bugün

yerin zamana göre türevi.

(bkz: final haftasında sözlüğe entry girmek)
fotoğraf kelimesiyle karıştırılır kimi zaman..
çizenin duygularıyla harmanlaşarak çizilen sanat türüdür.
çizmesi bir dert olan baş ağrıtan ama zevkli bir uğraştır.
ressamın mesleğidir ama genelde fotoğrafçılıkla karıştırılır mesala resim çektirmek diye bir şey yoktur resim çektirmek olsa olsa tuvali kağıdı yada nereye resim yapıldıysa onu bir nesneyle bağlayıp taşımak olabilir
(bkz: trt deki resim yapan amcayla resim yapmak)
ilhan berk şiiri.

Resim gibiydi, hoş çakal, hoş tilki!
fotograf anlamında da kullanılışı türkçe dahilinde olan sözcüktür.
Behçet Necatigil'in Atatürk'e yazdığı eksiksiz şiir.
uzaktaki sevgiliye söylenecek yegane parça.
o kadar sevdim ki resmini işte bugün konuştu benle.
birbirini kaybetmiş noktaların bir araya gelmesi.
demir demirkan ın dünya benim albümünden bi şarkı.

rengi solmuş bir fotoğraf
hiç habersiz çekilmiş
belli ki çok eğlenmişiz

donuk bir an o geceden
o konuşan resimlerden
tanıdık sesler ve bir şarkı

gün ettik derken günleri
bir baktım geçmiş yıllar
terkettiğim şehirler, dostlar, sevgililer
kaybolmuş birer birer
yine aynı şarkı çalıyor
başka dostlar etrafımda
bir resim de bu geceden

bir evde toplanmışız
herkes güzel giyinmiş
belli ki çok önemsemişiz

donuk gözler fotoğaftan
o konuşan bakışlardan
tanıdık sesler ve bir şarkı
gün ettik derken günleri
bir baktım geçmiş yıllar
terkettiğim şehirler, dostlar, sevgililer
kaybolmuş birer birer
yine aynı şarkı çalıyor
başka dostlar etrafımda
bir resim de bu geceden
insanın iç dünyasını çizim araçları yardımıyla tuvale, kağıda veya çeşitli unsurlar üstüne yansıtmasıdır. renklerin ve kullandığınız araçların dilinden iyi anlamak gerekir.
geçen gün okula gittim. billenler bilir mimarlık fakültesi yıldız teknik üniversitesinin beşiktaş kampüsündedir. mimarlık fakultesinin tam önünde eskiden basketbol sahası vardı, sonradan buradaki potalar kaldırıldı ve orası bir meydan görünümü kazandı. saat sabahın körüydü, bir elimde sigara bir elimde çay tek başıma oturuyordum. çevreme bakınıyordum, uykuya hasret gencecik çocuklar derse yetişme telaşında hızlı adımlarla önümden geçiyorlardı. Her önümden geçen çocuk için kendi çapımda yorumlar yapıyordum. Alkolle yeni tanışmış olduğu her halinden belli bir çocuk geçti önümden önce, sonra saçlarını kalitesiz boyayla kırmızıya boyamış elinde t cetveli olan bir mimar adayı. Sonra, ilk defa dün seviştiğini tahmin ettiğim, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle kirli sakallı bir çocuk. Sonra bir kız geldi tam karşıma oturdu, dudakları acemi öpüşlerle tahriş olmuş, her halinden mutlu olduğunu kestirdiğim bir kız. Bir çocuk telaştan elindeki çay bardağını yere düşürdü, sonra bir başkası ailesinin tepkisinden deldiremediği kulağında tutturma bir küpeyle kalabalığa karıştı. Sonra halinden hoca olduğu anlaşılan bir adam, elinde cumhuriyet gazetesiyle geç kaldığı fakulteye girdi. Ben bunları düşünürken ansızın sirenler çalmaya başladı, ve birden aklıma geldi, bu sirenler Atatürk için çalıyordu. Birden bire tüm telaş durdu, çevremdeki tüm insanlar ayağa kalktı ve hareketsizleşti. sirenlerin sesinden başka ses duyulmuyordu ve hiçbir kıpırtı yoktu insanlarda. Sanki zaman durmuştu evet durmuştu zaman, sirenin sesini duyan zaman durmuştu, o da gösteriyordu saygısını saygıyla. Resim dedikleri şey bu ân olsa gerek diye düşündüm o an. Evet evet resim budur, işte bu. Resim zamanın durduğu andır.
vergilendirme türlerinden biri.
yeteneği olmayan insanların, gerçek yaşamda kuramayacakları hayatları, reesim tualine de dökemeyecekleri için, üzülmeleri gereken sanat dalı. *
(bkz: büyük resim)
(bkz: büyük resmi görmek)
teoman'ın bir şarkısında, yeni türkü'nünkinin müziğinden 'hafiften' esinlendiği parça.
yontma taş devrinde ortaya çıkan ve yeni teknikler kazanarak ilerlemesini sürdüren sanat akımı.
çoğunlukla: "resim değil, fotoğraf!"

