bugün

entry'ler (251)

solcuların en büyük hatası

solcuların en büyük hatası, sağcıların en büyük hatasıyla aynıdır. sağcı-solcu gibi bir ayrımın manasızlığına kafa yormamışlardır. insani değerlere, ahlaki davranışlara, hayvan haklarına, sosyal özgürlüklere, dini özgürlüklere, dinsizlik özgürlüklerine saygı duymayı öğrenen kimsenin sağ-sol gibi farklı pencerelerden bakmasına gerek yoktur.

eğer bir hata varsa, solcu kimselerin hassasiyet noktalarını sağcıların üzerinden mukayese etmesidir.
yazarken ister istemez ayrım durumu oldu.

büyüyünce anlarsın diyenleri büyüdükçe anlıyorum

Malumun ilamıdır.
Neden insanların büyüyünce anlarsın dediklerini idrak ettiğin andır. Tecrübe eder ve öğrenirsin. Söylemen gereken tek şey, şimdi anlıyorum olur. O da egosuz bu cümleye işaret ediyordur.

15 temmuz 2016

https://medium.com/@emrah...a-edf5748df5cf#.vq582c8kx

Tarihte bugün: 15 Temmuz 2016

Minimal Darbe’de yaşadığım trajikomik arbede.

Günün nasıl geçtiğini rutine sor. Ben akşama döneceğim.

-Misafirin Misafiri
Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla her zaman görüştüğüm bir diğer arkadaşımı aynı potada eritme fikri kendiliğinden peyda oldu. O aradı, bu sordu derken Abbasağa’da dört katlı bir evin bahçeye bakan en üst balkonunda sohbete başlandı. Binanın eskiliğinden olsa gerek balkon huzur vermedi, bir alt kata inip büyük kapıdan geçilen odaya yerleştik. Kaşa mı kaşsak diye şakalar yapılırken aslında gidilecek bir yer varsa orası Malatya’dır dememle gündem değişti. Malatya’nın haritadaki yeri, tapu kadastronun nerelerden mesul olduğu, Kastamonu, Muş, Erzincan, Adıyaman ile Malatya arasındaki bağ incelendi ve sonra zengin kalkışıyla misafirin misafir olduğu evden ayrıldık. Üç arkadaş oturup konuşabileceğimiz sessiz sakin bir yer ararken şef arkadaşın sohbet ettiği bir başka şefle karşılaştık. Arkadaşım, arkadaşının mekanını önerince arkadaşıma güvenip arkadaşının misafiri olduk.

Yiyecekler, içecekler söylendi. Çerez diye gelen kuş mamasını güveçte servis ettiler. Hediğin kavrulmuşunu ilk görüşte tanıdım. Malatya’nın coğrafi konumuyla ilgili o kadar konuşmuştuk ki, Malatya’da geçirdiğim çocukluk tatillerimi güveçte servis etmişlerdi.

Bu bekleme sırasında arkadaşım telefonuna baktı. Bakmaz olaydı. Yanımdaki arkadaşım karşımdaki arkadaşıma havaalanının asker tarafından kapatıldığını gösteriyordu. Malum, ülke ay aşırı patlıyor. Yine öyle bir şey olmuştur diye düşünüyorum. Anormal derecede normal bir şeye dönüştü bomba patlaması, terör eylemleri. Bugün bir yerde bomba patlasa, terörist saldırı olsa mesela, (olmaz ya, oldu diyelim) 24 saat geçmeden oraya ulaşabileceğimi biliyorum ben artık. Canlı bomba analizi de yapabiliyorum. Zaten şimdi kime sorsan sana bir canlı bomba eşkali çıkarır. Allah aşkına, bir ülkedeki herkes canlı bombanın neye benzediği hakkında fikir sahibi, bu sizce de anormal değil mi? Sadece soruyorum.

Bence değil.

-Kelepçe falan açarım ben bunla
Porsiyonların yarısında durumun vehametini kavrıyoruz. Eve gitmemiz gerektiğini biliyoruz. “Eve” gitmenin ne olduğunu düşünüyorum. Bu akşam güvenle uyuyacağım bir yer mi, yoksa her akşam güvende olduğumu düşündüğüm ev mi? Cevap 2 diyor ancak şartlar 1'e zorluyor. Bu akşam götü sağlama alalım diyor ve hızlı adımlarla zorunlu 1'e geçiyoruz. Abbasağa’ya çıkan meşhur merdivenli yokuşta yürümediğimizi, koşma taklidi yaptığımızı farkediyoruz. Yürüyüş gibi bir şey oldu ama kimse yürümedi. Eve ulaşıyoruz. Daha ayakkabılar çıkmadan haberler açılıyor; “Köprüler asker tarafından kapatıldı.”

