entry'ler (190)

2014 ün en iyi filmleri

bütün yılı düşününce bir çok güzel film akıllara geliyor. yani bakınca 2014 yılı sinema için bereketli geçmiş. özellikle türkiye sineması açısından geçen yıllara oranla daha güzel filmler izledik. bende izleyebildiğim filmler arasında küçük bir liste yaptım.

1-Le passé
2-Pozitia copilului
3-Deux jours, une nuit
4-Kış Uykusu
5-force majeure
6-Ida
7-Only Lovers Left Alive
8-Al Midan
9-Gloria
10-Miss Violence

yerli filmler için ise*;

1-itirazım Var
2-Köksüz
3-Kusursuzlar

görsel ve duysal hafıza teknikleriyle tarih dersi

bilal'in seviyesinde tarih dersidir.
evet, görsel hafıza daha güçlüdür. kimileri gördüğünü detayına kadar hatırlar. tamam kolay kolay da unutmaz ama bokunu da çıkartmamak gerekir.

--spoiler--

bu ne yahu. tamamen karşıdakini gerizekalı yerine koyma. bu insanlar angut değil**. 17, 18 yaşına gelmiş belli bir seviyede akli dengesi olan insanlar.

len böyle ders mi olur. tamam niyet güzel ama. sunum ve içerik saçma.
yok boynundaki haçtan kilise görevlisi olduğunu anladığımız adam varmışta. lord, kral veya çar olduğundan şüphelenilen iri kıyım abi'de köylülere üstüne basıyormuş. buradan da köylüleri ezdiğini anlayacakmışız. ha bide hocalar çok samimiler, adeta bizden biri. arkadaki kadına da rus hatun diyor bizimoğlan.
işçiler ve köylüler rus değil sanki pigme. arkadan stalin bıyıklı bir köylüde çıkıp "ben şevki" diyor. bizimkiler durur mu hiç. çelik iradenin arkasında hemen örgütlenip " bende şevki" diyolar. rus hatunda da anlatım bozukluklarını hiçe sayıp "burada çok bol şevki var" diyor. ve bizde buradan bu insanların bolşevik olduğunu anlıyoruz. hmm iyi yakaladık yine. ortada muazzam bi yaratıcılık var.

bizim köylüler ellerinde ekinler devrim yapıyorlar. vay arkadaş. ruhi su yanılmış. pankartlara gerek yokmuş meğerse. ekinde, bize aslında ekimi anlatıyormuş. yani ekim devrimini. ne kelime oyunu ama. 1917'yi de yine ekinlerden çıkarttık. vay anasını. ama kelime oyunlarına devam tabi. bu seferde köylünün boynundaki dallardan, feodaliteyi öğrendik sevgili bilaller.

köylülerin önlerinde de bi adam var. lenin'den çok feridun karakayaya benziyor.
http://4.bp.blogspot.com/...Q/s400/vlcsnap-192791.jpg

zaten olağan bi lenin görüntüsü değil. adama fidel castro gibi gerilla üniforması giydirmişler. hadi onu geçtim beyaz yaka takmışlar adamcağıza. yöresel ağıza da hakim kendisi. çar'a "len in aşağıya" diyor. bak sen şuna. lenin'i de bu şekilde öğrettiler ya bize.
hayır her şey inat alakasız biri daha var fotoda. rus hatuna "seni seviyorum canım benim" diyor. len orda bi devrim var. bi sakin. hakim ol hormonlarına. oligarşi temizlensin, sonra takılırsınız.
ama bizde şunu anlıyoruz ki bunlar hep troçkist oyunları. gördü orda stalin bıyıklıyı tabi.

--spoiler--

ya sınava girecekler bu fotoğrafa bakıp akılda tutacağına, fotoğrafta anlatılanı 10-15 cümleyle ezberler arkadaş.
aha bu video. http://vimeo.com/90307160

ugruna beste yapilan kadinlar

pattie boyd'da bunlardan birisidir. ama tabi bu iş, şarkıyı yapan eric clapton için öyle kolay olmamıştır.
hikayeyi biraz açıp, başa alırsak olay şu şekilde başlamış.

pattie hanım kızımız 19 yaşında iken beatles'ın 64 yapımı bol koşturmacalı A Hard Day's Night filminde oynamış. beatle'lardan george harrison ise film çekimleri esnasında bu tatlı kıza gönlünü kaptırmış. pattie ise o sıralarda nişanlı olduğu civan delikanlıyı terk ederek george'u tercih etmiş ve iki yıllık flörtlerinin ardından george harrison ile evlenmiş. hatta o günlerde, neredeyse her yaptıkları magazinsel olay oldukları için, düğün zamanında john lennon ve ringo starr basının ilgisini dağıtmak adına yurt dışına gitmişler.

evlendikten sonra mutlu mesut yaşarlarken george'un panpası olan eric clapton pattie'ye aşık olmuş. adama bak yahu. ama arada bir engel var tabi. bu engel sadece bir adam değil, eric clapton'ın en yakın arkadaşı george harrison. uzun süre eric bu aşkı kimselere çaktırmadan hayatına devam etmiş.

george harrison ise beatles'ın son dönemlerinde grubun en verimli adamlarından olarak pattie için something ve for you blue adlı şarkıları yapmış. tabi george something'i sonradan Ray Charles'ın söylemesi için yazdığını söylese de biz pattie olduğunu anlayabiliyoruz.
70'lere doğruda eric'le olan panpalıkları daha da ilerlemiş. hatta eric, benim için george harrison'ın en iyi ve beatles'ın ise en iyi 5 şarkısından biri olan while my guitar gently weeps'in kayıtlarında gitar çalmış. tabi bu stüdyo'ya kimseyi sokmama beatles'ın büyük bir tabusu. istisnai olarak yesterday'in kayıtlarında yaylılar girmişler. ve pis kadın yoko ono da kafasına göre girer çıkarmış, o da farklı bi konu zaten. 70'lerden sonra da billy preston çok kez girmiş tabi.
ki stüdyo kaydını geçtim george here comes to sun'ı eric claptonun evinin bahçesinde yazmış. o denli panpalar yani.

eric ise boş durmuyo tabi o zamanlar. o meşhur layla'sını yazıyo. soranlara da şarkıyı pattie ve george'un aşklarına yazdım diyo çakal. yerler mi koçum yemezler tabi. daha sonradan öğreniliyo ki şarkı sadece pattie için yazılmış. kim bilir belki de george'un yerine kendini koydu adam. sadece layla da değil Wonderful Tonight'ı da yazıyo adamcağız.

işin george harrison yönündeki trajik kısmı ise pattie ile olan ayrılıkları.
eric clapton bu izdıraba dayanamayarak george'un karşısına geçip "karını seviyorum ahbap" demiş. bak sen şuna yürek yemiş. george da eşine gidip "seviyosan ona git" deyince pattie ilk başlarda olmaz desede bi zaman sonra ayrılıp eric'le evlenmiş. o dönemlerde ise eş değiştirmeler normal karşılandığı için pek üzerinde durulmamış. vay arkadaş ne dönemmiş dimi.

pattie de şımardı tabi. o kadar şarkılar yazılmış, peşinde koşuşturulmuş kalkmış tabi neticesi. bir kaç yıl sonrada eric clapton'ı terk etmiş. eric'te ayrılıktan sonra eroini fazla kaçırınca uzun süre rehabilitasyon merkezinde yatmış.

kadına bak terk etmelere doyamadı. ne kadınmış yahu. ama hep o şarkılar kaldırdı o neticeyi.

futboldan soğumak

memnun olmasam da başıma gelen durum.

ne desek haklıyız. bize dayattılar bunu. adam akıllı maç izlemek için tonla para verip lig tv, d-smart vs. bağlatmak gerekiyor. tabi bunlar da yetmez yok spor paketi yok avrupa paketi. bu ne lan. hep ekstra para. ha iyi ki trt var da almanya ligini izleyebiliyoruz.

ya arkadaş eskiden ispanya ligini izlerdik. el clasico'lar, valencia'nın valencia olduğu zamanlar, deportivo'nun fran'lı tristan'lı kadrosu. nihat'lı real sociedad'ın şampiyonluk çabaları... tüm türkiye sociedad'ın maçı olduğunda kitlenirdi televizyona. hatta maçları trt verirdi, diğer la liga maçlarını da ntv. el clasico günleri saat geçmezdi. akşam olsa da maçı izlesek diye.
ha şimdi ne oldu. elde sadece athletico madrid kaldı. ne barça ne real madrid. hatta ikisini bir arada görmek hayal. efendim d smart alacakmışız da bilmemne paketiyle maçı izleyecekmişiz. böyle bi saçmalık varmı. bi dünya para veremem bi maç için.

ingiltere ligi vardı bide. hatırlayanlar vardır. ben hatırlamıyorum da en son ne zaman ingiltere ligi maçı izlediğimi. stam'lı manchester'ı, highbury'de oynayan arsenal'i, robbie fowler'lı liverpool'u hatırlayan varmı. ben hayal meyal hatırlıyorum artık. heralde en son muzzy izzet'li li leicester city maçı izlemişimdir. okay karacan'ın anlatımıyla tabi. tugay oynuyo diye blacburn'lü olduk biz.
oda gitti tabi dururmu. biz kimiz ki ingiltere ligi'ni izliyecez. illa lig tv lazım dimi. almıyorum lan. hadi satın.

italya ligini hatırlayan var mı dostlar. hani şu batistuta'lı roma'yı, davids'li juve'yi, mihajloviç'li lazio'yu. defterimiz arkasına en iyi kadroları yazarken ilk başta forvete şevşenko yazardık. hem hayranlığımızdan hem de adını yazmayı bilmediğimizden.
o da gitti üstat. koskoca seria tivibu denen zımbırtı da. artık totti hayal oldu bize. yok artık roma lazio maçları. bize youtube'tan 240p lik özeti değer gördüler bunlar.

ulen şampiyonlar ligi maçlarını bile izleyemiyoruz artık. küçükken maçın tamamını izlemek için yıkardık evi, o denli heyecanlıydı. şimdi yok tabi bunlar o da d smartta. sabri ugan bile yok artık. kim bilir nerede çalışıyor. bi de uefa kupası vardı ona hiç girmiyorum.

2. lig* var bi de. süper lige göre tribün kültürünün daha güzel, doluluk oranının daha çok olduğu endüstriyelleşmemiş, şehir/ilçe takımlarının oynadığı o güzel lig. en güzel zevklerden biridir benim için saat 1'de trt de imdat'ların, hayati'lerin, şeyhmus'ların, hakikat'lerin maçını izlemek. tabi aralarda karikari, atakora, ofiedu falan var. ama alıştık onlara. farklı bir zevk kattı lige.

bunlar futboldan soğumak için büyük nedenler bide farklı sebep var; başarısızlık.
hani bi milli takımımız vardı. 3.lükler, yarı finaller falan tattırdı bizlere. ama şimdi ne yapıyolar fifa sıralamasında 40. sıradalar. bu sıranın ne kadar kötü olduğu da önümüzdeki ülkelerden anlaşılıyo. kim bu ülkeler peki. honduras, peru, venezuela, ermenistan, yeşil burun adaları vs... len yeşil burun adaları diyorum. alooo yeşil burun. len burayı türkiyedeki insanların yüzde 5'i biliyosa silkin* beni. rezillik yahu. ama takıma bakarsan topçular milyonlar kazanıyo. sorsan neden böyle diye "özörömözde çok bosko vor" derler. yemezler.

para işine girmişken futbolun endüstriyelleşmesinden de bahsetmezsek olmaz.takımlar holding, başkanlar ceo, futbolcularda milyon dolarlık işçi olmuşlar. arap sermayedarlar, rus milyarderler fm oynar gibi takılıyolar.
hadi onu geç, milyon dolarlık istanbul takımlarıyla az da olsa baş edebilmek için 40 yıllık takımımın adı medikıl park oldu. len takımda iki tane melih gökçek* var bundan kötüsü olabilir mi.

bunlardan sonra artık futboldan soğumamak zor. ne maç izleyebiliyoruz ne de izlediğimizden zevk alabiliyoruz. kalmadı azizim o eski futbol. takımlarımızı çekip, papyonlarımızı takıp, ali sami yen de rakip taraftarlarla karışık oturup izlediğimiz futbol yok artık. ahh ah.

habervaktim in erdal beşikçioğlu haberi

türkiye'deki gazeteciliğin kalitesini gösteren bir haberdir.
malum video 1979 yılına ait klip. erdal beşikçioğlu'nun 1970 doğumlu olduğunu düşününce adamın 9 yaşında iken bıyıklarının olduğunu anlıyoruz.
teşekkürler habervaktim..

http://www.habervaktim.co...in-delikanlisina-bak.html

önyargı ve kalite bağlantısı

son zamanlarda beni düşüncelere iten durum.
tabi en başta önyargılarımın insanlara karşı olmadığını ekliyeyim.

herkes gibi önyargılı olduğumu asla kabul etmiyodum. ta ki kendimin bazı durumlara karşı önyargılı olduğumu farkedene kadar. haa çok ciddi bir sorun veya büyük bir önyargı değil tabi. olsa da olur olmasa da olur durumlar.

mesela efendim eklere bayılırım. şu tatlı olana hani. çok severim yahu öyle böyle değil. tatillerde memlekete gideceğim zamanlar anneme gelince yap da bana sürpriz olsun derim. şimdi düşününce saçma geldi biraz ama bana yapılacak sürprizi ben belirliyorum bizim evde. neyse annem de yapar en güzelinden. güzel tabi ama o yemek kitaplarındaki kadar göze hitap eden denizaltı görüntüsünde değil. tat aynı ama periskobu sağdan soldan fırtlamış biraz yamuk bir denizaltı. ee çok sevince bir tepsiyi bir günde bitiriyorum tabi.
dışarıdan pastahaneden de pek almam açıkcası. yani bu kadar sevip de yemeye kalkarsam pastahanelerden, altından kalkamam bu öğrenci halimle.

geçenlerde a101'e gittim işte ekmek filan ucuzundan ne varsa da yiyecek bir şeyler alacam. içeride takılırken gözüm bir anda dolaptaki eklere çevrildi. dolabın altına köşesine adeta atılmış güzelim. kuzumun yanında da kazandibi, profiterol filan var. dedim şu eklere bi bakayım. adamlar öyle güvenilmez öyle berbat bi paketleme yapmışlar ki alıp bakasın gelmiyo. zaten kazadibini, pudingi filanda kaba döküp geçmişler gibi. dedim ya paketi kötü ama alsam mı. bi yandan da annemin öyle çok ucuz kötü görünen şeyleri yeme bozarsın mideni maazallah sözü geçiyo. otokontrolü defedip bi çılgınlık yapıp aldım ekleri. 6'lı paketi 3.75 lira fiyatta çok makul.
gittim eve yemeği yedikten sonra açtım paketi yedim bitanesini. gözlerimde yıldızlar parladı bi anda, aman allahım bu ne güzellik. seni yapan ellere kurban. akıyo meret adeta. öküz gibi yumuldum pakete bitirdim hepsini. neyse güzelmiş bundan sonra hep alırım dedim.
bir aydır her fırsatta alıyorum. hala da alıyorum. bugün yerken aklım paketine takıldı. fabrikası nerdeymiş filan bakarken dedim şu firma adını bi gıgıllıyım. aha bi şok daha len yediğim ekleri özsüt üretiyomuş. bildiğin özsüt. gitsem yerinde yesem 6 tane kim bilir kaç para verecem. biraz daha araştırdım öğrendim. adamlar aynı yerde ürettikleri tatlıları bi kendi pastahanelerine gönderiyolarmış bi de paketleyip a101'lere. a101'dekiler tabi berbat paketleme sıfır reklam ve kötü göze hitapla ucuza satılırken kendi pastahanelerinde fahiş fiyatlara satılıyor. ee neymiş pakete bakmıyacakmışsın, önyargı kötüymüş.

hadi o paket maket sonuçta yiyecek, olsa da olur olmasa da. bi de ders boyutu var bunun. bildiğin derse yapılan önyargı.
efendim adı gibi lanet bi ders var malzeme bilgisi diye. neymiş kübik yapıymışta, dislokasyonmuşta boş laf. kulağa oldukça zor geliyo. e bana da çalışması zor gelince geçen yıl pek takmadım seneye veririm diye girmedim finaline. zaten ilk vizede kötüydü. böyle olunca dersi bu yıl vermek zorundayım yoksa yine kalacam sınıfta.
ama yine bende önyargılar var. işte ders zor, hem çok uzun filan. isteksizce de bu gün başladım çalışmaya.
yav arkadaş çalışıyorum çalışıyorum bildiğin anlıyorum dersi. kolay yahu. hem diğer derslere göre biraz daha sözel. e dedim ben geçerim bu dersten. çalışmaya hala devam ediyorum.
ama az önce şunu fark ettim. len sınav yarın hatta bugün yani 12 saat kaldı. len başlıyacaktım işte üç gün önceden mis. hem üç tane sınav var yarın napıyom burda ben. haa önyargı kötüdür evet ama malzeme dahada kötüdür hatta mühendislik bütün kötülüklerin anasıdır.

öğrenci yurdunda karşılaşılan ilginç tipler

yurtlarda kalan herkesin karşılaştığı insanlardır.

bizim yurtta da çok ilginç insanlar vardı elbette. kişilik olarak marjinalliğin sınırlarını zorlayanlar mı, sapıklar mı, reisler mi.. ne ararsan vardı yurtta. ama öyle biri vardı ki bu zamana kadar ne böyle bi insan duymuştum ne de böyle biriyle karşılaşmıştım.

efendim bundan 3 yıl önce yurtta kalırken oda değiştirmiştim. yeni geçtiğim odadaki arkadaşlarla çok çabuk kaynaştım, sevdim elemanları. ama biri vardı ki geldiğim günden beri alışamadım adama.

bu adam öyle biri ki 24 saat bizim odada takılıyo. oda zaten 3 kişilik ama bu elemanla birlikte resmen 4 kişi yaşıyoduk. abartmıyorum adamın bütün eşyaları bizim dolabımızda eşit şekilde dağıtılmış olarak duruyodu (hakkaniyetlidir de yüzsüz). laptopu bizde, kitapları bizde. bu kadarla da kalmıyo bizim odada yıkanıyodu. bi de bu çakalın yüzünden duş sırası beklerdik. kovuyoduk pezevenki, adam oda da kimseyi tanıyorum, sorun olur deyip yine bizde yıkanırdı. len ne sorunu olacak senin odan orası. ama kendi odasındaki adamlarda alışmış tabi 2 kişi kalmaya ben olsam da ağız burun kıvırırdım.

ya bu adam o kadar yüzsüz ki o da arkadaşlarını tanımıyodu. sadece yatmaya gittiği için geceleri elemanları uyurken görüyodu. isimlerini, bölümlerini bilmediği için elemanlara memleketleriyle sesleniyodu ipne. bolulu ışığı kapatır mısın? gümüşhaneli kapıyı kitleme? şeklinde gayet samimiyetsiz bir ilişkileri vardı.
yüzsüzün tanımı adam. odaya gelirken gece acıkırız diye bişeyler alırdık. bu hayvan bırak paketi, poşetten çıkarmadan öğütürdü. burslarla yaşıyodu bide, bi kaç şirketten ve hem akp hem de chp den burs alırdı. para yattıktan 2-3 gün geçmeden harcar, geri kalan günlerde de yurttaki beleş sabah kahvaltısı ve akşam yemeğiyle yaşardı. 2 öğünle 90 kiloluk bünyeyi çevip çevirdi odamızın direği*.
bi de biz bu adamın adamın odasını bilmezdik. abartmıyorum ikinci dönemin başlarında adamdan öğrenci değilde mit ajanı olduğu için şüphelendiğimizden tuttuk kolundan odasını göster dedikte yurtta kaldığına ancak o şekilde inanmıştık.

neyse gel zaman git zaman* bu adam iyiye kafayı yemeye başladı. değişik hareketler, tikler, karanlıktan korkmalar filan. o derece bi duruma geldi ki adam her gece yatağını bizim odaya taşıyıp yerde yatardı. uyku problemi çekmeye başlayınca iyice tırsmaya başladık biz bundan. bi gece yine yerde yatarken zıplayarak bağırmaya başladı ve kapıya bakarak;

- haaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!!!!
+ len noluyo?
- kapıda eşşek vaaarrr!
+ len ne eşeği?
-eşşek suratı var kapıdaaaaaa bana bakıyoooooo!!!

yav gecenin bir vakti eşek mi görmedi, floresan da sarıklı adam mı, kafasız mahluklar mı.. neler neler. iyice çıldırdı. ve her gördüğünde deli gibi titreyip, terliyodu. bir hafta bu şekilde devam etti bi gece yine bağırırken beni camiye götürün hocayla konuşucam diye tutturdu. gecenin 4 buçuğunda camiye gitmek için hazırlandık çıkarken kapıdaki güvenlik;

- nereye gideysun ha böle?
+ abi arkadaşı camiye götürüyoz sorunu varda, garip şeyler görüyo.
- elini yüzünü yıkasın bi sikinti kalmaz.

he amk müthiş çözüm. sırtına da havlu koyduk mu tamamdır zaten. güvenlik bizi kapıda rehin almışken bu salak saçma bir bayılma krizi yaşadı. saçma diyorum çünkü esra ceyhan'daki uçan adam sabri gibi kendini yerlere atıp zıplıyo. ambulans çağırdık ta gitti bi iğne olup, sünnet olmuş gibi gerinerek döndü geri.

tabi bunlardan sonra biz bundan iyice korkmaya başladık. belli olmaz delirdi adam gece eşşek zannedip sucuk yapar bizi neme lazım. biz bunu kovduk odadan ama ipnenin anahtarı var tabi girip çıkıyo istediği gibi. yatağa getirmesine müsade etmediğimiz için adam üç tane sandalyeyi birleştirip üstünde yatıyodu. acıyamıyorum da pezevenke neler çektirdi bize. baktık düzelmiyo bu, bilet aldırıp gönderdik memleketine.

memleketten döndükten sonra biraz düzeldi tabi. ama eskisi gibi davranmadığımızdan biraz insanlığını hatırlayıp odasında takılmaya başlamıştı çakal.
şuan napıyo bilmiyorum ama o zamanlar oda arkadaşlarıyla yaşadığı sorunları da başka sefere anlatmak üzere köşeme çekiliyorum.*

yapılmış en büyük aptallık

sanıyorum dün yaptığım iş buna bir örnektir.

son bi kaç gündür geceleri bütün tayfa toplanıp sabaha kadar muhabbet ediyoruz. ama öyle şeyler konuştuk öyle şeyler tartıştık ki artık sohbet edecek konuşacak bir konu kalmadı. bol bol saçmalıyoruz. herkes sahibinden.com a girip hiç bir zaman alamayacağımız, memleketlerinde ki en pahalı eve bakmadan, mahallelerinin adını google a yazıp çıkan fotolara bakıp bizim ki daha güzel pehh pehh yapmaya kadar saçmalıklardan bahsediyorum(ama şunu da söyleyeyim mahalle adını google yazınca genelde mahalle deki cinayet haberleri veya hırsızlıklar çıkıyo haberiniz olsun) .

konular bitince ucu bucağı olmayan en saçma muhabbet başladı. şunu şunu kaç paraya yaparsın muhabbeti. yok şu kız için şunları yapar mısın da, kaç paraya çıplak koşarsın da, şuraya sıçsalar kaça.. neyse daha neler neler. ve ne iğrençlikler şuraya yazmayacağım kadar.
ama bir anda hiç alakasız herkes birbiriyle iddialaşmaya başladı. seni şunda yenerim bi yemeğine filan.
bizimkiler iddia olayını abartınca bende gaza geldim haliyle. aslında şu zamana kadar pek iddia kaybetmiş değilimdir. en azından fiziksel iddia değilde emin olduğum şeyler üzerine iddiaya girerim. normalde çok iddialaşmam aslında da ama nedense o gün çok pis gaza geldim.

bizimkilerin arasında bir arkadaş var ki en çok onunla samimiyim. üç yıldır tanıyorum. hem aynı yerde çalışıyoruz hem de bölümler yakın olduğu için ders çıkışları, aralı filan beraberiz hep. yani ben onu iyi tanıyorum o da beni. ya da ben en azından öyle biliyodum.

neyse ortamda iddialar havalarda uçuşurken milletin boğazı kurudu tabi. birinin mutfağa gidip su alması gerekti. haliyle kimse almayınca en küçüğe kitlenecek iş. ortada en küçük benim ama anlamsız bir şekilde direniyorum. ve benim samimi olduğum arkadaş bir anda bana laf attı;

-abisi hadi getir şu suyu.
+ ne abisi lan ay var aramızda!
- la sus 2 yaş büyüğüm senden.
+len sen sus aq biliyom heralde aramızda 2 ay var.
-la mal 2 ay var ama 2 yıl 2 ay.
+saçmalama aq gel iddiaya girelim ay var aramızda.
-malsın aq gel girelim.

ve biranda duble iskenderine iddiaya girdik. ben kendimden emin şekilde kolada da dahil haaaa, derken tamam mal dedi. ben şebelek şebelek gülerken, herkes sanki kanı çekilmiş gibi bana bakıyodu. millete tip tip hayırdır bakışı atarken ben durumu çaktım.
len adamın doğum günü üzerinden iddiya mı girilir. ben mi bilecem omu bilecek doğum gününü. len onun doğduğu gün o bilecek mal. ne diyo giriyon iddiaya bide iskenderi ben söyledim kola bile olsun dedim. arkadaş bu kadar da olmaz yav. bide üç yıldır tanıyodum aq.

ahlar vahlar arasında getirdi bizimki kimliğini adam harbi benden 2 yıl 2 ay büyük aq. aptallığıma mı yanayım duble iskender kolaya mı. arkadaş nedir bu yav.
ama suç bende değil herkes atıp tutarken iddialara tutuşurken ben öylece kalamadım. o bütün kötülüklerin anası çekti beni içine. o kötülüklerin anasına var ya... neyse.

yaran diyaloglar

halı saha maçı öncesi bir diyalog.

b: ben*
a: bi arkadaş*

b: aga kim bunlar kimle yapıyoz maçı?
a: abilermiş olum bunlar valla kim ayarladı bende bilmiyorum.
b: nerenin abisi len bunlar..
a: yav yok mu işte abi evi maklube falan onlar işte..
b: haa tamamdır anladım yeneriz "inşallah".
a: "inşallah" filan moda girdin bakıyorum. zaten yeneriz, hem ateistim olum ben allah mallah dinlemem asarım golleri..

kendini çok şansız hissetmek

çok nadir olsa da perşembe günü çok şiddetli olarak yaşadığım his.

bayram tatili uzun, malum. ben de dedim okulu biraz asayım da, erken gelip altın portakalın son iki gününe yetişir 2-3 tane güzel film izlerim. çarşamba gününden geldim memlekete.
erkenden geldim tabi pek arkadaşta yok millet daha okullarında, bi kaç gün yalnız yalnız takılıcaz artık. hem daha önceden içimde kalan bir şey vardı; tek başına sinemaya gitmek. denemiştim hatta zorlamıştım da olmamıştı. (#20278655)
bi güç var biliyorum. tanrılar toplanmış ve benim cool olmamı engelliyolar. işiniz mi yok arkadaş gidin başımdan.

bilet almaya gittim, sözde cool olarak tabi. arkadaş erkenden de gittim aslında kalmamış bilet. çokta istiyodum o filmi sinema da izlemeyi. yine olmadı, yine yapamadım. tek başına sinemaya gidemiyorum arkadaş. daha öncede hiç bilet satılmayan filme tek başına giderek, "tek kişiye salon açamıyoruz beyfendiğğğ" denilerek alınmamıştım. iki bilet satın almaya razıydım ama yinede coolluğu becerememiştim.

