyor13
- nihavend longa9
- michy batshuayi19
- abdülkerim bardakçı13
- ona bilmediği bir vergi önerisi yap14
- samet akaydın13
- yalnızlığın anlaşıldığı anlar13
- antalya daki engelli çocuğa toplu tecavüz8
- en kaliteli türk kahvesi markaları13
- karşı cinste aranan özellikler15
- tacikistan'da başörtü takılması tamamen yasaklandı28
- hangi şarkı seni ağlatıyor22
- ucuz escort17
- larisalisa23
- donuz listesindekilerin yazdıklarının görünmemesi8
- milliyetçi olmamak14
- kürtlerin siklerinin daha büyük olması gerçeği16
- dünya kadar malın olacağına9
- özlenen sözlük yazarları38
- mika raun ile sevişir misiniz11
- xdream12
- sari renkli seker8
- kız yazarların entryleri neden artı oy alıyor12
- fransa bayrağını yakan sığınmacı10
- jose mourinho8
- küçükçekmece de öpüşen yaşlı amcalar22
- hiçbir erkeğin size laf atamaması12
- halkımızın asıl sorunu yeterince sikişmemesidir18
- herkesin bir anüsü olduğu gerçeği9
- köpeğin su içtiği kabı tekmeleyene çift dalmak11
yine gazetede bir haber gördüm boynum büküldü. varlıklı bir ailenin oğlu yurtdışına dil eğitimi almaya gitmiş, öğrenemeyince depresyona girip intihar etmiş.
bu haber psikolojimi bozdu. zira ben de istiyorum öğrenmek. sonra ikincisini öğrenmek, sonra üçüncüsünü...
boşuna ayırmıyorum haftasonumu yabancı dil kursuna. ve çok da yararını görüyorum tabii. öyle ki ilk kur bitti, toplamda 3 ay kadar ingilizce kursu görmüşüm; bana sorsanız kaptım bu işi ama detaylandırıyorum. yani şu gün kursu bıraksam zaten üst düzey ingilizce sahibiyim.
yine engin bilgilerle dolduğum ingilizce kursundan çıkıp eve doğru yol almaya başlayacaktım ki yaşlı bir alman çift yanıma geldi.
(sonradan yaptığım araştırmalar ve sorup soruşturmam üzerine tahminen toparlıyorum konuştuklarını)
-''excuse me''
- buyrun
dakika bir sıçış bir. anladım ki insan bir anda neler olduğunu çözemiyor. sarışın adam elindeki kitabı açıp koyu yazılıp, altı çizilmiş olan bir kelimeyi işaret ederek, bir embesil ile konuşuyormuş gibi heceleyerek
'' how can we go '' dedi.
kitabı elinden alıp çok bir bok biliyormuşum gibi baktım. baktım ama kitap ingilizce değildi. valla değildi lan, salak olduğu için anlamamıştır demeyin. arada bir you, I, we, go, come vb. kelimelerden anlarım ingilizce olduğunu. zaten adamın tipi de tam bir alman. kesin alman kesin.
kitabın ingilizce olmadığını anlayınca can havliyle ve nereden çıktıysa, sanki kendim biliyormuşum gibi adama
''do you know english'' dedim. vallahi dedim bunu. aslında söyledikten sonra kendimden utandım. adam bana gülümseyerek ''yeah'' dedi.
etraftan görüp ''salağa bak salağa'' diyenler var mı diye etrafıma bir göz attıktan sonra tekrar kitaba baktım ve ''söğütlüçeşme'' yazısını o kalabalıktan çıkardım. gerçi yanında bir şeyler daha yazıyordu ama önemli değildi. zaten söğütlüçeşme'de bir turistin görebileceği tek yer söğütlüçeşme camisi idi. olayı çözmüştüm. geriye bir tek bunu adama anlatmak kalmıştı.
can havli durumu devam ederken adama
''you go''
deyiverdim. adam hala aynı gülümsemeyle yüzüme bakıyordu. rezil bir cümlemsi kurduğumu anladım ve sanki ben de bir an söğütlüçeşme'nin nerede olduğunu düşünüyormuşum gibisinden bu cümlemi şu şekilde değiştirdim ''you can gooooo'' bu uzayan ''o'' düşünüyorum imajı vermişti. adam benim ingilizce kompetanı olduğumu düşünecekti ki
''you go left''
deyiverdim. bu cümlede bir bokluk vardı ama neyin eksik olduğunu çözemedim tabii. ben söyledikten sonra adam da benim söylediklerimi tekrarlıyordu. o da bana
''we turn left, okey''
dedi. ben ''ne tekrarlıyon lan ibne'' der gibi baktım. sonra derin bir soluk alıp;
''you turn left, you go across the road and you turn left again''
dedim ki bunları neremden söylediğimi anlayamadan, adamın yüzüne bakıp
''orada tekrar sorarsınız''
dedim. ben bu dongozluğu yapınca hata yaptığımı farkedip yüzümü ekşitiyordum. adam benim ne kahır çektiğimi anlamış olacak ki ''okey okey'' deyip durdu. artık içinden ''nerede bir dallama var bizi buluyor'' diye geçiyor mudur, bilemem ancak vedalaştığımızda çok nazikti
- thank you very much
- hımm
- very kind of you
- sağolun (ne dedim lan ben duraksayışı)
- thank you
- thank you
ulan ben bu adama ''bir şey değil birader'' nasıl derim, yoksa bu thankyoulaşma sabaha kadar sürer diye düşünürken aklıma kurtarıcı ''bye'' geldi. ancak o da fazla gelmiş olacak ki ''bay bay'' dedim ve arkamı dönüp ''allah'ım inşallah kimse duymamıştır'' duaları eşliğinde, hızla olay yerinden uzaklaştım.