“Eve gitmem lazım” diyorum. “Kediyi veterinerden dün almıştım, gidemezsem aç kalır” diyorum. Yarın eve ulaşamama ihtimalini düşünüyorum. Hayvan en fazla iki günde mamasını ve suyunu bitirir, aç kalır diye düşünüyorum. Bugün bir şekilde ulaşırım evet ama yarın ne olacağını bilmiyorum. Sonuçta sokaktaki insan bir şekilde evine gidecek ama ertesi gün yola koyulsam “sen hayırdır birader” demezler mi? Derler. “Eve gitmem lazım” diyorum.

Yarım yamalak şarj olmuş telefonu çıkarıp, uzunca bir zaman tuvalete gidememe ihtimaline karşın bir de helaya selam çakıyorum. Eve gitmek için yola çıkıp korkudan altıma sıçmayayım diye erkenden bu işi yapmayı hesap ediyorum. Bu iş normalinde olsa bu vakitlerde aklımın ucundan, kıçımın kenarından geçmemesi lazım. Bu zamana kadar izlediğim bütün belgesellerin, filmlerin, haberin, dizinin kurgusu kafamda dönmeye başlıyor. Her an tedbirli olmam, her şeye hazırlıklı olmam gerektiğini düşünüyorum. Normalde evden çıkarken yaptığım rutin kontrollerde anahtar, cüzdan, ruhsat, gözlük gibi demirbaşları gözden geçirirken şimdi yolda koşmam gerekirse diye ayakkabının bağcığını iki kere düğümlemeyi ve ayakkabının içine sokmayı düşünüyorum. Köşedeki sehpada bi çengelli iğne görüyorum. Arkadaşa “helal et” deyip, “kelepçe falan açarım ben bununla” diye donuma takıp yola koyuluyorum. Darbede iğne lazım diye düşünüyorum.

-Ben kısayım, benim bura’ma çabuk geliyor
Abbasağa Parkı’ndan koşar adım iniyorum. Bu seferki süratimin koşuya daha çok benzediğini düşünüyorum. Bir an gaza gelip depar atsam mı diye aklımdan geçirmiş olsam da gücümü kontrollü harcamam gerektiği bir köşede çınlıyor. “Unuttun mu salak! Ayakkabı bağcığını zor durumlar için bağlamıştın. Şimdi keyfe keder bir koşuya hiç gerek yok.” şekline telkin ediyorum kendimi. Bu takımdan ayrı düz koşu halindeyken zihnimden olur olmadık şeyler geçiyor. “Fıstık ezmesi” diyorum, enerji ihtiyacını bununla karşılarım. Hemen sonra bu salaklanmanın faydası olmayacağını farkedip asıl konuya odaklanıyorum. Mesele fıstık ezmesi de olsa, makarna da olsa denklem para ile tamamlanıyor. “Para çekmem lazım” diye düşünüyorum. Lazım hakikaten. Cepte yirmi lira var. Taksiye falan binmeye kalksan geçen aydan tecrübeliyim, açılışı $100’dan yapıyorlar. Barbaros’tan aşağı inerken ATM’lerin yoğunluğunu gözetlemeye çalışıyorum. Yanımda başka bankanın şubesini görüyorum. “En fazla fark öder, buradan çekerim” diye düşünüyorum. Mantıksız değil.

ATM’nin önünde ikişerliden dört kişi eşleşmiş, bunlardan bir çift telefonda kartsız işlem tarifi alırken diğerleri kaç tane makarna almaları gerektiğini tartışıyor. Tüm bu konuşmalar sırasında yine eskiden izlediğim Kemal Sunal filmleri canlanıyor gözümde. Tüp kuyruğunda doğan bebeğe isim verdiği sahneyi anımsıyorum. Bakkalda pirinç içine saklanmış yağ bulduğu sahneyi hatırlıyorum. Sıra bana geliyor. Önceden hazırladığım kartı doğru pozisyonda yuvasına yerleştiriyorum. Bin lira çekiyorum. Günlük para çekme limiti sabrımın sınırını zorluyor. ikisinin de ümüğümü gıdıkladığını hissediyorum. “Ben kısayım, benim bura’ma çabuk geliyor” şakasını hatırlıyor, sakinliyorum. Darbede para çekmek lazım diye düşünüyorum.

