bugün

Hersey sende gizli..
Yerin seni çektigi kadar ağırsın.
Kanatların çırpındığı kadar hafif.
Kalbinin attıgı kadar canlısın.
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç;sevdiklerin kadar iyisin.
Nefret ettiklerin kadar kötü.
NE renk olursa olsun kaşın gözün karşındakinin gördüğü kadardır renk.
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bilki agladığın kadar güleceksin.
Sakın bitti sanma herseyi sevdiğin kadar sevileceksin.
Yasadıklarını kar sayma yasadığın kadar yakın sonuna..
Ne kadar yasarsan yasa sevdiğin kadardır ömrün.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiliye hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcaksın.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer.
Ve karsındakine değer verdiğin kadar insansın......
BiRGÜN YALAN SÖYLEYECEKSEN EĞER;
BIRAK KARSINDAKi SANA GÜVENDiĞi KADAR iNANSIN....
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın..
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü,
kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.
iŞTE BUDUR HAYAT,iŞTE BUDUR YAŞAMAK....
bunu hatırladığın kadar yasarsın.
bunu unuttugun da aldıgın her nefes kadar üşürsün..
ve karsındakini unuttugun kadar çaBUK UNUTULURSUN..
çiçek sulandığı kadar güzeldir,kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
bebek ağladığı kadar bebektir,
VE HERSEYi ÖĞRENDiĞiN KADAR BiLiRSiN,
BUNU DA ÖĞREN;
SEVDiĞiN KADAR SEViLiRSiN..........

Can DÜNDAR
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.

Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından
ileriye atılmak ve sonra dönmemektir.

Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık.
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerekir.
Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir...

(bkz: hüseyin nihal atsız)
artık ne gelen, ne beklenen var
tenha yolun ortasında rüzgar
teşrin yapraklarıyla oynar
yahya kemal beyatlı.
No Comment

ikimizi bir bankta düşünüyorum
ayaklarımızın altından boğaz köprüsü geçiyor
karşımızda atlantis,ellerin ellerimde
ayaklarımızı güvercinler yiyor
hayır hayır aksine gözlerimizin rengi sadece siyaha çalıyor
yüzyılın rengi seçiliyor siyah bizzat gözlerin tarafından
bütün jüriler cehenneme...

Başını omzuma yaslıyorsun,omzumda güvercinler su içiyor
hiç birini kaçırmıyorsun, sesin dahil fenasın sen
ama en çok kulakların başa bela
şimdi bir kulağına birşeyler fısıldasam
öteki kulağından çıkıp beni çarpar,ettiğin bütün küfürler incecik bir vahiy havasında
ne olur bir daha geçmişime söv!
saatler onikiyi gösterirken ben hep seni gösterdim
benim için pazartesinden sonra sen gelirdin
salı çok sonradan bir mevzuydu aramızda

ikimizi bir bankta düşünüyorum
dudaklarında temmuz kokusu var
ağzını açsan sıcak
bir kelam etsen belki ısınacağız
bir cümle kursan
ateşinde ellerimizi sıvazlıyacağız
vakit,ayrılanların vakti
ve bütün aşklar maliye bakanlığından onaylı
oysa ben seni bedavadan sevmiştim
yolda bulduğun bir ölü gibi
dikenlerini damarlarına batırarak intihar eden bir gül gibi
bit pazarında hayrına sunulan
sahte gümüşler gibi..

''evet muhalefetteydi ellerin bedenime karşı
ne zaman gözlerin iktidara geldi
artık bütün seçmenler çaresiz
uygun adam bir iki bir iki
bütün banklar yerle bir edilecek
güvercin üstünde güvercin kalmayacak
mevsim ölüm mevsimi
son sevişmelerinizi tamamlayın
birazdan ölüyoruz''

Bir bank düşünüyorum üstünde ikimiz
aşağısı cehennem
zebaniler ayaklarımızı kemiriyor
hayır hayır cehennem değil
bildiğiniz dudak
ve dökülen bir kaç kelime yerlere
seni sevdiğimle ilgili ıslak ve soğuk
şimdi bütün cümlelerim yerlerde
üstünde güvercinler sevişmekte
ne yalan söyleyeyim hiçbir güvercine adını ezdirmedim

ikimizi bir bankta düşünüyorum
akdenizden düşmüş bir park
istanbul'un göbeğinde

inzibatlardan dayak yiyiyorum
feci
neymiş ellerim bacaklarındaymış
ayıpmış ayıp
neymiş çocukların ahlakını bozmuşum
hasssiktirin lan
iyi ki erken geldiniz
az kalsın seviştiğimizi düşünüyordum..