o gün bu gündür kurstan çıkınca ilk iş kurs kitaplarını uygun bir yere* saklayıp; sarışın, renkli gözlü, çekik gözlü vs. dış görünümünden yabancı olduğu izlenimi veren her insandan en az on metre ötede yürüyorum.
kim bilir garibanlar benim tarifimle nereye gitti!
bu haber psikolojimi bozdu. zira ben de istiyorum öğrenmek. sonra ikincisini öğrenmek, sonra üçüncüsünü...
boşuna ayırmıyorum haftasonumu yabancı dil kursuna. ve çok da yararını görüyorum tabii. öyle ki ilk kur bitti, toplamda 3 ay kadar ingilizce kursu görmüşüm; bana sorsanız kaptım bu işi ama detaylandırıyorum. yani şu gün kursu bıraksam zaten üst düzey ingilizce sahibiyim.
yine engin bilgilerle dolduğum ingilizce kursundan çıkıp eve doğru yol almaya başlayacaktım ki yaşlı bir alman çift yanıma geldi.
(sonradan yaptığım araştırmalar ve sorup soruşturmam üzerine tahminen toparlıyorum konuştuklarını)
-''excuse me''
- buyrun
dakika bir sıçış bir. anladım ki insan bir anda neler olduğunu çözemiyor. sarışın adam elindeki kitabı açıp koyu yazılıp, altı çizilmiş olan bir kelimeyi işaret ederek, bir embesil ile konuşuyormuş gibi heceleyerek
'' how can we go '' dedi.
kitabı elinden alıp çok bir bok biliyormuşum gibi baktım. baktım ama kitap ingilizce değildi. valla değildi lan, salak olduğu için anlamamıştır demeyin. arada bir you, I, we, go, come vb. kelimelerden anlarım ingilizce olduğunu. zaten adamın tipi de tam bir alman. kesin alman kesin.
kitabın ingilizce olmadığını anlayınca can havliyle ve nereden çıktıysa, sanki kendim biliyormuşum gibi adama
''do you know english'' dedim. vallahi dedim bunu. aslında söyledikten sonra kendimden utandım. adam bana gülümseyerek ''yeah'' dedi.
etraftan görüp ''salağa bak salağa'' diyenler var mı diye etrafıma bir göz attıktan sonra tekrar kitaba baktım ve ''söğütlüçeşme'' yazısını o kalabalıktan çıkardım. gerçi yanında bir şeyler daha yazıyordu ama önemli değildi. zaten söğütlüçeşme'de bir turistin görebileceği tek yer söğütlüçeşme camisi idi. olayı çözmüştüm. geriye bir tek bunu adama anlatmak kalmıştı.
can havli durumu devam ederken adama
''you go''
deyiverdim. adam hala aynı gülümsemeyle yüzüme bakıyordu. rezil bir cümlemsi kurduğumu anladım ve sanki ben de bir an söğütlüçeşme'nin nerede olduğunu düşünüyormuşum gibisinden bu cümlemi şu şekilde değiştirdim ''you can gooooo'' bu uzayan ''o'' düşünüyorum imajı vermişti. adam benim ingilizce kompetanı olduğumu düşünecekti ki
''you go left''
deyiverdim. bu cümlede bir bokluk vardı ama neyin eksik olduğunu çözemedim tabii. ben söyledikten sonra adam da benim söylediklerimi tekrarlıyordu. o da bana
''we turn left, okey''
dedi. ben ''ne tekrarlıyon lan ibne'' der gibi baktım. sonra derin bir soluk alıp;
''you turn left, you go across the road and you turn left again''
dedim ki bunları neremden söylediğimi anlayamadan, adamın yüzüne bakıp
''orada tekrar sorarsınız''
dedim. ben bu dongozluğu yapınca hata yaptığımı farkedip yüzümü ekşitiyordum. adam benim ne kahır çektiğimi anlamış olacak ki ''okey okey'' deyip durdu. artık içinden ''nerede bir dallama var bizi buluyor'' diye geçiyor mudur, bilemem ancak vedalaştığımızda çok nazikti
- thank you very much
- hımm
- very kind of you
- sağolun (ne dedim lan ben duraksayışı)
- thank you
- thank you
ulan ben bu adama ''bir şey değil birader'' nasıl derim, yoksa bu thankyoulaşma sabaha kadar sürer diye düşünürken aklıma kurtarıcı ''bye'' geldi. ancak o da fazla gelmiş olacak ki ''bay bay'' dedim ve arkamı dönüp ''allah'ım inşallah kimse duymamıştır'' duaları eşliğinde, hızla olay yerinden uzaklaştım.
o gün bu gündür kurstan çıkınca ilk iş kurs kitaplarını uygun bir yere* saklayıp; sarışın, renkli gözlü, çekik gözlü vs. dış görünümünden yabancı olduğu izlenimi veren her insandan en az on metre ötede yürüyorum.
kim bilir garibanlar benim tarifimle nereye gitti!
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar