bugün

entry'ler (79)

13 mayıs 2014 soma maden ocağı kazası

Soma'daki felaket için klavyeye gidemiyordu elim, kifayetsiz kalacaktı çünkü tüm söylenenler... Ama ortada öyle bir Türkiye gerçeği var ki susamıyorum; Maddeler ile bir kez daha açığa çıkan (bkz: Türkiye gerçekleri)ni sıralamak istedim;

1- insana verilen değer - Zaten artık öyle bir kavram kalmadı kesinlikle. Kimse olduğunu söylemesin. Şili Maden bakanı Golborne ile Bizim Enerji bakanımız Taner Yıldız'ın yan yana paylaşılan fotografları, beden dilleri zaten açıklıyor herşeyi ama anlayabilene...

2-Pişkinlik, vurdumduymazlık ve utanmazlık - Diktatörlükle yönetilen ülkeler hariç dünyanın hiçbir yerinde bir Başbakanın çıkıp böyle bir kazadan sonra ''insanın fıtratında ölüm var, hayatın kendisinde ölüm var “Bu mesleğin fıtratında ölüm var.” demez. ''ingiltere'de 1862'de yılında 361 kişi, Japonya'da 1914'te 687 kişi ölmüştür, Amerika'da 1907 yılında 361 kişi ölmüştür'' gibi örnekler veremez utanır, yani ben okurken dinlerken utanıyorum yemin ederim. Utanmıyor musunuz siz? Çin'de bile çıkarılan kömür başına ölen kişi sayısı tam 10 kat azdır bizden... Almanya'da 3 kişi ölmüştür mesela son 31 yılda maden kazalarından ki bizden kat kat fazla kömür çıkarırlar. Kimsenin ihmali yok mu şimdi bu olayda dahi?

3-Cehalet - Halen bunun kader olduğunu düşünen zihniyette insanların çoğunluğu. Mesela son 31 yılda on binlerce değil 3 kişi ölsün, ondan sonra kader diyelim biz. Öyle diyelim fıtratında var diye... Madem ki o kadar ölüm riski olan bir iş; halen içeride kaç kişi olduğunu nasıl bilemiyorsunuz? Kim yönetiyor orayı? Kim denetliyor? Kim çalışıyor? Kimse çıkıp neden diyemiyor benim ihmalim var istifa ediyorum... 15 yaşında çocuk eyleme gider mi diye soranlar.. Peki 15 yaşındaki çocuk madene gider mi çalışmaya bunu neden soramıyorsunuz? Ve halen bunları savunanlar varsa söyleyecek bir söz var mı?

4-Balık Hafızalılık ve Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın modu - Çok değil 2 hafta sonra her şey normale dönecek, Survivor'da kim elenmiş bu hafta, futbol transfer dünyasında neler oluyor gibi olayların içerisinde uyutulacagız. Bu sefer madenler değil tersanelerden gelecek aynı haberler veya demir çelik sanayisinden yada şantiyelerden...

Peki ey güzel ülkem biz artık ne zaman uyanacağız??? Ne zaman sorgulayacağız? Ne zaman düzeltmeye çalışacağız bu hatalarımızı? Ümit etmek istiyorum ama gerçekten edemiyorum...

Hepimizin başı sağ olsun ama bizler nasıl olsa unutacağız; asıl ailelerinin başları sağ olsun... işçilerimizin mekanları cennet olsun...

endüstri mühendisliği

mühendis sıfatının verilmemesi gerektiğine inandığım kişilerdir.

geçenlerde arkadaşlar ile jenga oynuyoruz hani şu tahtaları çekerek kuleyi yıkmamaya çalıştığımız oyun... Endüstri mühendisi arkadaş her daim düşürüyordu işletme mezunu arkadaş ile beraber... sonunda dayanamayıp ''hay senin dinamik ve statik hocana'' diye başladım sözlerime... sonra öğrendim ki adamlar dinamik mukavemet termodinamik statik gibi mühendisi mühendis yapan asıl dersleri almıyorlarmış*...ulan dedim size neden mühendis diyorlar ki o zaman.. işletme bölümünden tam olarak farkınız ne ki? Biz daha sayısal ağırlıklıyız bikbik sesleri yükseldi basit bir integral yazdım onu da çözemedi benim işim değil bunu bilgisayar çözer dedi... Sayısal dediği işlemler havuz-işçi problemi ise aklı selim normal insanlarda da o kadar sayısal bulunuyor zaten...

