bugün

gerçek kadınlar gerçek erkekler gerçek aşklar

--spoiler--
-“ Neler doğuyor nefretten ama daha çoktur sevgiden doğan
Ey kavgacı sevgi! Sevilen nefret!”(Shakespeare, 25)
“Kavga tutku”suna karşın “aşk acısı” , yani bu iki zıt öğe daha tragedyanın başında, biz okuyucu ya da izleyicileri karşılamaktadır. Romeo bu kavga sırasında, aşk acısı çekmektedir, Rosaline adlı birine tutulmuştur ve aşkına karşılık alamamakta, herkesten uzak durmaktadır ve sadık ve dürüst kuzeni Benvolio hariç kimseye açılamaz. Romeo için şöyle denmektedir:
- “ Kaç sabah ona, orada rastlamışlar
Gözyaşlarıyla taze sabah çiğlerini çoğaltırken…
…..
Tatlı yapraklarını havaya açamadan
Güzelliklerini güneşe sunamadan
Kıskanç bir kurdun kemirdiği bir tomurcuk gibi…” (23)
Uykusuz geceler geçirir ve gündüzleri de kendini karanlık bir odaya kapatır. Montegue olan arkadaşları, özellikle de hikayemizin başından beri pek yersiz ve çok konuşan dostu Mercutio, onu aşkını unutması ve eğlenmesi için teşvik etmektedirler. Bu kavganın hemen ertesi günü, Capulet’lerde bir parti verildiğini duyarlar ve eğlenmek ve acılarını unutmak için maske takıp bu partiye gizlice ve iyi niyetle katılmaya karar verirler. Romeo ise bir önceki gece bir rüya görmüştür. Rüyası kendi ölümünü haber vermektedir. O yüzden son ana kadar partinin uğursuz bir seçim olduğu konusunda direnir ancak son anda o da kendini kaderinin ellerine bırakır ve arkadaşlarına katılır:
“Bence henüz erken. içimde bir önsezi
Yıldızlara asılı bir olay
Başlayacak bu gecenin cümbüşüyle
O ürpertici dönemine sanki:
Zamansız ölmek gibi alçakça bir cezayla
Durdurup bağrıma gömülü yüreğimi
Son verecek aşağılık hayatıma.
Ama ey hayatımın dümenini tutan
Gemime sen yön ver. Gidelim soylu beyler!” (43)
Bu rüya, hikayemizin ileriki safhalarında yaşanacak olaylar için bir göstergedir. O geceyle Romeo’nun ve onunla beraber iki düşman ailenin kaderleri değişecektir ve Romeo bu kadere boyun eğmektedir, rolü “ölmek” olsa da. “Rüya sadece, bir önemi yok” deyip gerçekliğine inanmayarak katılmıyor partiye, aksine, o rüyanın işaret ettiği, yani sezdiği gerçekten emin, kaderine boyun eğiyor. Hakikaten oyunun sonunda Romeo ölmek zorunda olmasa, yani hayatındaki rolüne boyun eğmemiş olsa, nefreti yok edecek bir sevgi ortaya çıkmamış olacaktı ve düşmanlık hiç farkındalık kazanmadan daha nice nesiller sürüp gidecekti. işte Shakespeare’in muhteşem tragedyalarının oynadığı rolü, bu eser de çok güzel oynuyor: yeni ve daha uygun bir düzenin inşa edilmesi için yıkım ve ölüm. Ve buna cesurca itaat eden bir kahraman: Romeo.
Romeo’nun bu cesur ve erdemli karakteri oyunun pek çok yerinde izleyiciye hatırlatılıyor. Düşmanları Capulet bile Romeo hakkında şöyle diyor:
“hem övünüyor tüm Verona kendisiyle,
Erdemli, yiğit bir genç diye…”(47)
Ve bu geceyle değişiyor, Romeo’nun, onunla beraber Montegualar’ın, Capuletler’in ve sonra da tüm Verona halkının kaderi: Romeo ve Juliet o gece partide karşılaşır ve aşık olurlar. iki düşman ailenin biricik kızı ve oğlu…
Ve iki zıt öğe bu aşk sahnesinde bile gözler önüne serilmektedir. Bir tarafta aşka tutulmuş Romeo ve Julietin ilk karşılaşmaları, diğer yanda Romeo’yu nefretle fark eden Tybalt’ın bastırılmış öfkesi…
Romeo, Juliet için şöyle mırıldanır:
“Parıldamayı öğretiyor bütün meşalelere…”(45)
Ve yine:
“Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın diye”(55)
O gece sevgi doğar, nefretin içinden. Romeo da Juliet de gece bitmeden hemen önce başkalarından öğrenirler, birbirlerinin iki düşman ailenin oğlu ve kızı olduklarını. Buna tepkileri şaşırtıcı ve sorgulatıcıdır. ilk başta Juliet şu tepkiyi verir:
“Biricik sevgim biricik nefretimden doğdu.
