bugün

entry'ler (124)

bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom

cok cok farklı havası olan bir film. renkler, uzaktan vadinin görünüşü, sessizlik.. insanın hayatını mevsimlere bölerek anlatılısı simgesel olarak kullnılmış; ilkbahar dogayı tanıma, ilk günah günahın geitrdiği acı ve bu tası içinde tasımaya baslama, yaz kendini tanıma ve yine günah, sonbahar günahların bedelini cekme, olgunlasma ve kıs artık tüm taslardan günahların bedelinden kurutularak iç huzur ve dinginliğe kavusma. konusma az zaten görüntüler yetiyor. yönetmenin ilk izledigim filmi izledikten sonra da övüldüğü kadar varmıs denilen filmlerden.

bir de o yılanlar kıs uykusuna yatmıyor mu yahu ?

ygs sabahı

yıllar yıllar önce yasanılan durum.
son altı aydır ailenin sakinleştiriciyi dayamaları sebebiyle o sabah her sabahki gibi uyanıp hazılanabilrsiniz üstelik tüm aileniz gece bir dakika bile gözünü kırpmamışken siz sakin tavırla hareket edebilrsiniz. sınava bir ay kala sınav sabahı sunu yiyin bunu yiyin, su burclar sınav sabahı su renk giysin totemiyle dalga gecmenize ragmen uygulayabilirsiniz. sınava girdiğinizde ilaç tesiriyle önünüzde aglayan kıza ne istiyrosun, ben ankara hukuka gidicem diyerek kendinize güven had safhada olabilir. okul birincinizle aynı sınıfta sınava girdiğinizi ve onu titrerken görebilirsiniz o kadar sakin davranırsınız ki en sonunda gözetmen iriliğiniz ve büyük göstermenizi de dikkate alarak kaçıncı girişiniz olduğunu sorabilir. sonuç olarak en akılda kalıcı günlerden biridir. yıllar sonra hatırladıgınızda sizi gülümseten gündür. ömrünüzün en heycanlı ilk günüdür.

hable con ella

yine kadın estetiği.

yine kırmızının sertliği ve masumiyeti yansıtan halleri.

yine hayatta cok şey görmüş duruşu olan oyuncular.

yine güzel soundtrack.

ve yine sarsıcı bir son.

bu sefer kadınların değil erkeklerin basında gecen bir hikayeyi anlatıyor yönetmeniz. iki erkeğin dostluğu ve psikopatlık boyutunda bir aşk. bana audrey tautou filmlerinden (bkz: La Folie Pas Du Tout) hatırlattı. komada olan iki kadın ve onlara aşık iki erkek.

o değil de penelope cruz'u aradı gözlerimiz malesef bu film de yok kendileri.

nico mirallegro

sözlükte olmadığını görünce şaşırdığım 26/01/1991 doğumlu ergen kızların yeni bieberi olma yolunda hızla ilerleyen my mad fat diary adlı dizide şişman kıza aşık olan bir ingiliz aktör.

oasis

sarkılarında hem umut hem hüzün olan grup.

sözlük yazarlarının şu an duymak istedikleri cümle

yarın tiyatroya gitmiyoruz, tek kişilik depresyonunu rahatca yasayıp tüm gün uyuyabilirsin.

her kitabını okurum denilen yazar

(bkz: sabahattin ali) sadece kürk mantolu madonna degildir. tüm kitapları okunası yazardır.

bir türlü kilo verememek

kesinlikle bir yerlerde yanlıs yapılan bir şeyler vardır. kilo verememek yoktur kilo vermemek vardır.

my mad fat diary

ergenliğimle yüzleşme dizisi. o günlere götürmesi, rea'nin hissettikleri o kadar tanıdık ki. bence finn de onu sevmemeliydi gercek hayatta finler rae gibi kızları sevmezler.

la nausee

karamsar bir hava içinde insanın varoldugunun duyumsamısını anlatan kitap. benim varlıgımı kanıtlayan senin olman, senin oldugunun kanıtı benim olmam benzeri bir cümle vardı ki gercekten kişinin salt durusunun varolduguna kanıt olamayacagını gösterir cevremize yarattıgımız etki ile var oldugumuzu ispatlar. felsefeden cok anlamasam da kitabın genel havası her insanın zaman zaman düşündükleri oldugunu düşündüm. bir de dikkatimi ceken yazarın ilk felsefeciler, ütopyacılar gibi düşünceleirni aktarırken yer yer karsılıklı diyologlara yer vermesiydi.