-Fotojenik korkak
Hedefim artık Anadolu Yakası’na ulaşmak. Beşiktaş-Üsküdar motorlarına doğru koşar adım ilerliyorum. Bu tempo çok iyi, sevdim ben bunu diyorum. Koşu bandında olsam 6,2’ye tekabül ederdi. Alışkınım ben bu tekabüle. Kabulümdür diye telaşlı koşarken birisinin motor kalkıyor dediğini duyuyorum. Algılarım yolgeçen hanı, etrafımda olan biten her şeyden haberdarım. Benimle ters istikamette iki kişinin koşarken birbirlerini öperek vedalaştıklarını farkediyorum. Koşan insanların öpüşmeye çalışmasını garipsemiyorum. Boyları birbirine yakın insanların koşarken öpüşmesi garip durmuyor. Bana denk gelse, benim koşarken uzanmaya çalışmamla karşımdakinin koşarken eğilmeye çalıştığını düşünüyorum. Durakta oturan ve üstünde yatay kahverengi çizgili desen olan polo yaka tişört giymiş adamın telefon görüşmesi yaparken burnunu karıştırdığını da, elinde on litrelik iki bidon suyu taşırken koşmaya çalışan kadını da farkediyorum. Tüm bu farkındalık sırasında elinde benim genelde belgesellerde gördüğüm ve yolda görürsem imza isterim dediğim fotoğraf makinesini bana doğrultmuş gazeteciyi de görüyorum. Bulunduğum kareyi ertesi gün haber sitelerinde görüyorum; “Foto Galeri: Darbe’den Kaçamadılar.” Habere uygun görünmek umrumda değil, bana doğrulmuş o makinenin heyecanıyla gülümsüyorum. Yol boyu bakış yönümü objektiften ayırmadan gülümser halde takımdan ayrı düz koşuma devam ediyorum. Darbede zaman lazım diye düşünüyorum.

-Asker, osuran vatandaşı vurdu
Motordayım. Gişelerden geçerken yer bulabilecek miyim acaba diye düşünüyorum. içeriye göz atıyorum ve en fazla elli kişiyi koltuklara gelişi güzel oturmuş şekilde görüyorum. Yaptığım koşu, sırtımda terlerin sel olması ve gömleğime yapışmasıyla kendini hatırlatıyor. Üst kata çıkıyorum. Herkesin başı önde, telefonlarına bakıyorlar. Hepsinin ne düşündüğünü çok iyi biliyorum. Birisi telefon görüşmesi yapıyor; “…baktım olmadı Yasinlere geçerim” diyor karşıdaki kişiye. Araç doluyor ve hareket ediyor. insanlara bakıyorum, görünmüyorlar. Kime baksam endişelerini görüyorum. Normal bir yüz ifadesine denk gelsem hafif tebessümle selam veririm diye düşünüyorum. Kendimin nasıl göründüğü konusunda kendimle tartışıyorum. Endişeli miyim, korkuyor muyum, sakin miyim bilmiyorum. “Boşver, nasıl olsa o fotoğrafta gülümsüyor olacağım" diyorum. Ertesi günlerde gazetede muhtemel bi manşet daha görüyorum; “Son Fotoğrafı Bu Oldu.” Lan ne salak düşünceler bunlar? Az önce para çektim ben. Eve gideceğim. Ne demek son fotoğraf? Konuya odaklanıyorum ve kalabalığın inmesini beklememek için çıkışa yöneliyorum. Darbede arbede çıkabilir, ben ön saflara ilerleyeyim diye düşünüyorum. Takımlayken takımdan ayrı düz koşu için aradan sıyrılmanın hesaplamalarını yapıyorum. Kalabalığın daha çok sağa gideceğini, benim de Kuzguncuk istikametine yöneleceğim için solda kalmam gerektiğini ve önümdekilerin hareketlerini ona göre kontrol etmem gerektiğini düşünüp pozisyonumu alıyorum.

