normal seyrinde yolculuk eden minubus'e yasli bir teyzenin binmesi, 10-15 dakika gecmesine rahmen teyzeye kimsenin yer vermemesi, minubus soforunun arabayi kenara cekip, buyur teyze otur deyip minubusten inmesi.
utancindan butun yolcularin buyur otur teyze diye yer vermek icin birbirleriyle yarismasi.
yoktur heralde bundan ote dumur.
minübüs vasıtasıyla bir arkadaş ile yolculuk ediliyordur.inilecek yere geldiğinde arkadaş

-inecek miyiz diye sorar, kendinize şaka yapıldığını zannederek -yoo dersiniz.fakat görülür ki gerçekten de bilmeden sorulmuş bir sorudur. bizden önce birkaç kişi inmiş minübüs tekrar harekette geçmiştir benim
-hadi lan hadi iniyoruz demem le birlikte arkadaş kafasını kapanan kapının arasına atmıştır ve şöförün farketmemesiyle yaklaşık 10 metre bu şekilde gidilmiştir.ben gülmekten şöförü uyaramam fakat minübüsteki yaşlı teyzeler valee valee çığlıklarıyla şöförü durdurur ve nihayet ineriz.bu olay ve arkadaşın indikten sonraki -amına koyim ifadesi her arkadaş toplantısında anlatılır gülünür,eğlenilir biraz da dumur olunur.*
şöfor:ş
yaşlı teyze:y t
kız:k

yaşlı teyze ve kız şoföre 20 ytl para verir belli bir zaman geçer kız da yaşlı kadında sinir olmaya başlar.

y t: evladım ne oldu benim 20 ytl!
ş: ablacım biraz bekle verecem sana, ilk önce kıza vermem gerek
k: benim acelem yok

şoför 20 ytl yi kıza uzatır ve bunu yaşlı teyzeye vermesini söyler. kız da biraz dalgın olduğu için parayı kendisi alır ve

y t: evladım hala vermedin ama!!!
ş: ablacım uzattım kıza sana vermedı mı o
k: sen bana verdin onu!
ş: ben sana birazdan vericem, sen onu ablaya ver.
k: tamam beklıyorum ben

böyle bişeydi işte.
arnavutköy'de * oturan akrabaları ziyarete gitmek için amcaoglu ile bilrikte minibüs beklemeye başlamıştık ki yaklaşık 1 saate yakın sürdü bu. zaten geç kalmışştık, iyice geç kaldık. en nihayetinde çıkageldi bir minibüs. biraz ilerlemiştik ki arkadan başka bir arnavutköy minibüsü bizim aracın şoförün yanına gelip bir şeyler söyledi. tek duydugum bizim şöförün sen önden seri git ben arkadan yavaş yavaş geliyorum sözüydü. sikermisin sabaha bırakır mısın? hiç bi şey yapamazsın laf etsen al paranı siktir git diyecek bir anlayışa sahip bizim minibüsçülerimiz. ayrıca kapının hemen yanında ne işe yaradığını bilmediğim bi balta sapı var. sesimizi çıkarmadık tabi, zaten 1 saat sürecek olan yolu iki saatte anca gidebildik. akşam yemeği için gittiğimiz yere neredeyse gece yarısı vardık.

neyse yemekler yendi, hoş sohbet. ve ayrılma vakti geldi. ve yine minibüs. en azından dönüşte bi sürpriz olmasın di mi? duraga geldik. bu kez iki minibüs birden kalkmak üzere. beklemeyecegiz diye seviniyoruz içimizden. tercihi öndeki minibüsten yana kullandık. ne bilirdik ki arkadakinin daha önce gidecegini. bilemezdik tabi, minibüsün rotunun da yolda kırılacağını ve eve kelle koltukta gidecegimizi. ve de şoförümüzün inanılmaz bir sahiplenmeyle bizi arkadaşının aracına aktarmayıp sizi sağ salim götürecegim bana güvenin demesi ve bizim de bu iç burkan duygu dolu konuşmadan sonra oturdugumuz yere mıhlanmış gibi sesimizi çıkarmadan karanlık bir yolculuğa evet dieycegimizi de önceden kestiremezdik. yolda minibüs habire göt atıyordu. gerekmediği sürece hic hız yapmıyordu şöför bey, ani fren tehlikeli olabilecegi icin gidiyor gitmiyor arası bir şeydik. şoförümüz bu şekilde kaç kez yolcu taşıdığını gururla anlatıyordu bizlere. inanmıştık, güvenmiştk, tecrübeliydi çünkü.
bi süre sonra sanki sigara yasağını daha önceden kendisi koymuş gibi "sigara içebilirsiniz" gibi akla ziyan bir şeyler söyleme geregi duydu. işimize gelmedi degil. gözümüz açık gitmezdi en azından. sigarımızı yakıp eski günleri yad ettik amcaogluyla. hemen önümüzdeki kadın dua ediyordu, bu arada minibüsü yeni yolcu almayı da ihmal etmiyordu şoförümüz. ama Allah var dürüsttü; ölebilirz demese de rotun kırıldığını söylüyordu. ve de her yolcu sanki şoför babasının oğluymuş gibi ölürsek beraber ölürüz gibi laflar ediyorlardı. bazı yolcular 50 milyon verip para üstünü almıyordu. Allah'ım ne oluyordu?