Her işten anlayan aslında bir işten anlamaz; ve zaten girilen sektördeki endüstri mühendisinin yaptığı işi aynı tecrübedeki bir makine-elektrik elektronik-çevre-tekstil mühendisleri de çok kısa bir zamanda yapabileceğini biliyorum. Yapan insanları tanıyorum çünkü...

Gerçek işletme sahiplerinin gözlerinde de teknik bilgi yetersizliğinden dolayı pek sevilmezler; üretimde oluşan herhangi bir sorunu üretim aşamalarında oluşabilecek sorunları bilmediklerinden çözemezler; sorunu ani çözemediklerinden pek bir işe yaramazlar işletmelerde...

not: Çekemiyor cart curt diye bıdılanan arkadaşlar çıkmadan söyleyeyim ben teknik bir mühendis olduğumdan ve alanımda yanıma yaklaşabilecek bir endüstri mühendisi tanımadığımdan çekememe gibi bir olay söz konusu değildir, olamaz * *...

levis

Yapılanmasında 3 adet ana merkezi vardır; Levis Avrupa, Levis Asia ve Levis Amerika... Birisinin ürettiği modeli diğeri farklı bir şekilde üretebilir yada hiç üretmeyebilir. Pantolonlarında vintage denilen eski-doğal görünüm stilini sever bu arkadaşlar...

Gayet düzenli bir şekilde çalışırlar, herşeyi planlı programlıdır. Avrupa merkezinde çalışan insanları sevecendir cana yakındır sadece geyik muhabbeti için bile aradıkları görülür;münasip yerleri havada değildir, anlayacağınız beraber çalışılası firmadır...

Dockers ile ortaklıkları mevcuttur; ne oranda oldukları hakkında pek bilgim yoktur.

Kotları tersten yıkanmalıdır yıkandıkça güzelleşir... Eskiyen yırtık yerleri dikmek, değişik parçalar yapıştırmak için elinizi korkak alıştırmayın ayrıca sakın yırtıldı diyerek atmayın; 2.el dükkanlarda güzel modelli ve doğal yıpratmalı olanlar yüksek fiyatlara satılabilmektedir.

Kısacası ne kadar kapitalist bir firma olsa da aşırıya kaçmamak şartı ile candır!!!
Vesselam...

kızın poposuna bakarken yakalanmak

''kusura bakmayın kot pantolon dizayn ediyorum ben, buyrun kartım burada inanmıyorsanız''
''pantolonunuz güzelmiş'' denilir ve olaydan paçayı yırtmaya çalışılır. * *

sigara içmenin yasak olduğu yerlerde sigara içmek

durum biraz karışıktır sevgili sözlük... kısaca anlatmaya başlayayım bari...
şimdi pipo içmeyi severim; keyif için yani. bu konudaki en büyük hayalim de * ayaklarını masaya uzatıp işte piposunu tüttüren insanlardır. ulan okulu bitirdik işi bulduk masayı da kaptık ama tütün ve tütün ürünlerine yasak geldi kapalı alanlarda. karşımda hemen eşşek kadar tütün ve tütün ürünleri içilmez cezası bilmemne kadar diyor. hani sadece sigara deseler çamura yatıp bu pipo, sigara değil diyeceğim. fakat tütün ürünleri demişler... yok parasında değilim koyucam 70 lira masanın önünde sora tüttüreceğim zevkle de bu sefer herkes; görmemişin masası olmuş, görmemişin haline bak gibi bir izlenim oluşacak. hoş değil... napsam acaba ya sözlük?
bir iki ay masanın tadını cıkarsaydım da sonra çıksaydı ya bu yasak...