madem sinema işi yattı, yılmak yok dedim o coolluk bu gün olacak.
kot pantolon alacaktım. dedim bu iş coolluk için çok uygun. dolaştım avm deki bütün mağazaları ama fakir cool olunmuyomuş onuda öğrendim. giriyorum mağazaya bakıyorum, beğeniyorum giyiyorum eğer pahalıysa beğenmiyorum diyerek bırakıyorum. levis'e de bakayım dedim. pahalı biliyorum ama bakıyorum sadece alıcı değilim, bakıcıyım. zaten tezgahtar da anlıyo alıcı olmadığını hoşgeldiniz bile demeden uzaktan süzüyo. kotların birine fiyatı ne kadarmış diye baktım. 87 lira kotlar. 87 lira len levis kot 87 lira. o şaşkınlıkla tazmanya canavarı gibi daldım kotlara. dağıttım etrafı arkadaş. tezgahtar geldi. kusura bakmayın pek beğenemem de dedim. 3 tane kotu aldım denemek için giydim çıkardım giydim çıkardım. şımardım arkadaş bi kere. coolluktan eser kalmadı.

her kotun üzerinde kemerde var. beğendim birini kemeri de ayarladım belime göre. dedim alayım bunu ben.
coolluğu kapıda bıraktık tabi. içeriyi de çarşamba pazarına çevirdik. aldım kotu kasaya gittim. normalde kasada parasını sorarım bi kez daha ama coolum ya parayı sormadım. kasadaki kadın kemeri de alıyomusunuz diye sordu. bende kalsın dedim. ziraatin kartını uzattım. o zaman 174 lira dedi. hö hap pöh... konuşmayı unuttum arkadaş. içime civciv kaçmış şekilde "87 değilmiydi" dedim. "evet 87'idi kemeri çıkarttınız 174 kaldı" dedi.
vay arkadaş kemermiş 87 lira olan. ben de nasıl olur 87 liraya levis kot diyodum. e kartı da verdik kadına. len rezil olduk koymuşum coolluğa artık. okey attığını fark etmiş emekli yaşlı teyze gibi kaptım kadının elinden kartı. para çekicem yalanına daha fazla rezil olmadan avmden ayrıldım. mağazadan demiyorum bak. avm den kaçtım. yalan oldu levis kot.

dedim bak ciguli bugün çok şanssızsın, git eve paşa paşa evde takıl.
gittim artık eve. zaten sinema işi yattı kot işi de yattı coolluk desen deme daha iyi... başka sefere artık.

aile bireylerinden gelen komik sms ler

adana aktarmalı bir uçuşta(o da farklı bir mevzu aslında antalya-trabzon arası adana ne alaka ise) aldığım sms dir.

uçak adana'ya indi ve trabzon uçağı için 10 dakikalık bir sürem vardı. tek aktarmalı yolcuda bendim. bütün uçak beni bekliyodu. adana da indikten sonra hızlı hareket etmek ve diğer uçağı kaçırmamak adına babama mesaj atmış bulundum. babama attığım ilk mesajlardan biridir aslında. zaten mesaj atmasını da bilmez. en azından ben öyle biliyodum;

-adana ya indim şimdi diğer uçağa biniyorum haberiniz olsun.
cevap olarak babamdan aldığım ilk mesaj ise;
-kebab ye.

haykırdım uçağın içinde. neye uğradığımı şaşırdım arkadaş. mesaja bak..

sözlük yazarlarının itirafları

BUGÜN TEKiL KUANTUM SiSTEMiN MANiPÜLASYONUNUN MEKANiĞi MODUMDAYIM.

ben değil yılmaz morgül diyor. anlayan beri gelsin.

https://twitter.com/YLMZM...86431659072962560/photo/1

rahata kavuşamamak

yaklaşık bir aydır süregelen durumum.

lüksten yana bir insan değilimdir. hatta nefrette ederim lüksten.
7 yıl boyunca aynı telefonu kullandım. etraftan baskı, cebir, şiddet görerek telefonu değiştirmeye adeta zorlandım.arkadaş herkeste dokunmatik var angry birdler, whats up lar havalarda uçuşuyo. ama gereksiz geliyor bana. gittim bende 300 milyonluk nokia tuşlu telefon aldım. bende mantık şu; konuşuluyo, mesajda atılıyo e yılanda var alalım gitsin. üniversite üç oldum şuana kadar ne face ne twitter açtım. sorun bende yoksa sizdemi ya da bu çağın adamı değilmiyim bilemiyorum. ki daha neler yapıyorum tahmin edemezsiniz.

neyse ilk defa lüks adına bişey yapacağım tuttu. aslında ne zamandır düşünüyodumda şartlar yeni olgunlaştı, son tahlilde. efendim karar verdim ve tek başına eve çıktım. ona da çıkmazdım da ucuz eşyalı bir çatı katı bulunca attım hemen kapağı. e part time çalışıyorum da, bi şekilde geçinirim diye düşünerek hareket ettim.

bir ay oldu nerdeyse ama arkadaş al al bitmiyo eşyalar. ev eşyalı ama mutfak gereçleri yok. ne zormuş bu alışveriş işleri. internet bağlat, eve sandalye al, ayakkabılık yok, 3 çatal, 3 tabak, tepsi ve daha neler neler. bide tek olunca bir seferde alamıyosun. koltuk yoktu evde, neyse kapıcı acıdı da eski bir divan buldu verdi. onunda suntasının üstene minder attım oturuyorum. bi duvara geyikli halı eksik.
he kötümü, pişman mıyım asla değil. aslında çıkış noktam kafa dinlemek. kalabalık evlerden, yurt odalarından kurtulmak. birazda malcolm x'in şu sözü heveslendirdi beni: "Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversiteden sonra hapishanedir". kendini geliştirmek, rahatça okuyup, izlemek, yazmak ve çalışmak için lazım birazda.

