bugün

minibuste yasanan dumur olaylar

sabah 8:30-9:00 civarı. henüz uykudan yeni açılmışım. minibüslerin kalktığı durağa kadar yürüdüm. ki oturabileyim. gittiğim yer trafik de göz önüne alınırsa nereden baksa 30 dakikamı alacak.
neyse bi süre beklediikten sonra arka koltukta yer buldum. kafaya cama dayayıp uyuma numarası yapmaya başladım. bu numarayı yapmak zorundayım çünkü ben oturmak için ilk durağa kadar yürüyorum, sıraya giriyorum. ama uyanık ablalarımız, teyzelerimiz nasıl olsa bize yer verirler düşüncesiyle hemen ileride bekliyorlar, bu sayede hem sıra beklemekten yırtıyorlar hem de oturarak gidiyorlar. nereden baksan tutarsızlık, adaletsizlik, eşitsizlik. ben kesinlikle bu tür durumlarda yer vermiyorum. bu yaşlılara, kadınlara yer vermiyorum anlamında algılanmasın. elbette yer veririm ama yer vermenin de bir yeri var. bu tür açıkgözlülere de prim vermemek gerekir. asıl onların yaptığı saygısızlıktır çünkü.

neyse efenim hikayeme kaldığım yerden devam edeyim. arka koltuğa iyice sırnaştım. türlü hayaller peşinde koşarken, üniversiteyi bitirip dolgun ücretli bir iş sahibi olmuşken,başbakanın telkinleri doğrultusunda tam 3 çocuğu nasıl ve ne zaman yapmalıyımı düşünürken o ses uyandırdı beni rüyamdan. bir ses gelmişti sağıma soluma bakındım. ama o sesi çevremdekilerle senkronlayabilecegim bir tip yoktu. hafif kadın tonuna benzeyen erkek sesiydi. dolayısıyla bi fatih ürek, bi kuşum aydın aradı gözlerim. ama yoktu öyle biri. arka koltuğa en yakın duran tip 70'li yılların modasını inatla günümüze taşımayı başarabilmiş, göğsünden kıllar fışkıran en saf en doğal haliyle bir kroydu. herhalde bundan geldi diye geçiriyorum ki içimden. tekrar seslendi.
- ben de oturacağım!. evet aynen böyle oturcam değil o-tu-ra-ca-ğım. bunu söylerken kafayı hafif öne biraz da sağa doğru çevirdiğini de söylemem lazım. sanki ağzından çıkan kelimeler bir daha kullanılmamak üzere parçalanıp yok oluyordu. o derece kırılgan bir yapısı vardı.

biz dört kişiydik. arka koltuk da dört kişilikti zaten. ne demekti şimdi bu ben de oturacağım demek. zaten kimse bir anlam veremdiği için bir ses de çıkarmıyordu. ben en uçta, en köşede olduğum için cevap vermeyi diğer üç kader arkadaşıma bırakmıştım. ama onlar da aptallamanın en uç noktasındaydılar. bir süre öyle geçti. bu süre dışarıdaki saate göre iki dakika, minibüsteki yerel saate göre iki saatlik bir süreydi. tekrarladı:

-ben de para verdim. ben de oturacağım!
+ e otur kardeş ama nereye oturacaksın dedi yanımdaki amca.
-burası beş kişilik dedi elleri titrerken. belli ki sinirlenmişti.
hemen köşedeki 25-30 yaşlarındaki bir yolcu da.
+ kalkan olursa oturursun dedi. sonra da bize dogru bakıp inceden sırıttı. ben dayanamadım güldüm. zaten bu halimi hiç sevmem. tutamam kendimi. ben kopmanın pimini çekince yanımdakiler de patladı.

herif daha bi kızdı. işin daha da ilginci neden güldüğümüzü de anlamamıştı.
-kalkanı malkanı bekleyemem ben deyince ikinci gülme krizi patlak verdi.

asıl öldürücü darbeyi şoför vurdu:

minibüsün para kutusunun oldugu yerde kücük bir cocuk oturuyordu, paraları o topluyordu. heralde ya ogluydu ya yegeni.
şoför baktı ki durum düzelmeyecek. adama seslendi:
-gel kardeş kalkanı bekleme sen ben ufaklığı kaldırayım oraya otur.