Ozan Uğraş
iki bıçak seç kendine

Biri yaralamak için

Biri öldürmek

Pusu kur gözlerinin

Karanlık gölgesine

Biri sevmek için

Biri ihanet

iki yürek seç kendine

Biri yaşamak için

Biri gizlenmek

Bir korkak,
bir kaçak,
bir firar

Kaç kişisin sen sevdiğim çocuk?

içimdeki bıçak
iki kere daha dönüyor

Olduğu yerde

Kalırsan
sel basar yataklarımı

Gidersen
uçurum çiçekleri açar kalbimde

Kimi zamanlar olur sevgilim

iki bıçak bile yetmez bir tek ölüme... *
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
gözyaşlarıma, ellerinizle?

orhan veli
başkaları da var masada
ileri geri konuşuluyor

ötedesin o adamın duldasında
göz kapaklarına bürünmüş adam

eli her an omuzunda
eğiliyor sigaranı yakıyor

teşekkürler sigara dumanı
sağolasın o adam !

onunla gelmişin buraya
yüzün yandan ve uzaklarda

niçin sevmiyorsun duvar kağıtlarını
hoş belkide seviyorsun

herkes az buçuk sarhoş
herkes bir şeyler söylüyor

ama yalnız ikimizin sözcükleri
sarmaşdolaş

üzerinden sevişmek kadının
sigaranın,asya'nın,omuzların,

üzerinden aile fotoğrafların
eller nasıl duygandır nasıl yalın

iki ses, iki bakış, gelişir nasıl
tek bir cümle gibi, sözlere karşın

sivri topuklar nasıl ortasına
gömülmüştür belleksiz halıların.

cemal süreyya
damdaki deli şiirleridir tabii ki..*
(bkz: nazım hikmet ran *)
(bkz: murat menteş) *
(bkz: deplasmanda plasebo)
(bkz: garanti karantina)
(bkz: seksapel seksen papel)
(bkz: memento mori)
(bkz: gencebay'ın şarkısında Allah lafzı geçiyordu ve sen)
böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil

aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil

senin bir havan var beni asıl saran o
onunla daha bir değere biniyor soluk almak
sabahları acıktığı için haklı
gününü kazanıp kurtardı diye güzel
birçok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil

birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
i̇ki adım daha atıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil

burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajında akşamüstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil

(bkz: cemal süreya)
(bkz: üvercinka)
köle sahipleri ekmek kaygısı çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı
çünkü
ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
köleler ekmek kaygısı çekmedikleri için
felsefe yapmıyorlardı
çünkü
ekmeklerini köle sahipleri veriyordu onlara.
ve yıkıldı gitti likya.

köleler felsefe kaygısı çekmedikleri için ekmek yapıyorlardı
çünkü
felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
felsefe sahipleri köle kaygısı çekmedikleri için ekmek yapmıyorlardı
çünkü
kölelerini
felsefe veriyordu onlara.
ve yıkıldı gitti likya.

felsefenin ekmeği yoktu
ekmeğin felsefesi.
ve sahipsiz felsefenin ekmeğini
sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
ekmeğin sahipsiz felsefesini
felsefenin sahipsiz ekmeği.
ve yıkıldı gitti likya.
hala yeşil bir defne ormanı altında…
Yalnız Bir Opera

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, ratsgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin

Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla

Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar

Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır

ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda

Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
ilerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden

Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

AŞKIN BiR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇiLEN
AŞKIN BiR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BiRAZ GEÇiKiLEN
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden

Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren...
murathan mungan
Ahmet telli