Erken görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım
Tiksindiren düşmanı birden sevmemle
Harika bir sevgi doğdu böyle!”(51)
Romeo ise şu tepkiyi verir:
“Bir Capulet mi o? Sevimli alacaklı!
Düşmanıma borçluyum demek ki yaşamımı.”(49)
Okuyucular ya da izleyiciler olarak, hem Romeo’nun hem de Juliet’in, zıt öğeleri (nefret-sevgi) sözlerinde toplaması ve sonunda yine de aşkı seçmeleriyle, kaderin sunduğu bu sevginin nefrete karşı bir zafer kazanmasını beklemeye başlıyoruz. Ve Shakespeare, bu oyunun en önemli olduğu varsayılan tiradında, balkon sahnesinde, Juliet’e nefret ve düşmanlığı sorgulatarak; nefreti, insanın özüne hiç de ait olmayan , atılası, üstümüze yapışmış bir leke ya da unvan gibi gösteriyor gözlerimize. Juliet’ten bu tiradın bir parçasını şu şekilde dinliyoruz:
“Ah, Romeo, Romeo! Neden Romeo’sun sen?
inkar et adını, babanı yadsı!
Yapamazsan yemin et sevdiğine,
Vazgeçeyim Capulet olmaktan ben.
……
Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile
Kokmaz mı aynı güzellikte?
Romeo’nun da adı Romeo olmasaydı,
Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı.
Romeo, bırak, at bu adı! Senin parçan olmayan
Bu ada karşılık, al bütün varlığımı.”(56)
Nefretin sadece isme yapışmış bir leke olarak atılmasını istiyor Juliet. Romeo da bu tiradı gizlice dinleyerek inkar ediyor Romeo olduğunu… Güle gül demeseydik, güzelliği kokusu aynı kalırdı… insan için de sanki nefret sonradan takılmış bir isim gibi, aşk ve sevgiyse zaten özümüzde var ve bizi insan yapan şey! Gülü, kokusu gül yaptığı gibi. Böylece iki genç ailelerinin kendilerine “öğrettikleri” nefreti bir anda iterler; onlar için bu sahneden itibaren geriye sadece güzelliğe duyulan “aşk” kalır.
Hemen ertesi gün, hikayedeki bilge rahip Lawrence aracılığıyla aralarında gizlice bir evlilik olur. Rahip bunun hızlı alınmış bir karar olduğunu düşünür:
“Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulurlar,
Ölümleri olur zaferleri,
……
Onun için ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin,
Hedefe hızlı giden yavaş kadar geç varır.” (82)
Yine de sevginin ailedeki nefreti kurutmak için tek umut olduğu düşüncesiyle, Rahip, bu iki genci birleştirmeye karar verir:
“Bakarsın bu birleşme mutlu sonuçlanır da
içten bir dostluğa döner iki ailenin nefreti.”(67)
Ama sevgiyi yaşatmak, üzerine nefret yapışmış her insan için süreç isteyen bir olgudur. Hikayemizde de, nefretle beslenmiş bir toplumu iki gencin sevgisi hemen değiştirmeye yetmez, yetse de bu süreç hiç de kolay olmaz. Çünkü daha evlendikleri gün, Romeo, Mercutio ve Tybalt arasında çıkan kavgayı sevgisiyle durdurmaya çalışır. Ancak onun bu çabası daha kötü bir sonuç verir ve Mercutio, Romeo’nun kolunun altından yaralanır ve iki aileye de lanet okuyarak ölür. Romeo onun yüzünden ölen arkadaşının öcünü almak için Tybalt’a meydan okur:
“Ey ateş gözlü öfke yol göster bana!”(90)
Ve Tybalt ölür. Romeo’ya ise sürgün cezası verilir. Juliet olanları duyunca durmaksızın ağlamaya başlar, ama Tybalt’ın ölümünden çok, Romeo’nun sürgün edilişine yas tutmaktadır.