bazen de "o balık değil ki; resim"...
koyu mavi gözleriyle baktı... birşeyler söylemek ister gibi. ama söyleyemezdi. bu ilkti. zaten ne söyleyebilirdi ki? sadece bekleyebilirdi. sonunda ne olacağını bilmeden... çocuk farkında bile değildi üstündeki mavi gözlerin. bilse memnun olurdu tabii ki, ama düşünmüyordu bile. olamazdı. neden olsun ki? neden sınıfın, hatta okulun, daha da fazlası dünyanın en güzel kızı ona baksın ki? ama bakıyordu işte... neden olmasın? çocuk da fena değildi hani diğer züppelerin afili kıyafetleri gibi bir jelatini olmasa da üstünde. sadece arabasından, ne kadar bastığından, üstündeki kazağın ne marka olduğundan, yılbaşında hangi çok pahalı gece kulubünde hangi kızı tavladığından bahsetmiyor diye mi?

farkındaydı güzelliğinin yosma. çok kişi peşinde diye değil, biliyordu işte. aynalar yalan söylemiyordu. bas bas bağırıyorlardı; "şu dünyada yoktur senden daha güzeli" diye. peki neden bakmıyordu bu çocuk? neden farkında bile değildi? bilmiyordu ki içten içe yandığını. bilmiyordu ki sessizliğinin arkasında çığlık çığlığa "seni seviyorum" diye haykırıyordu evrene. uyumak zordur aşıksan. çocuk onu düşünüyordu yine. çoktan uyuması gereken saatler öyle hızlı gelip geçiyordu ki her akşam. her akşam kafasının arkasında birleştirip ellerini o kadar çok seyre daldı ki tavanı. karanlık odanın karanlık tavanı. "artık yeter" dedi seslice. "ne yeter?" diye sordu kendisine. "bu kadar uykusuzluk yeter oğlum, bıktım artık her akşam onu düşünmekten". bir an durup kızdı kendine; "yo, hayır hayır... onu düşünmekten bıkmadım, beklemekten bıktım". kesin karardı sanki bu defa. ama nasıl?

yorgunluktan kapanan gözler açıldı okul yolunu tutmak için. ama midesi ağrıyordu. boğazına düğümleniyordu dalgınca ev arkadaşına bakarak yediği zeytin, ekmek, peynir. kalktı aniden. hazırlandı. içindeki heyecanı büyüterek ilerledi kampüse. yine geç girecekti derse. yine mor gözler, yine şişmiş. "girebilir miyim?" dedi iki kere çalıp açtığı kapının aralığından. mavi gözler oradaydı. kalbi daha hızlı atmaya başladı. daha çok döndü başı. nefes alamıyordu. her zaman oturduğu yere doğru yönelmedi bu defa. herkesin onu izlediğini bile görmüyordu. umrunda da olmazdı zaten. ilerledi. ilerledi. ilerledi... ve durdu. mavi gözlerin tam karşısındaydı. herkes nefesini tuttu. yutkunamıyordu. söylemek istediklerini söyleyene kadar da yutkunamayacağını biliyordu. kekeledi... "be..be..ben.." biraz daha bekledi. başka hiçbir şey söylemedi. söyleyemedi. çok seviyordu. gerçektende de çok seviyordu. döndü ve yerine ilerledi. her şey bitmişmiydi!?...eve gitmeye karar verdi. yeterince rezillik yaşandığını düşünüyordu. dersin bitmesini beklerken uyuyakaldı. rüyalar ile çabucak geçti ders saati. ders sonu gürültüsü ile irkildi. ovuşturdu uykusuz gözlerini. topladı hiç açılmamış kitabını, defterini. ayağa kalktı ve... işte yanındaydı. oracıkta öyle duruvermişti. neden? ne diyecekti? fazla merakta kalmadı; "bir şeyler içelim mi?". cevap ortadaydı...