inna

eski halini görünce evrim teorisine inandırır insanı, zamanın patatesi simdinin seks bombası, enterasan seyler bunlar.

los abrazos rotos

konusu cok sıradan ama yine görüntüleri cok güzel film. üstteki arkadasımızında dediği gibi konuyu izlediğim anda türkan şorayla kadir inanırın devlerin aşkı filmi aklıma geldi. orda da türkan şoray metres patronun yanında calışan adama aşık oluyor sonunda ölüyordu. upss spolier verdik. neyse efendim yine de almadovar imzasını taşıyan şeyler vardı. adamın 14 yıl sonra izlediği yani ona anlatılan video kaydına dev ekranda dokunması sarılması inanılmaz güzel bi sahneydi. sadece almadovar'ın filmi olması sebeiyle bile izlenecek filmdir.

volver

nedense bazı filmlere kitaplara direnirim bu filmdi onlardan biriydi. her yerde konuşulan volver cok iyi yaa sözlerine kulaklarımı tıkayıp, umursamamazlıktan geldim sohbet bile bitti o anda benim için. neyse efendim, bugün en sonunda izleyeyim bakalım neyin nesiymiş dedim. almodovar'ı zaten biliyoruz tamam anladık renkleri, objeleri cok güzel kullanıyor, paprika biberinin kırmızısı, rüzgar değirmenlerinin heybeti, penelope'nin canlı renkli kıyafetleri hepsi muhtesem sinema görsel şölen derler ya tam onu yaşatıyor her zamanki gibi.
bunun dışında film bana cok feminist geldi nerdeyse tüm film boyunca sadece kadınlar var kendi ayakları üstünde duran ve başlarına ne gelirse gelsin egilmeyen kadınlar.(gerçi genelde kadınları çeken filmleriyle biliniyor kendisi) kızıyla aynı kaderi paylaşan anne, kendi dramında kaçmayı seçse de kızının dramında ona destek olup güçlü olmasını sağlıyor, geçmişiyle yüzleşme yaşıyor, kocasını gömerken bence aslında babasını gömüyor. sıradan kadınların sıradışı yaşamları.
bir de almodovar gibi görselliğe önem verem bir adamın penelopela bir çok çalışma yapmasının sebeplerinden biri iyi oyunculugunun yanında muhtesem görüntüsü duruşu olması. hem cekingen, hem acılı bakışlar ayrıca her an gülüvercek gibi duran dudaklar, güzel bir vücut. son olarak soundtrackinde yer alan filmde penelope'n seslendirdiği volver sarkısı da muhtesem tavsiye olunur.

defne joy foster

"hiç bir zaman fanı olmadım. bazen hareketlerini bile itici buldum. ergenliğimde küçük kardeşimle her hafta dizisini izledim göz ucuyla, daha küçükken sundugu yarışmaları da izledim ve pek de ünlü değilken hatta en son pazar günü izlediğim dansında bu ne biçim dans ya diye tepki bile vermiştim. ama sanatı veya ünü değildi bu haberde onu üzen. hergün gördüğümüz sokaktaki biri gibiydi, gençti ve küçücük cocugu vardı, ölümcül bir hastalığı yoktu, ölümü beklenmiyordu. uyandıgım andan itibaren kendimi sorguladım benden sadece bir kaç yaş büyük bir cocuk annesi bir kadın..artık yoktu.. hırslarımı, isteklerimi düşündüm manasını kaybetti. hep dediğimiz "birazdan ölebilceğ,mi,sevdiklerimi düşündüm" evet her gün bir çok genç ölüyor ama defne sanki sık sık evimize gelen biri gibiydi böyle üzdü beni ve daha cok üzen müslümanlar olanların sanki din büyügüymüş gibi onu yargılması günahları için oh olmuş demesi. snaırım kanıma dokunuyor bu tarz kişiler."

