bugün

ben böyle hayatın ta denilen anlar

Mahallemizdeki sonradan türeyen, garip isimlere sahip çakma hipermarketlerden birindeyim. Kahvaltı için ıvır zıvır almışım kasada sıra bekliyorum. Altımda çamaşır suyu desenli eşofmanım, üstümde siyah demeye bin şahit isteyen bir kaç yıl önce siyah olduğunu hatırladığım tişört. Okul tatil ya , bugün yirmi üç nisan ya rahatım gayet. kenardaki rafları inceliyorum bir yandan. Önümde küçük bir kız ve kardeşi var. Kız en fazla 5-6 yaşlarında, kardeşinin nasıl yürüyebildiğine bile şaşırıyorum o miniklikle. Ablasının elini tutmuş sadece, ellerinde de bilmemkaçlı halleylerden var. Pek incelemiyorum bu küçük ikiliyi. Onların önündeki karı koca tepeleme dolu bir market arabasını sürüyor bir yandan da yüksek sesle bir şey konuşuyorlar. Komşularının kızını mı ne, ilgilenmiyorum. Daha sonra sıra bu iki kardeşe geliyor, karı koca eşyalarını poşetlerken, bilmemkaçlı halley geçiyor kasadan. Kızın üstünde açık yeşil, kolları kısa gelen, önünü kapatmaya çalışsa kapanmayacağı bariz belli olan bir palto. Atletleri çıkmış eskimiş kazağının altından. Ayak bilekleri açık, ayağında çorap yok. Terliğinin ucundan çıkan ufak parmakları kırmızı, kıpkırmızı. Kardeşinin üstünde lacivert bir kazak, eski bir ayakkabı. Kardeşinin elini bırakmadan açıveriyor diğer avucunu. Bir sürü bozuk para dökülüyor kasanın önüne. Kasiyer sayıyor paraları, hepsi beş ve on kuruştan oluşuyor sanırım. iğrenç bir sesle ekliyor sonra; 'Burda bir lira on kuruş var, ürün iki lira altmış kuruş.' Kız kızarıyor, parmaklarından daha da kızıl şimdi ufacık suratı. Ben kızarıyorum, sanki parası yetmeyen benim, sanki kasada kalan benim. Karı koca poşetlemeyi durdurup bakıyorlar, seyretmeye başlıyorlar iki kardeşi. Küçük olan zaten ilgili ilgili etrafını süzmekle meşgul, kız da anlamıyor kasiyerin dediklerini. 'Efendim? diyor incecik bir sesle. 'Paran yetmiyor canım.' diyor kasiyer. Ağzına o kadar yakışmıyor ki bu canım lafı, ses tonuna o kadar eğreti kaçıyor ki ağzının ortasına yapıştırasım geliyor, canına sokayım senin diyesim geliyor saçlarının uçları düzleştirmekten sararmış yanmış olan bu aptal kasiyerin. Kız daha da kızarıyor, kardeşinin elini bırakıyor. Paltonun cebine atıyor elini, bomboş çıkarıyor sonra. 'Ama.' diyor, susuyor. Karı koca izliyor, kasiyer izliyor, ben izliyorum, bütün market izliyor kızın suratının kızarış faslını. Kasiyer sıkılıyor bu seyirden sonra, 'Paran yoksa geri geçiriyorum ürünü.' diyor. Arkamdaki yaşlı adam öksürüyor. Kimse bir şey yapmıyor, oysa bugün çocuk bayramı ve hepimiz durmuş çocukları izliyoruz. Bir şeyler yapmak istiyorum, 'Burdan al' diyorum kasiyere. 'Anlamadım' diyor aptal kasiyer. 'Paranın üstünü burdan al' diyorum tekrar elimdekini uzatıp. 'Haa' diyor, işlem tamamlanıyor. Kız hala kırmızı suratını eğip poşete koyuyor bilmemkaçlı halleyi. Karı koca poşetlemeye devam ediyor, arkamdaki yaşlı adam ayak değiştiriyor, hiçbir şey olmamış gibi. Aptal kasiyer kahvaltılıklarımı geçiriyor, hiçbir şey olmamış gibi. Kız kardeşinin adımlarını beklerken aynı andan çıkıyoruz marketten. 'Sağol abla' diyor. 'Bişey değil,' diyorum 'Bayram ya bugün hediyem olsun.' Küçük kız şaşkın şaşkın bakıyor yüzüme ve 'Ne bayramı?' diyor. Öylece kalıveriyorum. 'Hiç' diyorum. 'Karıştırdım herhalde.' Tekrar 'Sağol abla.' diyor aslında söylememiş gibi. Sonra onlar sağa ben sola gidiyoruz. Bugün 23 Nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı, bugün 'ÇOCUK' bayramı. Bugün iki üç şımarık geveze velet birilerinin koltuğuna oturacak, bugün, bir avuç süslü giysili çocuk dans edecek ve böyle sona erecek bir yığın yıldır olduğu gibi. Bazıları da böyle haberi bile olmadan geçirecek bugünü ve kimsenin aklına gelmeyecek, oysa bugün bütün çocukların bayramı. 'Bütün' çocukların...

(bkz: ben böyle 23 nisanın)