Üsküdar bizi tüm Üsküdarlılığıyla karşılıyor. Merdiven motora yaslanıyor ve hesaplamalarım tutuyor. Sadece en soldan gelen kahverengi bavullu kadın bana iki saniye kaybettiriyor o kadar. Normal parktan otoparka doğru koşuyorum. Aklınızda bulunsun, Sözbir’in altındaki petrol istasyonu boş vakitlerinde otoparkçılık oynuyor. Ben de iyi ki burayı tercih etmişim diyorum. Yanlış anlamayın, müşteri memnuniyetinden değil, yorulduğum için geliyor bu tatmin. Hazır akaryakıt istasyonundayım, depoyu da dolduralım ki şehri terketmek gerekirse en azından 600 km yolumuz garanti olsun. Marketten su ve bisküvi alıyorum. Hangi yolda nasıl bir durdurulma olduğunu bilmiyorum. Haritadan kontrol ettiğimde bana Harem’i tercih edersem iki saatten fazla Kız Kulesi’ni izleyeceğimi söylüyor. içinde kız olmayan Kız Kulesi'ni götüme mi sokayım diyorum. Benim rotam Beylerbeyi’ne doğru gidip Nakkaştepe’den Altunizade’ye ulaşmak ve Çamlıca’dan Çakmak’a erişmek. Beylerbeyi Tüneli’ni geçip Nakkaştepe’ye çıkan yol üstünde köprü ayrımında askerler yolu kesmişler. Geçmek isteyen araçlara bakıyorlar. Altıma ılık ılık koktuğumu farkediyorum. içimden başlayan titreme dalgası bir anda parmak uçlarıma kadar ulaşıyor.

Durdurma noktasına yaklaşırken araç iç lambasını yakıyorum. Yanıma gelen bir asker indirmiş olduğum camdan içeri doğru el fenerini uzatıyor. Bu an sanırım üç saniye kadar sürüyor. Bana sorsan o ışıkla altı ay ev arkadaşlığı yapmış gibiyim derim. Artık iyice gevrekleşmiş sinirlerim kendini bırakmaya başlıyor. Askerin o an ne düşündüğünden çok, gelebilecek yüksek sesli bir osuruğa verecebileceği tepkiden korkuyorum. internet haber sitelerinin birinde bir manşet daha canlanıyor gözümde; “Asker, osuran vatandaşı vurdu.” Osuruk yüzünden öldürülen ilk insan olabilir miyim acaba diye düşünüyorum. Alnımdan öyle bir ter akıyor ki görsen canlı bomba dersin. (Canlı bomba konusunu yukarıda işlemiştik.) Gerginliğim git gide artıyor, korkum içimde kokuyor. “Artık ne olacaksa olsun” diyorum ve bırakıyorum “Küçük Enişte’yi.” Endişe edecek bir şey yok. Adı gibi küçük bir pırt duyuluyor sadece. Küçük Enişte’den büyük bir performans izliyoruz. Benim için küçük, insanlık için büyük bir osuruğa şahitlik etmiş oluyorum. Bu hafiflemenin hemen peşine fenerli asker kişisi elindeki lazer kılıcıyla “geç geç” yapıyor. Hızlıca Nakkaştepe kıvrımlarından Altunizade’ye erişmeye çalışıyorum. Yolun ilk engebesini büyük bir şans ve küçük bir osurukla atlatıp Altunizade Köprüsü’ne varıyorum. Köprü üstüne çıktığımda yolun Çamlıca dönüşünden kapatıldığını öğreniyor ve orada kalakalıyorum. Kontak kapatıyorum. Radyoda sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini duyuyorum. Sur, Nusaybin, Dargeçit geliyor aklıma. Onları da anlıyorum. Sokaktayken sokağa çıkma yasağıyla karşılaşan ne yapar bilemediğimden araçta beklemeye devam ediyorum. Sonuçta sokakta değil aracımdayım. Araç da sokakta değil, köprü üstünde. Bence bu durum karşısında bana sıkıntı çıkarmazlar. Ben de araçtan çıkmazsam sorun çıkmaz diyorum. Gayet mantıklı geliyor. Darbede sabır lazım diye düşünüyorum.