çocuksun sen
bir eflatun aşk

1.
benim o hep firtinalarla bogusan ruhum
yorulmuyor yasamaktan

midyat'li bir gumus ustasidir, suryani
ve yuzundeki ciban gibi
yureginde yaralar
tasimaktan

yorulmuyor yorulmuyor
agir isci
kadere ve aska calismaktan

kiminde peceli bir gulus cagiriyor
kiminde kovuluyor kapilardan

2.
bak sabah yaklasiyor birazdan ufuk
moraracak
sevgilim ciplak sokaklarinda
ayak seslerim dolassin
yasak
irmaklarinda yikanayim
avuclarina karli opusler
birakayim

ruzgar
unutulmus
bir dag cesmesine
gotursun bizi

zamanin saatleri unuttugu
savkiyan bir dag cesmesine

3.
ey eflatun ask
bana eflatun yagmurlar
yagdirabilir misin

getirebilir misin gecen gunleri geri
tutup yildizlari yanima oturtabilir misin

sana neyi anlatayim
her sarnic kuflu bir yagmuru
her sevda bir ayriligi yasar

behçet aysan
Derim bazen bazı kişilere içimden,
Siz;
Siz ikiniz,
Döndünüz dolaştınız çevresinde
Aşkı rezil ettiniz..

özdemir asaf.
büyüklerle ben yapamıyorum
çocuklar da almıyor beni oyunlarına
devlet dairesinde
yangından kurtarılmayacak
sıkışmış bir çekmece gibiyim
açılamıyorum sana

kardeşiyle sokaklarda hep
bir örnek giydirilen sen
nasıl sevmezsin eşitliği
yürürken düşen çoraplarını
aynı hizaya getirmek için
annen değil miydi önünde diz çöken

öpüşme sahnesinin tam ortasında
içeri girdiğin yazlık sinemanın
yer göstericisiyim
yürüyorsun fenerimin ışığında
yer:kız kulesi
ve sonu ayrılıkla bitecek
hüzünlü bir aşk filmini oynuyor
beyaz duvarında

bir kez olsun çıkmazken ağzından
seni sevdiğimi
her gün söylememi yadırgama
bil ki bu şehirde
iskelenin verilmesini
beklemeden atlarım vapurlara

son karesi gibi red kit'in
batan güneşe doğru
sürerken atımı
gitme kal demeni bekliyorum
ama yalnızca
rüzgar çekiştiriyor atkımı

sunay akın
(bkz: bir küvet hikayesi)
böyle zamansız güneşli,
umulmadık mavi günlerde
bir bekleme salonu yalnızlığına
bürünüyorum...
iliklerimdeki yitik aşkı
sarhoş bir unutkanlığa ilikliyorum...

sanki şiirini bilmediğim
bir fransız akşamında
kaldırım taşlarını sayıyorum kalbimin...
içimde ayak izlerin,
aylak bir yaz geçiyor avuçlarımdan...

ve ben ne zaman,
kiminle sevişsem,
hâlâ seni aldatıyorum.
duy yüreğim bölündü
en günahsız gecelerimde özledim seni
özledim toprak çatladı
özledim yağmur yağmadı
hepseni bekledim
telefonlar sensizlige sevindi de
ben sevinemedim.



boydan boya sızladı durdu gecem
hep seni özledim
sığındım da
dalga sesleri
martı ötüşleri arasında yalnızlığıma
seni akılsız sevmelerden uzak
delicesine sevdim...

olgun şensoy
gözlerimde parıltısı bir bakır tasın
kulağım komşuları ayak sesinde
varsın bir yudum su veren yine olmasın
başucumda biri bana "su yok" desin de.
**
nasıl da istemiştim
savaşa gitmeden
sevgilimle evlenmeyi
ama nereden bilebilirdim
ki silahın
demirine çarpıp
saklandığım yeri belli edeceğini
parmağımdaki yüzüğün...
*
sözlük yazarlarının okuduklarında çok etkilendikleri şiirlerdir. *
(bkz: biliyorum sana giden)
halet-i ruhiyesinde ve hayata bakışında değişiklikler meydana getiren şiirlerdir.

ör: necip fazıl kısakürek, utansın şiiri
bilerek mi yanına
almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı
çukuru
güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar
beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukur..

*