18 şubat 2010 lille osc fenerbahçe maçı

maç 1-1 devam ederken dedim bir totem yapayım; maç berabere biterse interneti açmayacagım, karambole semih ile falan son dakikalarda bir gol bulursak bilgisayarı hiç açmayacağım bugün. Fakat deniz abimizin asisti ile yediğimiz gol yanına guiza'mızın karşı karşıya kaçırdığı 2 pozisyon sayesinde şuanda bu entry'i girmekteyim. Hazır açmışken biraz wow'da oynamış olurum haliyle. teşekkürler deniz, teşekkürler guiza; ayrıca 90 dakika o guiza'yı oyunda tutan zihniyete ayrıca teşekkürler...

yılmaz vural

mircea lucescu = 4 milyon euro
sir alex ferguson = 7 milyon euro
luis felipe scolari = 8 milyon euro
fabio capello = 9 milyon euro
jose mourinho =11 milyon euro
yılmaz vural = paha biçilemez

paranın satın alamayacağı şeyler de vardır... *

çünkü eşeğin zikinden dolayı

bir iş görüşmesinde aklıma gelen karikatür... olay şöyle gelişmiştir sayın sözlük ahalisi;

klasik bir iş görüşmesindeki bunaltıcı klasik sorulardan sıkılmış olan bünyeye son olarak;
-''peki neden firmamızı tercih ediyorsunuz?'' sorusunu duyunca çok istedim bu cevabı vermek... tabi aklıma gelince de ufak bir tebessüm bir gülücük oluştu yüzümde... görüşme yaptığım hatun kıllandı bu durumdan... hemen toparlayarak çünkü kurumsal bir şirketsiniz gibi klasik cevapları verdim. sonunda bugün gelen maille iş görüşmemin olumsuz olduğu haberi geldi...

kıssadan hisseye gelecek olursak; işe seçilemedim çünkü eşşeğin zikinden dolayı evet evet eşşeğin zikinden dolayı...

erkeklerin beğenmediği kadın meslekleri

(bkz: hostes)

maaşıma ortak olun

yeni nesil reklam insanları yetiştirmek üzere hayata geçirilen bir projeye katılan kişilerden birisinin* hazırladığı iddianame...
kim bu zamanda kimseyi maaşına ortak yapar? tabi ki sizi ortak yaptığı için maaşı artan yada bundan dolayı maaş alan birisi... saadet zincirinin zincirsiz hali*... hoş bir fikir; hazırlayana tebriklerimizi iletmeyi borç biliriz efendim...

ekstra bilgi için;
http://maasimaortakolun.com/

komik beddualar

hay köpekler yesin kafanı *
şimşekler yursun* tepene *

25 kasım 2009 uyarı grevi

(#6594151)

25 kasım 2009 uyarı grevi

tamam grev hakkı demokrasilerin temel taşlarından biridir biliyoruz, yapın ama ülkemizde şu açıdan da bakalım olaya;
Bu ülkede işini kaybetme kokusu olan veya işsiz yada 500 tl ye çalışan milyonlarca insan varken, büyük bir kısmının hiçbir şey yapmadan aldıkları maaşları beğenmeyip sürekli miting ve grev yapması ne kadar mantıklı?
peki o zaman niye girdiniz kpss'ye? kendiniz çalıştınız kazandınız. girmeseydiniz... kafanıza silah dayayan mı oldu? trilaylom iki kağıt imzalayıp 3bin tl maaş mı alacaktın? *
olmadı istifa edin kardeşim. gelin bakalım özel sektöre, görelim münasip yerlerinizi... ama lafa gelince; ''-aa benim kızım öğretmen şu kadar maaşı var garanti hem'' yada ''-oğlum memur işi çok rahat 8-5 çalışıyor.'' gibi söylemler duyarız. arkadaşlar arasında bile ''-ben memurum-öğretmenim, işim-maaşım garanti senin gibi yardırmıyorum o maaşa'' gibi cümleleri ima eden sözleri duyuyoruz. peki bu rahatlığına garantiliğine rağmen memnun değil misin zamdan yada maaştan? onu alamayan emekliler-işçiler var hatta işsizler var az da onları düşünsen? çok değil az kafanı kaldırıp baksan; kaç milyon üniversiteli işsiz? senin yaptığın işin 3 katını o paraya hatta daha düzgün bir şekilde yapacak ve o maaşla severek çalışacak insan dolu ortalık...* *
(bkz: bir baskadır benim memleketim)