neyse pişman değilim yinede şu işler bitsim alacaklarımı alayım bitireyim sonra düşünmeye başlarım malcolm abi söz.
ha bide tereddütleri olan mutlaka okusun: (#21414030)

tek yaşamanın zevkini kapı açık sıçmaya indirgemek

tek yaşamayan veya bu duruma öykünen ya da tek yaşamanın zevkini bilmeyen en azından bu durumu cesaret edemeyen veya koşulları oluşturamayan kişiler tarafından indirgenen durum.*
anlamış değilim bu durumu. tek yaşamak, tek eve çıkmak, ailenin tatile gitmesi, evin boş olması başlıklarında bol bol gördüğüm bir durum. he lafım sıkılanlara, deneyen ve memnun olmayıp tecrübelerini aktaranlara değil.

bir kere ev senin kontrolünde. ötesimi var. istersen lavaboya sıçıp, klozette başını yıkayabilirsin.*
istediğin yemeği yap. istersen hep dışardan hallet yemek işini. ister montla dolaş ister çıplak.

eşyalarına sadece sen hükmet. kendi kullandığın tabağı, bardağı, küveti yıka.

hee sana duvarlarla konuşup, filozof ol demiyorum. istersen bütün tayfayı eve çağır. sabahlara kadar muhabbettin dibine vur.

haa hala anlamayıp en fazla kapı açık sıçarsın moruk zuhaaa diyosan fazla söz yok. cut.

üst üste gelen aksilikler

bugün beni sınayan silsileler.

her dönem başında aynı harç mevzusu. ulen ikinci öğretimiz diyen sömürüyolar bizi. hadi kaldırmıyosunuz indirin bari. nedir bu bi dönem için 764 lira. dershane parası resmen. hiç kazanmamış gibiyiz. hala ödüyoruz dershane parasını.

meret az da değil 764 lira. birden veriyoruz bide. toplaması zor, biriktirmesi zor, elde tutması zor. aylar öncesinden hesap kitap.

neyse yine topladık bir şekilde, gittim bankaya. bizim okul vakıfbankla anlaşmış. cebimde 800 lirayla gittim vakıfbanka.
her zamanki gibi gişe işlemlerinden aldım sırayı. bi yarım saatten fazlada sıra bekledim. gişedeki bey amca 50'lerden kalma muhteşem türkçesiyle harçlar atmlerden yatırılıyor sistem değişti dedi. öyle mi azizim bilmiyordum müteşekkirim size diyip atmlere doğru gittim. bankanın dışında 4 tane atm var 2'sinden para yatırılıyor. aksilik ya biri de bozuk. girdim sıraya bekle babam bekle gelmiyo sıra. yine geçti bi yarım saat. tc filan girdim çıkarttım cepten 800 lirayı para alma bölümüne koydum parayı. meret attı benim elliliğin birini. düzeltiyorum, kıvırıyorum yok olmuyo. sonra çaktım durumu en fazla 770 lira kabul ediyomuş.
çıktım sıradan. dedim şurdan bi yerden bozdurayım parayı. dükkan dükkan geziyorum kimse bozmuyo elliliği. herkes bozdurmak istiyomuşta bıkmışlar. adamlar da haklı aslında. 800 liradan kalan kalacak 35 lirayla da alacaklarım vardı. dedim şimdi alayımda hem para bozulmuş olur. alacaklarımı aldım cebimde kaldı 19 lira. 19 lirada bir 10luk bir beşlik ve bozukluklar.
tekrar girdim sıraya. yine bir yarım saatlik beklemeden sonra sıra geldi. tc yi, kodları girdim. parayı da 750 + 10 + 5 olarak yerleştirdim. len yine olmuyo attıyo benim beşliği. düzeltiyorum olmuyo. arkada da iki ergen homurdanıyo. sinir oldum tiplere. kan beynime sıçradı. döndüm arkama dişlerimi sıkarak "lıtfen biklermisiniz". salak ağzındaki sakızı düşürdü. arka sıralardan kemerinde telefon, başında eşantiyon şapkalı, pazardan eli kolu dolu şekilde gelmiş emekli amca "endee 5 lirayı almıyolar gari" dedi. baktım eski beş lira. çıktım sıradan.
ulen dükkanları dolaşsam olmaz. değiştirmiyo adamlar. cepte para da yok. ne yapsam derken gittim ziraat'e 20 lira çekmeye. ziraat'te yakın allahtan. öğlenin o sıcağında ziraat'ten çektim 20'liği. tekrar girdim vakıfbank'ta sıraya.
yine yarım saat kadar beklemişimdir sırada. sinirden yarı baygınım hatırlamıyorum detayları. sıra geldi derken yatırdım 770 lira olarak parayı. çakal üstünüde komple bozuk olarak veriyo. almazdım da yapardım qapaqımı neyse dedim alayım az para değil.

derin bi oh çektim. mutlu oldum len, ilk defa harç yatırdığım için mutlu oldum. harç yatırıp mutlu olan varmı başka ha varmı.

haritada kütahya yı ararken hamile kalan kadın

http://gecmisgazete.com/k..._goster.php?kupurid=14182

şaka gibi haber.
len manyak mısınız, şaka mısınız bu nedir?
şuçlanan adamın savunması olaydan daha fantastik.
-belki başkası ile erzurum'u ararken hamile kalmıştır.

birbirine benzeyen ünlüler

http://galeri.uludagsozlu...m/r/charlie-sheen-118480/

http://galeri7.uludagsozl...253/salih-amel_432604.jpg

(bkz: dinimiz amin)

kavgada aşılı koluma vurdun diye ağlayan çocuk

sümsük, uyuz, pis çocuktur o. kakadır kaka.