-Kardeş çok güzel kefen var vereyim mi bi tane?
Etraftan gelen silah sesleri, üstümüzden uçan helikopterler, kulak delercesine geçen jetlerle oyalanıp yarım saate yakın bekledikten sonra dışarıdan tekbir sesleri duymaya başlıyorum. Dikiz aynasından bana doğru yaklaşan kimi üstünü çıkarmış, kimi yakasını bağırını açıp kolları sıvamış bir güruh “ölmekse ölürüz” kabilinden seslerle yaklaşıyorlardı. Arabanın yanından geçerken tavana vurarak “hadi lan ne duruyorsunuz, çıkın dışarı” deyip “tekbiiiiiir” çekerek davetini ısrara dönüştüren birkaç kişiyle göz göze geldiğim sıralarda on pare top atışına başlamıştım bile. Hatta işi ilerletip hakikaten altıma sıçsa mı acaba diye düşünmedim değil. Kimse yargılamaz. insani bir şey neticede. Arabaya vurup beni kavgaya çağıran bütün arkadaşlara teşekkür edip çıkış yolu düşünmeye başlıyorum. Abbasağa’dan çıkmadan önce ayakkabısını çift düğüm bağlayan adamın osuruğu düğümleniyor. Araçlarda yolcu koltuğunda bulunan birkaç kişi organize olarak yolu geri gidilip tersten çıkılabilecek şekilde açıyor. Bu arada yolun ilerisinin kamyonlarla kapatıldığını görüyorum. Ters istikamette hareket edip girilmezden girerek Çevreyolu’na bağlanıyorum. Darbede duble yol lazım diye düşünüyorum.

-Büyüyünce anlarsın diyenleri büyüdükçe anlıyorum
Yolda eve dönen bütün ana dönüşlerin kapatıldığını görüyorum. Yol beni Çamlıca Gişeler’e götürüyor ama ben eve gitmek istiyorum. Radyoda abuk sabuk konuşmalar dinleyip yarın için daha çok endişeleniyorum. Sanki şimdi eve varmış gibi üstüme gelen bu “yarın kaygısı”nı silkiyorum. “Silkerler yarını" diyorum. Sonunda Şerifali dönüşüne erişip yan yolu kullanarak eve varıyorum. Arabayı yokuş aşağı bakacak şekilde bırakıyorum. Darbe zamanı hikayelerini hatırlıyorum. insanların nelerden korktuğunu çok iyi anlıyorum. Artık biz de darbe görmüş bir nesiliz diyorum. On yıldan fazladır yediğimiz darbeleri unutuyorum. Sabah nasıl uyanacağımı öğrenmek için televizyonu açıyorum. Gördüklerimi hafızama kazıyorum. Hikayelerini yıllar sonra bile ilk günkü gibi anlatabilen insanları anlıyorum. Öyle bir an geliyor ki zamanında anladığımı sandığım şeyleri aslında anlamlandıramadığımı anlıyorum. Sadece durumu kavrayıp gerçekten ne olduğunu anlayabilmek o durumun içinde olmakla birebir örtüşüyor. Bunu yaşadıkça anlıyorum.

Bu ay bir yaş daha alıyorum. Zaman geçiyor, büyüyorum.

Büyüyünce anlarsın diyenleri büyüdükçe anlıyorum.

-Sözün bittiği yerden sağa dön
Haberler açık şekilde televizyonun karşısında uyumamaya çalışıyorum. Sabaha bir sorun kalmayacağını sabah anlıyorum. Kedi yanımda pancar motoru gibi purrr purr ederken direksiyonu uykuya kırıyorum.

Uyumadan önce kendime soruyorum; Milletçe birlik ve beraberliğe en ihtiyaç duyduğumuz gün bugün müydü?

van persie nin balon çıkması

(bkz: ballon d or)

hadi

Hadi yine iyiyiz. Ha diyince olmuyor böyle şeyler. Hadi diyince oluyor. Gerçi o şekilde düşünmek yanlış oluyor. Çünkü hadi, aslında hadi değil, haydinin kısaltması oluyor.. Gerçi o şekilde düşünmek de yanlış oluyor. Çünkü hadide haydi gibi sözlükte takılıyor. Kısaltmaymış gibi görünüyor ama aslında sözlükte gizli forvet olarak takılıyor. Gerçi bu şekilde düşünmek de hayli yanlış oluyor. Çünkühadi aslında haydi demekmiş. Yani kısaltma gibi gizli forvet değil, bayağı bayağı kulübede yedek golcü gibi takılıyor. Öze inersek Haydi > Hadi oluyor. Olayın özünü kaybettiği bir yer var; genel olarak kullanımı hadi olan kelimenin esası olan haydi daha az tercih ediliyor. Bu durumda kulübede bekleyen nöbetçi gölcü hadinin değeri as kadroda bulunması gereken haydiden daha yüksek oluyor.

sünnet olmak

Ahh sunnet.. Ah cancazim pipimin bir bolumune veda ettigim o kara gun!