eski şarkıların daha güzel olması

şimdi şöyle olur arkadaşlar; 50'ler 60'lar 70'ler ve 80'lerde yapılan müzikler her açıdan şuan yapılan ve dinlenen piyasa müziklerinin bize ne kadar yavan olduklarını anlatır.
örnekler üzerinde tezimizi açıklayacak olursak; beatles'dan başlayalım. bir hey jude dinlersiniz ritmine sözlerine, söylenişine hayran kalırsınız. let it be dersiniz karar veremedğiniz olaylarda.
frank sinatra'dan i did it my way'i dinlersiniz; her dinleyişte insanı farklı anlara farklı yaşanmış olaylara götürür sıkılmazsınız hiçbir zaman.
freddie mercury'nin o harika sesini ve şarkılarını peki kim ile karşılaştırabilirsiniz?
elvis presley o kadar tüm kitlelerce sevilebilen birisi cant help falling in love, teddy bear ve daha nice eserler vererek ilah olmuş.
bryan adams kadar aşk şarkılarını anlatabilecek kimse varmıdır günümüzde? when you love someone, eveyrthing i do, i do it for you diyebilen ve bir insanın diğerine karşı hissedebildiklerine bu kadar yaklaşan?
ya bob marley kadar müziğin insanların hayatlarını düşüncelerini değiştirebildiğini düşünen, bunun için herşeyi yapabilen biri. everything is gonna be alright demiş ve hala dinledikçe herşeyin yoluna gireceği izlenimini verir bilinçaltına.
michael jackson gibi sesiyle dansıyla ve billie jean, bad, thriller gibi aşmış şarkıların değerini bu nesil anca o öldükten sonra anlamıştır yada anlamaya çalışmıştır.
louis armstrong kadar güzel what a wonderful world diyebilen başka biri varmıdır?
peki bruce springsteen, bob dylan, sting, tina turner, jimi hendrix whitney houston, paul anka, leonard cohen, metallica, pink floyd, iron maiden ve aklıma gelmeyen niceleri...

birde şu ana bakalım... kim geliyor aklınıza üstteki kişilerle karşılaştırılacak? son zamanlarda albümleri tutan dinlenenlere göz gezdirelim... black eyed peas, 50cent, rihanna, eminem, muse, avril lavigne, michelle branch, backstreet boys, justin timberlake, britney spears, maroon5, james blunt, green day, kelly clarkson, nelly furtado, norah jones, red hot chili peppers, shakira ve şuan aklıma gelmeyen diğer zamane sanatçıları. bu onların kötü olduğu manasına kesinlikle gelmiyor fakat o üsttekilerin çıtasına yaklaşabilecek bir isim varmı? önemli olan soru bu... peki birde şu açıdan düşünün; bunlardan kaçını çocuklarımıza, torunlarımıza anlatabileceğiz? ''bizim zamanımızda bu vardı, benim geçliğim bunu dinleyerek geçti'' diyebilecek miyiz? hangilerini hatırlayıp hangileri unutulacak sizce?

sadece yabancı müzikte değil tabiki olay bizde de durum vahim...
barış manço, cem karaca, mfö, tanju okan, ayla dikmen, ilhan irem, yeni türkü'nün bir şarkısını duyup ''ya eskiler de ne söylüyormuş kardeşim. şimdi kendisine şarkıcı diyenler halt etmiş.'' demediniz mi hiç içinizden?** sıkılmadınız mı her yaz çıkacağı garanti olan serdar ortaç, kenan doğulu albümlerinden? demet akalın ve benzerleri için klavyeme dokunmak bile istemiyorum... 2 sene önce herkesin dilindeki şarkıları söyleyin desem unutmuşsunuzdur yüksek ihtimalle. çünkü o kadar değerli işte...