öldüğünde çok etkilenmiş klişenin dibine vurarak bu yazıyı yazmısım ancak entryi girmemişim benzer seyler yazmak için tekrar girdigimde bunu paylaşayım istedim. günahını sevabı boynuna Allah bilir. bana sorulursa sadece genc yasta ölen sempatik tv kişisidir.

sokrates in savunması

yasandıgı gercek midir degil midir bilinmez ögrencisi platon tarafından yazılmıstır üç kısımdan oluşur. birinci kısımda masum olduğunu savunur, ikinci kısım hangi cezanın verilmesi gerektiğini tartışır son olarak da idama carptırılınca yaptıgı konusmadır.
konuşmasında en cok dikkati ceken yerlere gelince;

"gercek sudur ki size ya da bir baska herhangi bir kümeye karşı çıkıp bir devlette yapılan yasasız ve naksız işlere karşı dürüst olarak çabalayan kimse hiçbir insan yaşamını kurtaramayacaktır; hak için döğüşek olan eğer kısa bir zaman için bile yaşaycaksa kamusal bir kişi degil ama bağımsız bir birey olmalıdır." ( demekki neymiş dürüst insanlar hak için savasamazmıs savassa da kısa sürermiş, bir yerlere baglı olup emir almakla hak savunulmazmıs)

" devlet büyük ve soylu bir at gibidir ki tam bu büyüklüğünden ötürü devinimlerinde ağır ve onu irkitecek atsineği gibi bir şeye gereksinir" ( orataya cıkan bazı olaylar aslında iyi birşeymiş, at sinegiymiş )

"ölümün iyi mi kötü mü olduğunu bilmiyorsam, niçin kötü oldugunu cok iyi bildigim bir cezayı önereym? hapis mi diyeyim ? günlerimi niçin hapiste gecireyim ve orası için herhangi bir zamanda seçilen memurların kölesi olayım?" ( onur birilerinin elini etegini öpüp yaşamaktansa onurlu bir şekilde özgür ölmekmiş )

"sorgulanmayan yaşam yaşanmaya degmez "

"en soylu kurtulus başkalarını ortadan kaldırmaktan değil ama kendini geliştirmekten geçer"

"ayrılma saati geldi ve kendi yollarımıza gidiyoruz ben ölmeye siz yaşamaya. hangisinn iyi oldugunu yanlızca tanrı bilir."

inancsızlık ya da baska tanrılara inanma ve gencleri yoldan cıkarmayla yargılanmıstır. yaptıgı konusmalarda af dilemek yerine basını dimdik tutmustur. ve savunmadan anladıgım kadarıyla o kadar devletcidir ki hakkında yanlıs karar verilmesine ragmen isyan etmemiş bunu iyi insanların basına gelen bir şansszlıkolarak görmüş devlet beni ölüme mahkum ettiyse cekerim cünkü onun kanunularına her türlü uyarım mantıgında ilerlemiştir.( bu yönüne özellikle hayran oldum). o bana kötülük yaptı diye kötülük yapmam seklinde davranmıs insanın egosundan arınmıslıgının saflıgının en temel seklini almıştır. bu sebeple kaçma imkanına ragmen kaçmamıştır. tanrı inancı da vardır her ne kadar tanrısızlıkla itham edilse de yapılanın tanrı tarafından cezalandırılacagına inandıgını vurgulamıstır. incecik kitaba sıgıdırılmış kocaman bir dünyadır.

kardeşimin hikayesi

her seferinde yok bu son dememe rağmen ısrarla okumaya devam ettiğim zülfü livaneli'nin son romanıdır. tıpkı diğer kitapları gibi şaşırtmadı. yine önceki kitapları gibi ben bilirim, çok okudum genel kültürüm çok iyi vs havalar, sürekli bir bilgi verme çabası. bütün eserlerinde olan genel sorunlar bunda da var. evet kitaplar sürükleyici cok kolay okunuyor dur bakalım sonu düşündüğüm gibi mi hislerle okuyorsun ama bu sefer o da pek olmamış her şey yarım, her şey havada. aşk desem değil, cinayet desem değil, kendini arayan adamın hikayesi desem kısacası nereye koysam tam olmuyor hiç bir duyguyu veremiyor.

