bugün

cenk taner

--spoiler--
bazen üşür insan.

elindeki bira bardağıyla kolalı gömlek yakaları o kadar uyumsuzdu ki, kimse fark etmedi. tıpkı yeni doldurulmuş birasının dudağının üst kısmında imkânsız incelikte bir köpük çizgisi oluşturduğunu fark etmemeleri gibi. uzun cümlelerle ölümden bahseden bir kadının aslında aşırı soğanlı bir köfte hamuru kadar sevgisiz olması gerektiğini öğreneli çok olmuştu. ama o anda kadının uzun cümlelerle ölümden bahsettiğinin farkında değildi. çok güzel dinlemiyordu. ve kadın çok eski bir şeyi hatırlatırcasına, inatla gözlerini göz kapaklarına doğru kaldırıp güzel ama güvensiz bir elektriği mekânın tüm boşluklarına sızdırıyordu.

zamansız bir yolculuğu anımsadı, arkasında inatla onu takip eden yağmuru, belli belirsiz drake şarkısını ve yağmuru orada bırakıp geri dönüşünü; yeni atılmış yol çizgilerinin ve gece kadar siyah asfaltın yarattığı hipnozu ve şu anda hatırlayamadığı birkaç şeyi daha, hatırladığını hatırladı.

bazen olur böyle…

geçen zamanın ve uzun cümleler kurmak için gerekli dudak hareketlerinin yarattığı belirsiz bir drake şarkısı kadar hafif hava dalgasının etkisiyle yoğunlaşan bira köpüğünün oluşturduğu küçük bira damlasının verdiği rahatsızlıkla kendine geldi. gerçekten de uzun cümleler kuran ve bunu yaparken iştahla bira içen birinin karşısında oturuyordu. i̇lk anda inanamadı buna. aslında daha sonraki birkaç anda da inanamadı, işte tam olarak bu anda kendisine bir soru sorulduğunu ve giderek büyüyen sessizliğin geciken cevaptan kaynaklandığını anladı. bu konularda sorulan soru ne olursa olsun verilecek tek bir cevap olduğunu artık hayatta olamayacak kadar yaşlı bir büyücüden öğreneli çok olmamıştı. “eğer bir adamın kafasını koparırsan ölür,” dedi “ve bunun tek bir açıklaması vardır, çünkü bu onu öldürür.”

arka arkaya bu kadar ağır cümleler kurmanın verdiği ağırlıkla alt kattaki bara indi. yanındaki sandalyede yıllardır orada oturuyormuş duygusu veren, önündeki bardağın içinde neredeyse sıvılaşmış bir sis bulunan ve dışarıdaki soğuk gece kadar yaşlı bir defter duran bir adam oturuyordu. hiç konuşmadı, yeltenmedi bile. defterin açık sayfasında yanlış hatırlamadığı kadarıyla şöyle bir şey yazıyordu:

zaten, kim gerçekten bakabilmiş ki, içine.
--spoiler--