peki niye böyle düşündürtüyor insana, dünyadaki günümüz müzik sektörü? yoksa bana mı öyle geliyor?

pink floyd u tişört markası sanan cahiller

(bkz: yok artık ali sami) denilmesi caiz olan insanlardır.

mark morton

lamb of godun budist olan gitaristi... killadelphia dvd'sinin başına sanskritçe ''buda'ya sığınırım, dhamma'ya sığınırım, sangha'ya sığınırım.'' ibarelerini koyması bundan dolayıdır. hatta albüm kapağının arkasından ve ters bakıldığında bildiğimiz öküz boynuzlarının gözlemlendiği söylenmektedir ki bu da mark morton'un budist olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

insan büyüyünce hayalleri küçülür mü

Kanaatimce küçülür sözlük ki şöyle olur mesela;

Yeni doğan yada 1 yaşındaki bir bebeği düşünün. Ögrenebilecekleri, farkına varabileceği tatlar o kadar sınırsızdır ki o seviyelerde hayalleri vardır. Fakat o çocuk biraz büyüdükten sonra çevresindekilerin dilini öğrenmeye başlar, konuşur ama Afrika'daki insanların konuştuklarından bir haberdir.
O arabalarla oynamak ister fakat eline silah verirler oynaması için yada matematiğe meraklıdır, eline bir boyama kitabı verirler zaman geçirsin diye. Keman çalmak ister belki duymuştur televizyonda sesini fakat futbol topuyla dışarıda oynamak zorundadır.
Kendisini tamamen farklı biri olarak hayal ediyordur eminim herşeyi yapabilecek kuvveti olduğuna inanarak. Ve evet istediği herşeyi yapabilecek yetiye sahipti. Toplum baskısı yada etrafındaki çevrenin, ailenin yönlendirmesi sonucu itiraz etmeyi bilmeden denileni yapıyordu; tıpkı bir memnun etme makinesi gibi ama o bunun farkında bile değildi. Bunun olmasına izin verenler bile farkında değildi ki o nasıl fark edebilsin. O sadece öğrenmeye hevesli bir çocuktu.
Sonra okul çağları geldi herkesle aynı şeyi yazmaya, okumaya, öğrenmeye mecbur bırakıldı. Yaptığı şeyler çok kolay geliyordu ona. Eve takdir belgesi ile gidiyordu pek bir emek sarfetmeden ve ailesi bisiklet alıyordu başarısından dolayı. Aslında o birşey başarmamıştı kendince böylece alışıyordu fazla emek sarfetmeden ödüllendirilmeye. Arkadaşlar ediniyor ve arkadaşları onu engellemeye başlıyordu; ''Bu böyle olmaz, annem bana böyle dedi'' gibi cümlelerle yaratıcılığının, düşüncelerinin yanlışlarına inandırıldı. Lise çağlarına gelindiğine ise zaten o 10 yıl önceki kişiden eser kalmamıştı. Tamamen farklı birisi olmuştu. Fakat hala üzerinde nedenini anlamadığı bir baskı vardı.Bu yıllarda giyeceklerine, takılarına,dış görünüşüne,saç şekline, karışılıyordu. ''Başkaları şöyle der, bak kimse senin gibi yapıyormu?'' gibi ithamlar duyuyordu. Kimsenin öyle yapmamasının nedeni de zaten tüm toplumun bu sözleri herkese söylemesiydi.
Bir gayret üniversiteye gitmeyi başarmıştı belki özgür düşüncenin olabildiği yerde kendini geliştirebileceğini düşündü. Onca hayal içinden tek kalan insan hayatına yararlı birşeyler geliştirebilmekti. Bu esnada insanların bilinç altında değişimi sevmediğini gördü. Çok zordu birşeyi kabul ettirmek onlara. Savunma mekanizmaları o kadar güçlüydü ki geçmenin imkanı yoktu. ''Bu zamana kadar böyle oldu da bi eksiklik mi oldu?, sana mı kaldı bunu değiştirmek?, senden önce kimse düşünmedi mi bunu?, niye kimse daha önce yapmadı?'' gibi birçok sözle karşılaştı farklı bir şey bulduğunu düşündüğünde. Hayalleri gitgide küçülüyordu. Sonunda kendisi de bir iş yerinde çalışmaya başladı. Aynı olayların benzeri ordaki işleyişi kolaylaştırmak istediğinde başına geldi. Zaten daha önceki tecrübelerinden biliyordu böyle bir olay olabileceğini. Ve kendisi de o çalışma ortamına ayak uydurdu ister istemez. Kendinden o kadar çok ödün vermişti ki. Bir pazar günü nerden aklına geldiyse oturdu çocukluğunu düşündü. O zamanki astronot olma hayalini yada keman çalma isteğini birde şimdiki haline baktı hayali bir evi ve işi olmasıydı. Nerden nereye gelinmişti. Hayalleri o kadar küçülmüştü ki...
işte onun en çok üzüldüğü an da bunu farkettiği andı...
Fakat artık şu sözün doğruluğuna da kesinlikle inanıyordu ''Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir.''
* *

