bugün

taytla gidilen sınavda osuruk nöbetine tutulmak

hiç başına asla gelmeyenlerin anlayamayacağı, bilemeyeceği acı tablo. trajedi. gerçek bir trajedi. olmaz o deme, olmaz olmaz sevgili bacanağım. benim başıma geldi, bugün gülersin yarın sen de kendini aynı resmin içinde bulursun, ağlarsın. o yüzden bak burii! iyi dinle, aç kulaklarını.

şişman kızların tayt giymesini protesto etmek amacıyla herhangi bir vize sınavına tayt giyerek gireyim de eylem koyayım dedimdi geçtiğimiz günlerde. kafama koydum mu yaparım, o kadar salağım ki...

kazık, herkesin yıllardır kaldığı bir sınavı seçtim bunun için. ki katılım yoğun olsun sınava, böylece eylemim geniş kitlelerde yankı bulsun istedim. dersin adı bende saklı...

neyse bayağı bi çalıştım akşamdan sınava. kuantum öğrenme teknikleriyle hazırlandım bu sınava. bir de bu teknikleri deneyeyim dedim. sonucu az sonra öğreneceksiniz zaten. yatmadan önce, bizim bir alt dönem bir kızdan ödünç aldığım taytı deneyip aynada kendime baktım üzerine nasıl oldu diye. iyi oldu, oturdu. ereksiyon durumunda biraz kasabilme ihtimali vardı ama genel olarak iyiydi. içim raadolunca yattım uyudum. ertesi gün, büyük gündü ne de olsa...

sabahleyin taytımı üzerime geçirip doğru üniversitenin yolunu tuttum. yolda, otobüste sataşmanın, laf atmanın falan bini bir para tahmin edersinizki... bir de afedersiniz götüm dondu havaların soğuk olması nedeniyle. "neyse en azından hava şartları sayesinde olası bir ereksiyonda yaşanacak görüntü kirliliğini saklama çabasından kurtuldum" dedim kendi kendime, olumlu tarafından bakarak. iyimserliğimi sikeyim. bu ayazı yiyen çük bir daha zor kalkar. o halde attım kendimi içeri.

arkadaşlardan daşşak geçenler, gülenler, sağolsun pandiğini esirgemeyenler arasında kimin hangi anfide sınava gireceğini belirten numara listesini beklemeye başladım kapının önünde. hocalar da bu cesur eylemimden etkilenmiş olacaklar ki gözleri kayıyordu sürekli. amınım ne bakıyon, tayt işte!

neyse la listeler asıldı. geçtim, asistan gösterdiği yere oturdum. kızcağızın gözlerinden yaş geldi gülmekten. bu gülüşmeler sırasında dersin bin yaşındaki kadın hocası bütün heybetiyle içeri girdi. bir anda o şen hava dağıldı. sanki şakalaşırken rıza baba'ya yakalanmış arka sokaklar polisleri gibi hemen ciddiyetimizi takındık. taytımla bende takındım elimden geldiği kadar.

yalnız şöyle bir şey var teknolojik gelişmeler cep telefonlarını fonksiyonlarına ivme kazandıralıberi sınavlardan önce cep telefonlarının kapalı olmasına azami şekilde önem veriyor artık sınav gözetmenleri. herkesten telefonlarını kapatıp sıranın üzerine koyması istendi. "evet yavrum, kaldır artık notları ama, sınav başladı, konuşmayı kes, kime diyorum, kağıtlar kapalı dağıtılacak, herkes aynı anda başlayacak, süreniz 70 dakika..." gibilerinden uyarı, direktif ve tehdit dolu cümleler birbirini kovaladı. nokya 5210 marka yüksek teknoloji ürünü, bırakın fotoğraf çekmeyi daha adam gibi mesaj bile çekemeyen telefonumu kapatarak masanın kenarına koydum. sınav için son hazırlıklarımı yaptım ve kağıdımı beklemeye koyuldum.

kağıdımı aldım. sorulara baktım. epey zorlayıcıydı. bu senede çakmam kaçınılmazdı. "kuantum teknikleri de yalanmış" dedim. bunun yanında bir sorunum daha vardı. tayt giydiğim için midem üşümüş, bağırsaklarımda hareketlenmeler başlamıştı. "hay bokunu sikeyim" diye mırıldandım. hoca, "efendim, bi şey mi sordun" dedi, "yok bişey hocam" dedim.

herkes kağıtları açtı. anfiye bir ölüm sessizliği hakim oldu. en az 30 dakika çıkmak yasaktı. önce midemden "hakuuuuurkkkkkk, avaşinnnnn, basyaaaaaannnnn" gibi ana haberlerde duyduğum kamp isimlerine benzer sesler gelmeye başladı. içime fox tv'nin ana haber bültenini sunan kızcağız kaçmış da sınır ötesi operasyon haberlerini heyecanla sunuyordu sanki içerimde bir yerlerde... tüm bunlar olurken öte yandan bu çok çok önemli, belki de hayatlarının kırılma noktası olacak, kendilerine bir sıçrama tahtası olacak bu sınavlarında konsantrasyonu bozulan geleceğin dahileri(!) dikkatlerini dağıttığı için taytlı ve midesi guruldayan bu çocuğun olduğu tarafa, yani benden tarafa sinirli gözlerle bir an için bakıp önlerindeki ızdıraba dalıyorlardı tekrar.

ben zamanın hakkaten göreceli olduğunu kavramaktan sıkılırken -kim bilir sorulara odaklananlar için ne kısa bir süreydi o- "bir an önce 30 dakika dolsun da donuma külçe külçe bok bırakmayayım şu taytlu halimle" diye düşünürken birden sesler midemden bağırsaklarıma iltica etti. bayağı bildiğin istem dışı sesli sesli polifonik osurmaya başladım. hoca telefon çaldığından şüphelenip benim oturduğum bölgeye yöneldi. "kiminse o telefon hemen kapatsın yoksa tutanak tutup kopya muamelesi yapıcam" diye bir tehdit savurdu. çünkü sesin tam olarak nereden geldiğini de anlayabilmiş değildi. o an "hocam, o telefon değil benim götüm, göt bu, ne ferman dinliyor ne tehdit!" demek isterdim fakat osuruğumu kontrol altına almaya çalışmakla meşguldüm.

neden sonra öyle bir an geldi ki artık tutamaz oldum kendimi. götüm kudurmuş gibi osuruyor, ağzından tükürükler saçarak osuruk nöbetinin dehlizlerinde bir o yana bir bu yana çarparak sarsıla titreye, yana yakıla bombardımanına devam ediyordu. sonunda hoca seslerin müsebbibinin götüm olduğunu çakozladı. beni terbiyesizlikle itham etti. bense buna cevap dahi vermedim. ama götüm verdi: son bir kez gürül gürül osurarak...