hani aradan üç yıl geçmişti geçmesine ama hissettiklerinde hiçbir şey değişmemişti. sadece güzellik değildi ki sevdiği ondaki. o çok farklıydı. diğer zengin arkadaşları gibi değildi. burnu güzeldi ama havada değil. seviyordu çocuğu be. çok seviyordu hemde. o çok özeldi, o çok farklıydı, o çok çok çoktu... nazar boncuğu bile takmalarını istedi arkadaşları. o kadar çok seviyorlardı ki arkadaşları onları. aslında sadece onları değil, aşklarını da seviyorlardı. film gibiydi. harikaydı. rüya idi.

rüya! nasıl bitti peki bu rüya? neden ayrıldılar? aradan tam bir yıl geçti hem de. ama sorular aynı acımasızlığı ile çocuğun beyninde oyuklar açmaya devam ediyordu. "çok seviyorlardı birbirlerini be oğlum" diyorlardı okuldaki çocuklar. kızlar "nasıl olur bu?" diye soruyorlardı birbirlerine. ne de olsa rüya idi onlarınki! ama kimse bilmiyordu ki çocuğun her akşam o resim ile uyuduğunu, sıkıca göğsüne bastırıp saatlerce, hıçkıra hıçkıra ağladığını. tanrıya "neden?" diye bağırdığını bilmiyorlardı ki! bilmiyorlardı ki her gün anasonlu melodilerle şişeleri masa üstüne dizen çocuğun gözyaşları rakı kokuyordu... kolay mı sanıyorsun beyninin her kıvrımına kazıdığın yosmanın bacaklarının arasında başka birinin gidip geldiğini hayal etmek her akşam? her akşam düşünmemek için o sahneyi yastığı kendini boğarcasına yüzüne bastırmak...

okul bahçesi... sapsarı güneş o kadar büyük ki bugün... sımsıcak. okulun son günü olmasa bu kadar insan da olmayacaktı hani... çocuk çok yavaş geldi ortaya. herkes gördü ki onu birdenbire uğultu kesildi. yüzler titreyen ellerinin üstüne çevrildi. hani o mavi gözleri seven eller. hani o sarı saçları okşayan eller. hani o her akşam mavi gözlerin resmini sımsıkı saran eller... kız, kabacana sarılmış olan yeni sevgilisinin kollarından sıyrıldı ani hareketle. ona baktı. hâla ne kadar çok sevdiğini düşündüğü çocuğa. ne yapıyordu? niye orda öylecene durmuş yere bakıyordu? neden ağlıyordu? çocuk elini cebine attı... gördü kız cebinden çıkan fotoğrafı. hani o beraber martılara simit attıkları gün çektirdikleri en sevdiği resim var ya. hani çocuğun her akşam bağrına basıp şişeleri boşaltırken gözyaşlarını doldurduğu resim. öyle bir baktı ki resime çocuk, milyonlarca kelime etse anlamazdı kız o an anladıklarını... çocuk bir daha attı elini beline... bir resim daha mı çıkacaktı? kız görmedi resim falan. kimse görmedi. siyah, mat bir çelik çıktı... sıkıca tuttu kabzasından katilin... parmağını geçiriverdi tetiğe. resmini son kez koydu kalbinin üstüne... onun üstünede çeliğin ağzını! gömüverdi oracıkta resimdekileri layik olduğa yere; çığlıklar ve de mavi gözlerin eşliğinde... *
insanın içine huzur veren, sıcaklığına sıcaklık katan, ' iyi olmuş da yapmış demir demirkan abimiz bu şarkıyı' dedirten, sonlarına doğru gelen gitar solosuyla da, her tür müzikten hoşlananlara selam çakmış, hoş mu hoş bir adet demir demirkan şarkısı..
yeni türkü 'nün her dinlediğinizde sizi sizden alan parçasıdır.
"seni bir görsem diye diye uyudum yağmurum sesiyle"
18. yy. da şekil anlamında kullanılan sözcük. örnek:

bir resme koyub beyan-ı aşkı
söyler bana dastan-ı aşkı

(aşkın anlatımını bir şekle sokup, bana aşkın destanını anlatır.)
taklidinin yapılması en zor varlık.
görsel tasarımların temelidir.
insana insanı şekille anlatma sanatıdır.

(bkz: tiyatro/#783723)