Oyle beni kadin sunnet etti, yok kiz sunnet etti gibi seylerle kimse enteresan bir sunnet anisi var sanmasin. Esas sunnet anisi esi benzeri olmayandir.

Misal benim pipilotimle beraber yasadigimiz o bahtsiz gun.

1991 yilinin 24 Eylul gununde ameliyat sonrasi ilk kez ayaga kalkacaktim. Yuz ustu yatilan on gun sonunda celik korse yaptirilmisti ve ben o korseyle ameliyat sonrasi yuruyebilecek miyim yuruyemeyecek miyim sorulari altinda bana bakanlara cevap vermek zorundaydim.

Korse yerlestirildi ve ben ceylan gibi sekerek Cerrahpasa koridorlarinda dolanmaya basladim. Ozgurlugumun ikinci saatinde kirmizi dudakli bir hemsire elimden tuttu ve beni yine odama goturdu. Orada birkac doktor ve annem bir konusma icindelerdi. Artik zamaninin geldigini soylediler ve bana donduklerinde gozlerince cakan o simsegi gordum. Hemsireye ameliyathaneyi hazirlatmalarini soylediler ve daha once duymadigim bir ismi soyleyip onun hazir olmasini istediler.

Eyvahlar olsun yine mi ameliyat olacagim derken o kirmizi dudakli saclari saridan az kahverengi hemsire elimden tutup beni bir ameliyathaneye goturdu. Korsemi cikardiktan sonra ameliyat masasina yattim ve caresizce beklemeye basladim. O an hayatimda tanidigim ilk ve tek japon iceri girdi. Adini simdi hatirlamiyorum da ustunde doktor onlugu vardi. Kendisini tanitti ama o ismi degil yillar sonra hatirlamak o soyledikten on saniye sonra unutmustum bile. Ben basima gelecekleri bilmiyordum ama o benim can yoldasim çukumu tuttu ve bir yukari kaldirdi bir asagi indirdi ve gozune kestirdi. Aman tanrimdi. O yakuza savascisi beni sunnet edecekti.

Benim hayalim hep ustu dantellerle islenmis bir yatakta yatarken elinde def olan bir adamin bagirtilari altinda koro halinda soylenen "yumurtanin sarisi, gitti chuqentay'ın yarisi" sarkisi esliginde babacan bir sunnetcinin beni erkeklige itelemesiydi. Ama basima gelene bak. Yanimda kirmizi dudakli, ayari dusuk altin sarisi sacli hemsire, onumde Son Samuray ile basbasaydim.

Japon ogretilerine gore yetismis adam, soyunda samuraylik, yakuza savasciligi, vurdulu kirdili filmler portfolyosu olan ve gozlerinin cekikligi yuzunden çukumu yarim yamalak goren kisi beni sunnet edecekti.

Hayir yani o kisiklik arasinda nasil olur da kucucuk donanimi kesmeye kalkar anlamis degildim.

Derken bozuk Turkcesiyle bana alet edevati gostermeye basladi. Bak bu makas. Bak bu ustura. Bak bu igne... Hay bir daha gozlerini 1/4’den fazla acamayasica minyon azrail! Bilmek istemiyorum senin techizatini!

Derken ben o kirmizi dudakli, kurutulmus saman sarisi rengi saclari olan ve balenli sutyen kullanan hemsirenin ellerini tutup beni birakma diye aglamaya basladim. Kirmizi dudaklari hareket edip tamam canim ben buradayim dediginde birden bir yavsama icine girdim ve o anda Azrail Yakuza savascisi çukume karsi taaruza gecti ve kaleyi ele gecirmek icin duvarlari yikacak olan manciniktan topu firlatip igneyi en hassas bolgelerden pipi cevremden sokup sokup cikardi. Ucuncu igne girisinden sonra belden asaginisi hissetmiyor gibiydim. Halbuki "ben"den asagisini hissetmiyormusum. Benligimi almis megerse o Turk dusmani jakuzilerde bogulasi yakuza savascisi.