gelmiştik sonunda. müsait bi yerde inebilir miyiz dedik? arızadan kaynaklanıyor olsa gerek indigimiz en müsait yer bizim en müsait yere minibüs gerektirecek kadar uzak bir mesafeydi. bir minibüsü daha göze alamyıp evin yolunu tuttuk.
şoför:ş
tren istasyonu:t.i

t.i zar zor da olsa minibüse arka kapıdan binip parayı öne doğru uzatmıştır.bozuk olmadığı için 20 ytl'yi ön tarafa doğru göndermiştir. parayı eline geçiren şoför yüzyılın en dahiyane sorusunu hemen patlatmıştır:
ş: bozzuk yok mu?
t.i: fesupanallah(içses).. yok..
olsa göndermezmiyim sığır herif!(yine içses)

ve olabilecek en bozuk para üstünü bana göndertmiştir.. dikiz aynandaki tesbihine allah zeval vermesin!!
minibüste en modern görünüme sahip olan teyzenin 3.75 ile 3.75'i toplayıp 6.5 ytl bulmasından sonra, okuma yazma bilmez diyebileceğiniz adamın 7.5 ytl olur yenge demesi ve akabinde sarı saçlı koko$ teyzemizin mallaması. ağlasam mı gülsem mi bilemedim ama dumur olduğum kesindi. insanları üst ba$ına göre yargılamamak lazım gibi bir kli$e çıkarım yapmadım bundan ama, hakkaten dumur edici bir olaydı.
sabah 8:30-9:00 civarı. henüz uykudan yeni açılmışım. minibüslerin kalktığı durağa kadar yürüdüm. ki oturabileyim. gittiğim yer trafik de göz önüne alınırsa nereden baksa 30 dakikamı alacak.
neyse bi süre beklediikten sonra arka koltukta yer buldum. kafaya cama dayayıp uyuma numarası yapmaya başladım. bu numarayı yapmak zorundayım çünkü ben oturmak için ilk durağa kadar yürüyorum, sıraya giriyorum. ama uyanık ablalarımız, teyzelerimiz nasıl olsa bize yer verirler düşüncesiyle hemen ileride bekliyorlar, bu sayede hem sıra beklemekten yırtıyorlar hem de oturarak gidiyorlar. nereden baksan tutarsızlık, adaletsizlik, eşitsizlik. ben kesinlikle bu tür durumlarda yer vermiyorum. bu yaşlılara, kadınlara yer vermiyorum anlamında algılanmasın. elbette yer veririm ama yer vermenin de bir yeri var. bu tür açıkgözlülere de prim vermemek gerekir. asıl onların yaptığı saygısızlıktır çünkü.

neyse efenim hikayeme kaldığım yerden devam edeyim. arka koltuğa iyice sırnaştım. türlü hayaller peşinde koşarken, üniversiteyi bitirip dolgun ücretli bir iş sahibi olmuşken,başbakanın telkinleri doğrultusunda tam 3 çocuğu nasıl ve ne zaman yapmalıyımı düşünürken o ses uyandırdı beni rüyamdan. bir ses gelmişti sağıma soluma bakındım. ama o sesi çevremdekilerle senkronlayabilecegim bir tip yoktu. hafif kadın tonuna benzeyen erkek sesiydi. dolayısıyla bi fatih ürek, bi kuşum aydın aradı gözlerim. ama yoktu öyle biri. arka koltuğa en yakın duran tip 70'li yılların modasını inatla günümüze taşımayı başarabilmiş, göğsünden kıllar fışkıran en saf en doğal haliyle bir kroydu. herhalde bundan geldi diye geçiriyorum ki içimden. tekrar seslendi.
- ben de oturacağım!. evet aynen böyle oturcam değil o-tu-ra-ca-ğım. bunu söylerken kafayı hafif öne biraz da sağa doğru çevirdiğini de söylemem lazım. sanki ağzından çıkan kelimeler bir daha kullanılmamak üzere parçalanıp yok oluyordu. o derece kırılgan bir yapısı vardı.

biz dört kişiydik. arka koltuk da dört kişilikti zaten. ne demekti şimdi bu ben de oturacağım demek. zaten kimse bir anlam veremdiği için bir ses de çıkarmıyordu. ben en uçta, en köşede olduğum için cevap vermeyi diğer üç kader arkadaşıma bırakmıştım. ama onlar da aptallamanın en uç noktasındaydılar. bir süre öyle geçti. bu süre dışarıdaki saate göre iki dakika, minibüsteki yerel saate göre iki saatlik bir süreydi. tekrarladı:

-ben de para verdim. ben de oturacağım!
+ e otur kardeş ama nereye oturacaksın dedi yanımdaki amca.
-burası beş kişilik dedi elleri titrerken. belli ki sinirlenmişti.
hemen köşedeki 25-30 yaşlarındaki bir yolcu da.
+ kalkan olursa oturursun dedi. sonra da bize dogru bakıp inceden sırıttı. ben dayanamadım güldüm. zaten bu halimi hiç sevmem. tutamam kendimi. ben kopmanın pimini çekince yanımdakiler de patladı.

herif daha bi kızdı. işin daha da ilginci neden güldüğümüzü de anlamamıştı.
-kalkanı malkanı bekleyemem ben deyince ikinci gülme krizi patlak verdi.

asıl öldürücü darbeyi şoför vurdu:

minibüsün para kutusunun oldugu yerde kücük bir cocuk oturuyordu, paraları o topluyordu. heralde ya ogluydu ya yegeni.
şoför baktı ki durum düzelmeyecek. adama seslendi:
-gel kardeş kalkanı bekleme sen ben ufaklığı kaldırayım oraya otur.
* *
saatler sabahın 8'ini gösteriyor ve yağmurlu bir hava var. kahramanımız üsküdar'a gitmek için yola çıkıyor. tek boş yer olduğu için kucağında bebeği olan gençce bir annenin yanına oturuyor. minibüs doluyor ve yağmurun da esrarengiz etkisiyle beylerbeyi'nde çok fena köprü trafiği oluşuyor. minibüs tıklım tıklım, şöfor yeni yolcu almıyor.

herkes bu kapalı, can sıkıcı havayla başlayan günü nasıl noktalayacağını kara kara düşünürken, bizim tatlı bebeğin de sıkılacağı tutuyor. kahramanımıza dikiyor gözlerini. "guccucu,agucu" gibi yazıya dökemediğim garip edalarla seviyor onu, oyun mu oynamak istiyor işte neyse. kahramanımız da kedi, köpek, iguana gibi hayvanları ve düşünme yetisi olmadığı için her türlü dengesizliği yapabilecek potansiyelde olan bebekleri; iletişim kuramadığı, "gel kardeş, iki tek atalım, derdin neyse konuşalım" diyemediği bu zavallı varlıkları hiç sevmiyor, onları görünce yolunu değiştirmeye özen gösteriyor, ama n'aparsın o minibüstede de oturuyor olmak büyük şans...

bir yandan utangaç gözlerle bebeğe gülümsüyor, bir yandan da ilgisinin bir an önce başka bir tarafa kayması için dua ediyor. bebek "ce e" dedikçe, herkesin gözlerinin kendisine döndüğünü ve herkesin "karşılık versene sevgisiz, umarsız, kayıtsız genç" diye içlerinden küfür ettiklerini düşünüyor bu asosyal, yeni ortamlara hemen ayak uyduramayan, minibüste "inecek var!" diyemeyip de son durakta inen, fazla kızla çıkmamış, nerede ne diyeceğini bilemeyen kahramanımız.

bir de bebeğe bakıyor, o kadar güzel mavi gözleri ve seyrek seyrek, pamuk gibi sarı saçları var ki. ilgisi de geçmiyor işte bebeğin, o küçük parmaklarıyla, yeni bir "ce e" eşliğinde dokunuyor kahramımızın bir haftalık kirli mi kirli sakallarına. o da mavi gözlerine son bir kez bakıyor ve "ce e .mına koduğumun cocuguccuu, agucu" diyor.