--spoiler--
kitabın daha başında bölündüğünü anlamama rağmen yok ya bu yabancı filmvari olayı kullanmaz heralde diye ummustum ki sonucta yanıldığımı anladım.
--spoiler--

kitabında tek bir cümle ki zaten onu tanıtımında da kullanmışlar " aşk gözü kapalı uçurum kıyısında yürümektir" dışında başka ele avuca gelir bir cümlesi yok. kısacası mutluluktan sonra doğru düzgün bir kitabı kanaatimce yoktur.

somewhere only we know

he's just not into you filminin en güzel yeri olan alex'in gigi'ye aşkını itiraf ettiği andaki şarkı.

(bkz: sen benim istisnamsın)

before sunrise

gec kesfedilmiş hazine.

bazen aşk bir an karşınıza çıkar ve siz onun ne olduğunu bile anlayamadan o an tükenir. yaşanan tek bir gün tüm ömür üzerinde etkili olabilir.
film mükemmel diyaloglarla örülüdür. cogu zaman içimizden düşündügümüz ama birine söylersek yadırganacagımız sandıgımız seyleri ilk anda birbirlerine söylemişlerdir işte o kadar tanıdık ve güven verici bulmuşlardır birbirlerini. harika aşk, harika başucu filmi.

üniversite arkadaşlığı

ilk gün yanıma oturan kişiyle tanıştık yanındakini göstererek bak bu da yeni, ilk görüş, inceleme arkadas olabilrmiyiz ki kaygıları tombik, gözlüklü, cocuk yüzlü. tanımak lazım istanbul yeni büyükşehire gelmişiz korku hikayeleriyle büyümüşüz istanbula karsı, her yerimize bi beslik sıkıstırırmısız ya kapkaça kurban gidersem diye öyle bir kezbanlık durumu yani. yine de bir cesaret ramazan günü münasebetiyle gel dedim camileri görelim eminönündeki diğerinin işi varmış gözlüklü olan geldi. eminönünde biraz dolaştıktan sonra cektim sorguya annen baban ne iş yapar, soyadınız ne, nerde kalıyorsun vs vs. güvenilir gibiydi. dönüşte ramazan münasebetiyle beti benzi attı aldı mı bi korku bu kız bayılırsa naparım, yeni tanıyorum taşıyamam da. çok şükür bayılmadı. ertesi gün yine şansa yanına oturdum bir kişi bu sefer saçları sarı, bebek kakası renkli gözlü ilk günler için liseden çıkmış biz anadolulu gençler için fazla tabi pek gözüm tutmadı ya. onla da konuştuk sorguladım aynı şekilde. sonrasında gözüm tutmadı dediğimde sasırdı iyiki tutmadı tüm hayat hikayeni anlattın diye. neyse sonra gözlüklü kız yine çıkıp geldi yanımıza bu sefer onları tanıştırdım. sonrası sarhoştum hatırlamıyorum. çok çok hızlı geçti zaman aynı çekyatta üç kişi yattık, yeri geldi 2 lirayı paylaştık, aşık olduk, aldatıldık, dersten kaldık, ailelerimizi tanıdık evlenecek çiftler gibi birbirimizin kuzenleri kuzenlerimiz kardeşleri kardeşlerimiz oldu, okul bitti işsiz kaldık, ayrı yerler hedefledik elde edene kadar yıprandık. sonuçta kah gülerek kah ağlayarak birlikte atlattık. şu anda mezun olalı 4,5 sene oldu apayrı şehirlerde, bambaşka işler yapıyoruz ve gecenin bu saatinde birbirmize arabesk şarkılar söyleyip gönderiyoruz. hepimiz birbirimizin iyi kötü yanlarını biliyor ve böyle kabul ediyor. birlikte büyüdük, birlikte yaşlanıcaz.

not: nazarlar değmesin, tü tü tü..
not2: biliyorum sen de itiraf et artık en sevdiğin şarkı "kanasın" arabesk değilim deme boşuna.

whatsapp

allah'ın belası uygulama. şu ses kaydını da neden cıkardılarsa ne zaman birine bakıyor olsam yanlıslıkla bir sn.lik ses kaydı gönderiyorum. cok sinirliyim whatsappa da, kendime de. bir de bunun muadili var, telefondan facebook msjlarına bakma sırasında hop begeni el işareti gidiyor. beni bu güzel havalar değil, bu sosyal ağlar mahvetti.