Isini bitirip pipimi toparladiktan sonra /nasil yani?/ yandan yemis Turkcesiyle hadi gecmis olsun dedi. Evet gecmis olsundu gercekten. Japonlarin Turkiye’yi ele gecirme plani artik baslamisti. Butun ulkeyi kisir edeceklerdi ve bu savasin ilk kurbani ben olmustum. Ve 23 sene sonra tum Turkiye’de nufus olabildigince azalacak ve Rayyip Tayyip’in en az uc cocuk yapin /tabi yapabilirseniz/ sozleri yankilanacakti. Ama neyse ki Japonlarin plani tutmamisti ve ertesi hafta çukumun eski performansina kavustugunu gorecektim.

Ustumde yine celik korse ve her sunnetli cocuk gibi belden asagisi full ciplak olarak koridorda gezinirken ogrendim ki o Japon, Turkiye’de staj yapiyormus. Sen tut ta Dunya’nin obur ucundan gel ve benim çukumde staj yap. Ben olsam utanirim.

Yani ne diyecek Japonya’ya gidip? Turklerin pipisi ustunde yaptigim staji tamamladim anne.
Höyt! Olur mu oyle sey?

Bilmiyorum daha enteresan birisi tarafindan sunnet edilen var mi. Belki o Japon bir cok cocugun pipisinin katili oldu belki de benden sonra doktor olmaktan vazgecip gidip koyunde pirinc yetistirmeye basladi. Ben de onun pirinc tarlasinin mahsulunu oturup afiyetle yedim belki de.

Hadi Yakuza savascisi Sondan bir onceki Samuray’i gecelim.

O celik korseyi kusanip koridorda pipimi havalandira havalandira yurudugum sirada tuvaletim geldigi icin kosa kosa kirmizi dudakli, yazin ikindi saati gunesi gibi sari saclari olan hemsireye kosup korsemin ondeki bagciklarini cozmesini rica ettim. E artik o benim en mahremimi biliyordu. Erkeklige adimimi O’nunla atmistim. Onumde comeldi ve korsenin ipligini tutup cekti.

Yine aman tanrimdi! O tutup hirsla cektigi sey aslinda korsenin bagcigi degildi! Cunku hicbir korse bagcigi cekilince kanamazdi. Hadi kanadi diyelim, o kanamanin sebebi korse bagciginin onceki gun bir Yakuza savascisi tarafindan sunnet edilmis olmasi olamazdi.

O kirmizi dudakli, smiley sarisi sacli hemsire korse ipi diye pipi cekmisti. Dikisli olan pipi artik iflah olmazdi cunku idrar akmasi gereken yerden oluk oluk kan akiyordu. Pipim kadinin elinde kalmisti. Kilici korelmis Samuray cakmasi Japonun yapamadigi isi hemsire yapmisti ve pipimi etkisiz hale getirmisti.

Derken yine ameliyathane hazirlandi, yine gittim yattim o lanet masanin ustune. Yine yandi ustumde isiklar filan.

Ameliyat masasindayken vasiyetimi de soyledim; "Eger pipime bir sey olursa o kirmizi dudakli, camurlu yoldan gecmis taksi sarisi sacli hemsirenin memesinden deri alinip bana yeni pipi yapilsin!" Ayildigimda pipim yerindeydi ve o gunden sonra pipime kimseye dokundurmamaya yemin ettim. Oyle bir yemin etmisim ki hala bakirim.

Eli yuzu duzgun, helal sut emmis arkadaslardan mesaj bekliyorum. Seviyeli bir iliski beklentisindeyim. Gizlilik benim icin onemli. Evim var ama kredi borcunu oduyorum hala. Ciddi dusunen Japonlardan mesaj bekliyorum.

orusbunun evladi

isaret zamirleriyle dolu, bir rus cocugunun ebeveynini belirten cumle.
redaksiyon hatasi var, olacak o kadar. gidis yolundan puan alir.

yavuz bingöl

öldükten sonra değil, yaşarken kendini doğru anlatabilseydi anlaşılamamaktan korkmazdı.
dilini konuşmak için değil de iktidarı yalamak için kullanmasaydı kendisini beğenen birkaç kişiden tepki görmezdi.
kendisini ahmet kaya gibi biri sanmasaydı belki susardı.

merak etmesin, milletimiz kolay unutur.
starbucks protestosunu,
okan bayülgen hırtosunu,
ntv protestosunu,
şafak sezer ecüşünü unuttuğu gibi seni de unuturlar yavuz.

starbucks dolup taşıyor.
okan yine program yapıyor ve konuk alıyor ve izleyenleri eksik olmuyor.
şafak sezer trt'de dizide oynuyor.
ntv akp propagandası yayınlarına alttan alttan devam ediyor.

merak etme yavuz, sen ekmeğine bakmaya devam edersin.
bir süre ortalarda görünmesen yeter. bu hükümet sana iş bulur. aç kalmazsın.
attığın dil darbelerinin zevkini birkaç ay sonra sürmeye başlarsın.