o sırada kuzguncuk'tan geçmekte olan minibüstekiler, yunanlıları denize döker gibi marmara'ya döküyorlar aramızın hiçbir zaman iyi olmadığı bu arkadaşı...
tina ve şoför tina danimarkalıdır ve değiş tokuş öğrencisidir. şoför de ona yana kaymasını söyler ama tina anlamaz en sonunda:
ş-HŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞTTTT alooooooooooooo!
t-zavallım nasıl anladıysa kenara kayar.
bindiğiniz mimbüste sessiz,sakin sorunsuz bir yolculuk yaşamanız.Özellikle de bu mimbüs gebze-harem ise dumur ötesi dumur bi durumdur.
her günkü gibi bir gündü aslında. O 97 model beyaz transit 12 ye binerken başıma böylesi acı bir olay geleceğini hiç düşünmemiştim. Bu hem dumur eden hem de insanın yüreğini sızlatan bir hikayedir.
Para trafiğine madur kalmamak amacı ile minibüsün en köşesine kapağı atmış, camdan uzaklara bakarak cüneyt arkın edasında yolculuğuma devam ediyordum. Laf aramızda minibüste ağır mı ağır bir koku var, sanırım öndeki abi mideyi fena bozmuş. Neyse mevzu bu değil. Ben bu koku bombasının içerisinde düşüncelere dalmıştım. O sırada minibüs durdu, içeriye şeker mi şeker, güzel mi güzel bir afet girdi. Hani ilk görüşte aşk derler ya; benimki ilk görüşte aşk olmasa da ilk görüşte ereksiyondu. Minibüsün üçlü koltukları dolu, en arkada bir ben, bir de kendinden geçmiş derviş bir amca var. Bu kızımız mecburen benim yamacıma kıvrılıverdi. Pek tabi o andan sonra kaçamak bakışlara hemen başladım. Yandan yandan süzmeler, alttan alttan kesmeler havada uçuyor. Bu yolculuk hiç bitmesin istiyorum. Tabi böyle bakışmakla olmaz, dialog lazım diyerekten muhabbeti kurmanın yollarını tasarlıyorum. Ben o sırada bunları düşünürken 2 durak geçmişiz. Kızın inmesine yakın sesi kulaklarımda yankılandı. Bu bir hayal değildi, bana sesleniyordu:
-Pardon ben ineceğim ama sesim kısık, benim yerime şoföre seslenir misin? dedi
Tabi ben yılların toplu taşıma aracı kullanıcısı olduğumdan bunun bir yavşama metodu olduğunu derhal idrak ettim. Ulan transit 12 deyiz, gören de setra da bir uçtan bir uça "inecek var " diyeceksin sanar. Neyse efendim, tahmin edeceğiniz üzere ben bu fırsatı zaten allah'tan arıyordum. Derhal yüzümde yavşakça bir ifade ile "sorun değil" dedim. Bir yandan da ben de kızla insem mi diye düşünüyorum. Halbu ki daha ineceğim yere en az 2 kilometre yol var. Neyse biraz sonra kızın ineceği yere geldik ve ben tüm dikkatimi toplayaraktan:
-Kaptan inecek var * dedim. Daha doğrusu demeye çalıştım. Kızla girdiğim yakın münasebetin oluşturduğu heyecan ses tellerime yansımış, sesim şeker kız candy tadında çıkmıştı. Bunun doğal sonucu olarak kaptan duymadı, verdi gazı gidiyor yokuş aşağı. Pek tabi kızın ineceği yeri geçtik, tam o sırada ikinci denemeye niyetlenecektim ki ön taraftan üç Kadir inanır gücünde bir ses minibüsün içinde çınladı:
-Kaptan, bagyan inecek.

Evet, önümde oturan Polat Alemdar kılıklı puşt benim yapmam gerekeni yapmıştı. O an ilk kez Kurtlar Vadisi ni izlemediğime lanet ettim. Kız beni alaycı bir bakışla süzdü ve çekti gitti, arkasından da o Puşt. Ben ise kızın güzel parfüm kokusu ile karışan ağır bir osuruk kokusu eşliğinde yolculuğuma devam ettim. öhhh be abi sen ne yedin mına koyim?

Son söz: Çok sonra duydum ki o kızla o oğlan evlenmiş, iki de çocukları olmuş. Eğer ben o gün adam gibi "kaptan inecek var" diyebilseydim o kız şimdi benim olacaktı.Ben de böyle saçma bir entry yazmak yerine; sevgilin en güzel olduğu an, sevgiliyle sevişmek gibi başlıklara yumuşak yumuşak enrtyler yazacaktım.

Kaptan Allah'ın bin belanı vermesi dileği ile...
-inecek var mı?
=dumur....
sabaha kadar sınava çalışmış, uykusuzluktan ölmek üzere olan dört kız, konserve kutusunu andıran bir dolmuşa biner ve her biri dolmuşun ayrı bir köşesine dağılır. fakat arada bulunan onca insana, sese rağmen diyalog sürer.

a- ben size buna binmeyelim dedim!

b- olsun bindik bir kere..

c- her binişin, bir inişi vardır!

d- (dolmuştayız abi ya) ?!?!
arkadaşlarla para muhabetti yapıyorduk. o sırada ben 'parayla adam olunsaydı rte adam olurdu. adamın mercedesleri, uçakları, gemileri ayrıca devletin kasası var.' dedim. bunun üzerine dolmuşçu 'şşşşşttt' yaptı. bende 'yalan mı dayı' dedim.*
ani fren neticesinde öndeki kızın yada erkeğin kucağına düşmek.
yarım saat önce yaşadığım olaydır.
berkceyhan1234: şu 10 liradan 1 tane alır mısınız?
dolmuşçu: fiş lan bu ne 10 lirası?
içses: hass
dış ses: pardon abi, yanlış vermişim.*