2. sınıftayız hiç unutmam bahrican diye bir çocuk var sınıfa. isme bak bahrican. isme can eklemenin ilk çıktığı yıllar. bir çeşit sosyal statü göstergesi. isminden zenginlik akıyo çocuğun. ışıklı ayakkabıdan tut 48'lik monami pastel boyası bile var. bizimki ise küçülmekten kağıdını yırtıp atmışız. o da abimden kalmış zaten. adamın boyasında altın rengi var len vay anasını. isterdik de biter diye vermezdi onu çingene pembesini verirdi. monami çocuklu çıkartmayı da power rangers'lı çantasına yapıştırmış. çocuk tosun gibi bir şey zaten tam toraman. tenefüste kola içen şanslı tiplerden.

en büyük zevkimizde 10 dakikalık tenefüslerde maç yapmak. ama topla değil, herkes gibi ezilmiş kola kutusuyla. o da bahrican'nın içtiği kolayla. pezevenk içecekte biz üstüne basıp oynayacaz onu bekliyoruz bide. her şımarık çocuk gibi pas vermezdi bu. kendi oynar bencilin tekidir. koşamaz da zaten. her maçta da kavga çıkar mutlaka. kavga dediysem ittirmeler ve birkaç isabet etmeyen tekme. yani dayağı yiyen de yok atanda.

ben de o top oynayan güruhtan biriyim. kendi aramızda takılırız aslında bahrican gelince dağılırız. pek muhabbet etmeyiz onunla. bahrican'la bulunduğumuz tek ortam ise yaptığımız maçlar.
adam takımını seçiyo görevlendirmeleri yapıyo öyle maça başlıyoruz. gün geçtikçe daha çok gıcık oluyoruz elemana. yine bir gün bahrican'ın kola içmesinden sonra başlıyoruz maça. birinin patlıyacağı belli çok gergin maç. ona buna bağırıyo eleman. şansa bak o kadar kişi içinde patladım. aslında takımda kavga edecek son kişide benimdir. ama gözüm dönmüş. yakasından tuttum bağırdım buna;

-yeter yaa sert oynuyon faul bu! (öff be ne sert çıkmışım)
-kız oyunu değil bu oğlummm! kız mısın sen.

ve benim en sevmediğim laf gelmiştir "kız mısın sen". tamam biraz zayıftım, güçsüzdüm ama denmez bu. kız gibisin derlerdi uyuz olurdum. abim de böyle dalga geçerdi hep.
duydum bu lafı ve salladım yumruğu boşa gitti. halbuki o kadar da power rangers izliyodum dövmem lazımdı. ama toraman vuruyodu bana. abim de görmüyo bahçe de beni yiyom dayağı. buldum bir boşluk ve yumruk attım. koluna geldi çocuğun. bir anda durdu bu fırsat deyip bacağına bir de tekme attım. ama hissetmedi onu kolunu tutuyo. bende durdum şaşırdım bıraktı galiba diye. önlüğün düğmelerini söktü kolunu sıyırdı omzuna doğru baktı bir anda çığlık attı. başladı ağlamaya. herkes bakıyo bize anlayan yok durumu. ama nasıl ağlıyo. bir şeyler de diyo. sonra baktı bana salya sümük ağlayarak "oşoluğ kolumağ vurduğn" diye bağırmaya başladı.
korktum bende. vicdan da yaptım yanındayım sürekli. zil çaldı beraber sınıfa çıkıyoruz, hala "aşılı koluma vurdun, aşı olmuştum diye bağırıyo" veletoviç. hoca geldi direk şikayete gitti. korkuyorum bende hoca dövecek diye. neyse kadın bişey demedi. velet eve gidesiye kadar derste susup tenefüste kolunu göstererek ağlıyo. bi de başladı anneme söylicem yarın gelecek diye. iyice tırstım. hiç unutmam korkuyla yaşadım o günü. yatakta uyku tutmuyo yarın ne diycem annesine kesin kızacaklar bana diye.

gittim okula baktım bahrican'a andımız öncesi kola içiyo, uzaktan da beni kesiyo. sanki kavga öncesi, stresi atmak rahatlamak için sigara içiyo pezevenk. o derece havalarda. sonra anladım ki artisliği korkutmak içinmiş annesi gelmemiş elemanın. rahatladım bende. hatırlıyorum da ne kasmıştım kendimi.
birbirimizle pek muhatap olmadan bitirdik yılı. sonra ayrıldı okuldan bu. taşınmışlar mı ne öle bir şey. ben de hava attım millete dövdüm gitti bak diye.

ders çalışmamak için yapılanlar

daha önceden "ulen ne uzun film, sonra izlerim bitmez şimdi bu" dediğim filmleri ders çalışmaya başlamadan önce izlemek.
hatta dif. finali öncesi 7 buçuk saatlik satantango'yu izlemişliğim bile vardır.

hoşlanılan kızın yunus bülbül gibi yovv demesi

çocukluğunu bücür cadı veya eşeko izleyerek geçirmiş olması muhtemeldir. en azından üstadın;

antep'in güzel kızı,
çoban yıldızı yarim.
tam kıvamında tuzu,
antep fıstığı yarim.

gibi muhteşem bir dörtlüğü bulunan şarkısını dinlemiştir.