ilerleyen olaylar artık hızla ve kontrol dışı gerçekleşmektedir: Romeo sürgün edilir. Juliet’in üzüntüsüne teselli olsun diye iki gün içerisinde Capuletler Juliet’i yakışıklı, zengin ve Aristokrat Paris’le evlendirmek isterler. Juliet buna karşı çıkar, bunun üzerine Capuletler, Juliet’i evlatlıktan reddedip evden kovarlar. O ana kadar Juliet’e evliliğinde ve Romeo konusunda hep yardımcı olan dadısı ise bu durum karşısında birden Romeo’yu kötüleyip, Paris’le evlenmesini önerir. Arkasında kimseyi bulamayan Juliet ise günah çıkarmak için diye izin alıp Rahip Lawrence’a gelir. Rahip Juliet’in ölümü bile göze aldığını görünce ona bir ilaç verir. Bu ilaç kızı 42 saat ölü gibi gösterecektir. Aile kızın yasını tutacak ve onu aile mahsenine kapatacaklardır. Bu sırada peder de Romeo’ya haber salacak, 42 saat sonra hiçbir şey olmamış gibi uyanacak olan Juliet’i Romeo, sürgün edildiği yere kaçıracaktır. Juliet bu fikri beğenir, kabul eder. O gün herkesten özür diler, günah çıkarttığını söyler ve yalnız uyumak için dadısını gönderir. ilacı içer ve ölü gibi görünür sabah. Aile Juliet’i mahsene kapatır ve yasını tutarlar. Derken peder Romeo’ya durumu anlatan bir mektup gönderir. Ancak kızın uyanmasına üç saat kala, mektubun bir aksilik nedeniyle yerine ulaşmadığını fark eder. Bu durumdan endişelenerek beklemeye koyulur. Bir yandan da kız uyandığında onu hücresinde saklayıp, Romeo’ya yeni bir mektup gönderme planı yapar. Fakat bu sırada Juliet’in ölüm haberi Romeo’ya ulaşır ve Romeo, pederden mektup beklemesi gerektiğini düşünür ama sonra bu haberin acısıyla hemen yola koyulmak ister. ihtiyar bir adama tüm parasını vererek ondan bir şişe zehir alır. Gizlice Verona’ya Juliet’in kapatıldığı mahsene gelir. Burada Juliet’e nezaket içinde ve sakinlikle veda eden Paris’le karşılaşır. Onu can havliyle öldürür; aksi halde Paris onu şika
yet edecektir çünkü Pariz, Romeo’nun Juliet’in cesedine zarar vererek intikam alacağını düşünmektedir. Ve Romeo, Juliet’e son kez gözyaşları içinde veda eder ve zehri içer. Peder tam o anda gelir, Romeo ve Paris’i ölü bulur, Juliet’in uyanmakta olduğunu fark eder. Juliet’e acele edip gelmesini, felaketlerin doğduğunu söyler, o sırada sesler duyar ve kaçar. Juliet ise gelmeyi reddeder. Romeo’yu ölü görünce zehirin dibini içmek ister ama hiç kalmadığını anlayınca kendi kalbine hançeri saplar ve Romeo’nun ölü bedeninin üzerine düşer ve ölür.
Tüm bu olaylar Prens’in huzurunda Rahip Lawrence tarafından açıklanır. Biricik oğlunu ve kızını düşmanlıkları yüzünden kaybeden Capulet ve Monteguelar çocuklarının ölü bedenleri huzurunda, gözyaşları içinde barışırlar.
“Tanrı, hayatınızın mutluluğunu sevgi ile öldürdü!”(159)
Sonunda sevgi yener nefreti… Hepimizin değerli ve zor olanın hazzını tadabilmek için acı’ya ihtiyacımız var belki de.
“Büyük engellerde bulur büyük hazzı insan”(52)
Ama şu açık ki her şey bir seçim: Romeo ve Juliet’in nefret yerine aşkı seçmesiyle başladı her şey. Romeo’nun “öfkeyi” seçip Tybalt’ı öldürmesiyle sarpasardı. Romeo’nun mektubu beklemeyip sabırsız bir ölümü seçmesi de bir seçimdi; ama kader ona ulaşacak mektubu geciktirip onu bu sabırsızlığa itmeseydi, belki Juliet’le hep mutlu kalacaklardı sürgünde, ama onların sevgileri ailenin nefretini kurutmayacaktı… Kader’e saygılı bir bağlılık söz konusunu oyunda, ama özgür irade ile sevgi’yi seçerek, onun getirdiklerine saygıyla itaat ediyor karakterlerimiz; ölümü getiriyorsa cesurca göğüslüyor ve ölüyorlar. Ama sevgi’yi kendileri seçiyorlar. Juliet, yaptığı yemine sadık kalıyor ve o yemin uğruna ölüyor. Bu kişiler sevginin sadece bu dünyada yaşadığına inansalar, ölümü seçmezlerdi: onlar sevginin yaşamasında kendi ölümlerini bir engel olarak da görmüyorlar. Çünkü ölümsüz sevgiye inanıyorlar.
Sevgi bir seçimdi, bu oyunda… Nefreti yeniyor, binbir acı ve yıkımla. Ama ne zamanki yeni bir değer tohumlanır ruhumuzda; bir şeyleri yıkması gerekir içerde. Sevgiyse doğan nefreti, sabırsa aceleciliği, sükunetse, öfkeyi ve onun yoldaşlarını yıkmalı.
Peder Lawrence’ın Juliet’e veriği bitkiyi toplarken yaptığı bir tirad var, işte tam da bu savaşı hatırlatıyor bizlere:
“şu minik çiçeğin taze filizlerinde
Zehir de var iyileştiren özler de:
Koklanırsa dinçlik verir her yerine insanın
Tadılırsa öldürür tüm duyguları
Durdurur yüreği.
insanın içinde de otlarda olduğu gibi,
Karargah kurmuştur birbirine düşman iki kral;
Biri erdem öteki gemsiz istem,
içlerinden kötüsü egemen oldu mu bir kez
Kurt kemirip çürütür tez elden o bitkiyi.”
--spoiler--