cepteki son parayla iddaa oynamak

efendim şimdi olay şu şekilde gelişir; markete girer 1 adet winston soft almak istersiniz. elinizi bu anda cebinize atmışsınızdır fakat o da ne? sadece 2 liranız vardır. bunun üzerine yaratıcı türk genci yılmayarak marketin karşısındaki iddaa bayiine gider ve hemen başlayacak olan maçlardan 3 adet 1,30'luk oranlı maç bularak oynar ve iddaa bayiinde bulunan insanlara tüyolar vererek, muhabbet ederek ** zaman geçirir. maçlar sonunda 2 liranız karşılığı artık 4 lira 40 kuruşunuz vardır. 2 saat önce bulunulan markete * gidilerek paranızı verir ve winston soft'unuzu alırsınız. hemen bitane yakarak; ''ulan ne kadar da kafam çalışıyor yaa'' diye düşünmeden kendinizi alamazsınız. aslında zamanınızın nasıl boşa geçtiğinin farkında değilsinizdir. * * *

5 kasım 2009 fenerbahçe steaua bükreş maçı

televizyonumu açınca şok oldum ve içtimai tv nin ayarlarını an itibariyle aramaya başladım... Doğan medyası demiş ki;
''Avrupa Sınır Ötesi Yayın Anlaşması gereğince şifreli yayınlanacak maçı uydudan izleyemeyecek olan seyirciler, karasal yayında Star TV ve D-smart aracılığıyla bu nefes kesen mücadeleye tanık olma fırsatı buluyorlar. Bilindiği üzere Avrupa Birliği nin telif haklarına ilişkin uyum yasaları ve bölgesel yayıncılığa ilişkin kısıtlamalarından dolayı yayınların Türksat ın izdüşümünde bulunan tüm ülkeleri değil sadece Türkiye yi kapsayacak şekilde yapılmasını zorunlu kılıyor.''

lan ibneler dün beşiktaş maçını ve galatasarayın avrupa ligi maçını türksat uydusu üzerinden yayınlarken bu yasaya niye uymadınız? yeni mi çıktı yoksa bu olay? maç fenerbahçe maçı olunca mı aklınıza geldi? geçen sezonlarda da fenerbahçenin şampiyonlar ligi maçları türksat uydusunda şifrelendi; ama beşiktaş'ın yine şampiyonlar ligi maçları bu sene rahatlıkla izlenebiliyor.
adama sormazlar mı ''bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?'' diye... zaten 2 hafta önceki rezilliğinizi de unutmadık...

(bkz: D-smartı akıl edenin allah belasını versin) *

harvard bitirmiş şöförün kamyon arkası yazısı

''bir sana doyamadım birde harvard'ımın tozlu kütüphanesine.''