öldükten sonra derdini berkin'e anlatırsın. yanlış mı anlamışız, doğru mu anlamışız bir de o'na sorarsın. tabi aynı yerde olursanız.

canlı performansı albüm kaydından iyi olan şarkıcı

(bkz: woodkid)

canli dinlemeden albumun ve sarkilarinin hastasiydim.
konserde dinledikten sonra aklimi sicrattim. sarkilarinin etkisini onbese katlayan performansi var adamin.

düşünce suçları müzesi

Şanar Yurdatapan'ın fikir önderliğini ve kuruculuğunu yaptığı sanal müzedir.

"Düşünce suçları müzesi nedir" başlığı altında sitede yer alan açıklama şu şekildedir;

Bu konuda, böyle bir sanal müze Dünya'da ilk ama son olmayacağını umuyoruz. Internet’te hazırlanan bu sanal müzeyi gene Internet üstünden Prof. Noam Chomsky açacak. Müzenin yapısı bitmiş durumda ama içi kısmen dolu. Müze, giderek herkesin katkılarıyla dolacak ve geliştirilecek. Elinizde müzelik belge, bilgi ve malzeme varsa hiç korkmayın, yok olup gitmeyecek. Maddenin ve enerjinin sakınımı kanunlarına bir yenisini ekleyeceğiz hep birlikte: "Anıların Sakınımı". Yapılan hiçbir zulüm, yaşanan hiçbir utanç saklı kalmayacak. iyi, ya da kötü deneylerimizi, acı ya da tatlı anılarımızı oldukları gibi, yaşandıkları gibi armağan edeceğiz geleceğe.

dsm

(bkz: düşünce suçları müzesi)

incecik tayt giyip bakın götüm diyen kız

götünü bu şekilde kartvizit gibi kullanıyorsa yazıktır.

pek çok ergenin duş almasına sebep olmaya yeterdir.

incecik tayt giyip bakın götüm diyen kız

götünü bu şekilde kartvizit gibi kullanıyorsa yazıktır.

pek çok ergenin duş almasına sebep olmaya yeterdir.

nagehan alçı

kadının metalaşmasına sebep olacak hatun.
konuşmazken her şey çok güzel. ama konuşmaya başladığında canımdan can kopartıyorlar sanki.

sus ve yalamaya devam et lafının haklılığını ortaya çıkarıyor.

keşke bambaşka şartlarda (ne bileyim yandaki gümrükleme şirketinde sekreter, markette kasiyer filan) olsaydı da kendisinden sadece kalbimi kırdığı için nefret etseydim. şimdi göz göre göre yalamalık yaptığı için, çıkarları için haksızı savunduğu için nefret ediyorum.

recep tayyip erdoğan

Allah uzun omurler versin ki;
yillar sonra cevresindekilerin arkasindan konustugunu gorsun. Bir bir yedigi her haltin aciga ciktigini gormeden ölmesin.

Amin.

coldplay

Son iki albümünü es gecersek cok iyi gruptur.
Onlari da katarsak iyi gruptur.

recep tayyip erdoğan

Sultan III.Murad Han'dan mesaj var;

Bu dünya fanidir sakın aldanma
Mağrur olup tağcü tahta dayanma
Yedi iklim benim deyu güvenme
Uyan, ey gözlerim gafletten uyan
Uyan, uykusu çok gözlerim uyan.

metehan demir

adam sanardim, madam cikti.

recep tayyip erdoğan

(bkz: adam gibi adam)

görsel

adam mı öldürdüm bir şeyler mi çaldım

haklidir.
kendisi birebir bu eylemlerin icinde olmamistir.

adam olduren polisidir, bagnaz tebasidir.
hirsizlik yapan ogludur, bakanidir, bakaninin ogludur.

(bkz: adam hakli beyler)