bugün

çalışıp üretim yapmak , kalkınmak , istihdam oluşturmaktan daha çok bu konularla alakalı olmayan işlerle uğraşan toplumdur.

halbuki uğraşması gereken öncelikli işlerden birisi de bu konulardır.
esasında öyle olmayan durum. pek ala bir çok şey üretmekte, hatta ihraç etmekteyiz. bunların en başında otomotiv sektörü gelmektedir. bunun yanında vestel ve casper firmalarının ürettiği bilgisayar da avrupa'ya ihraç edilmektedir.

bu geri kalmışlığımızı inkar etmek demek olmuyor ancak kendimizi küçümsememiz lazım. yoka günden güne geriye gidiyoruz.
yıllardır övündüğümüz tarım ekonomimizin de son yıllarda çökertilmesi ile ne yazık ki varolan tespit.

kimse kendini kandırmasın ihracat yapıyoruz falan diye adamlar parçaları dışardan alıp türkiye'de toplayınca bu mal türk üretimi mi oluyor?

türkiye şu anda tarım dahil hiçbirşeyin üretimini kendi yapmıyor. artık tarımda bile israil tohumlarını kullanıyoruz düşünün diğer sektörleri.

10 yıllardır oluşturulan saçma eğitim sistemi ile yaratılan boş insanların günümüzde her mevkiye yerleşmesi sonucu oluşan durumdur bu.
10 yıl öncesine kadar kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biriyken ne oldu da artık pirinçi, bulguru, şekeri, fındığı dışarıdan alıyoruz diye sormamıza neden olucak uzun zamandır gördüğüm en düşündürücü söylem.

edit:son kelime "başlık" iken "söylem" olarak değiştirilmiştir.
türkiye 70 milyonluk bir avrupa fabrikası olma yolunda ilerlemektedir. üstelik kazandığı parayla da avrupa malları tüketmektedir. avrupalı işveren daha ne istesindir.
"siz dünyanın mandırası, siz dünyanın çiftçisi olun" [ henry kissinger ]

yetmiş değil yedi yüz milyon olsan da henry kuralı koyar.
üretim yapabilmek için, öncelikle birilerinin; yani hükümetin bunu istemesi gerekir. hükümetimiz ne yapıyor dersek;
- çiftçiyi annesiyle birlikte kovuyor.
- maliye bakanımızın oğlu ticaret yapacak diye, yurtiçi üretime kota konuyor.
- armatöre mazot indirimi yaparken, çiftçiye yüksek fiyattan satıyor.
- ayrıca tarımda kullanılan yeni tohumları kullandığınızda, o toprak üzerinde belirli bir zaman bir daha verim alamıyorsunuz.
- deniyor ki, tekstilde çok iyiyiz, sürekli ihraç ediyoruz. oysa ki, buradan hammadde yurtdışına cüzi rakamlarla gitmekte, avrupa'da işlenen ürün türkiye'de yüksek fiyattan satılmakta.

sonuç olarak, öncelikle birileri kendi çıkarlarından önce, milletin çıkarlarını düşünürse, bu ülkenin kendi kendine yetecek, hatta ithalatının da bir kısmını karşılayacak hacmi vardır. yeter ki bazı insanlar, sadece kendi banka hesaplarının hacimlerini düşünmesinler...
sayı az geldiği içindir belki.

sevgili öngörür başbakanımızın da işaret ettiği tam budur işte.
üretime önce çocuktan başlanmalı diye boşuna demiyor. her aile en az üç gerçi ağanın şeyi pardon eli tutulmazmış siz bunu 5 de yapabilirsiniz 8 de yani.
sonuçta üretim üretimdir.
normal sonuçtur.

netice itibari ile bizim toplum dejenere bir toplumdur. herkes çalışmaktan ziyade yan gelip yatmak istemektedir. kısa yoldan zengin olma hayali kuranlardan müteşekkil bir toplumdur bizimkisi.

e şimdi ne bekliyoruz böyle bir toplumdan? mercedes, coca cola, ibm, microsoft, google gibi marka oluşturmalarını mı? hangi bilgi birikimi ile bunu sağlayacaksınız? bu siyasetçilerle mi üreten toplum olacaksınız?

yani 70 milyon değil 170 yetmiş milyon da olsak, bu toplum bu sistemde bi b.k üretemez.
türetim yapmamak demek dışa bağımlı olmak demektir bu bağlamda bence bu başlık altında dışa bağımlılığın nedenleri tartışılmalıdır. dışa bağımlı bir ülke olmamızın birçok nedeni var örneğin; ab'ye girme hevesli hükümetlerin sözde reform adı altında bize dayatılan ve çıkarmamızı istediği kanunlarla ülkemizde yetişen ürünlere kota koyması, köylüyü ve çalışanları madur eden bir tutum içinde olması hemen aklıma gelenlerden birkaç tanesi. tarım da olduğu gibi diğer üretim alanlarında da herhangi bir politikası olmayan yönetimlerin aciz kalması ve sonuçunda dışa bağımlılığın kaçanılmaz olması. mesela son günlerde sıkça konuştuğumuz enerji üretimi konusundaki ülkemizin rahatsızlığı ve yapılan son elektrik zammı. ülkemiz enerji üretimi konusunda bir hayli kaynağa sahip olmasına rağmen yalnış politikalar ve bu zamana kadar umursamaz bir tavır sergilenmesinden dolayı enerjide dar boğazına girmiştir. halbuki yapılan araştırmalar ve bilenen gerçekler aslında ülkemizin enerji üretimi ve doğal yeraltı madenleri konusunda bir hayli şanlı olduğunu söylüyor.

--spoiler--

Türkiye'de toprak altında yaklaşık 50 milyar ton civarında, "ticarete konu" 49 ayrı cins ve özellikte maden bulunuyor. Bu yönüyle Türkiye, maden kaynakları açısından 132 ülke arasında üretimde 28'inci, çeşitlilikte ise 10. sırada yer alıyor. Dünyada ticareti yapılan 90 çeşit madenden 77'si Türkiye'de bulunuyor.

MTA'nın "görünür maden rezervleri" araştırma raporuna göre Türkiye'de yer altındaki en yüksek maden rezervi, 15,8 milyar tonla dolomit madenine ait bulunuyor.

içinde kalsiyum karbonat (caco3) ve sodyum karbonat (na2co3) barındıran ve bu özellikleri yüzünden cam ve seramik endüstrisinin vazgeçilmezleri arasında yer alan dolomit, nadir ve çok değerli bir kireç taşı olarak biliniyor.

Bunun yanı sıra Türkiye'de 13,9 milyar ton mermer, 8,3 milyar ton iyi kalitede linyit kömürü, 5,7 milyar ton kaya tuzu, 1,2 milyar ton ısı kalitesi yüksek taşkömürü, 1,8 milyar ton bor, 1,5 milyar ton da ponza taşı rezervi bulunuyor.

Türkiye'de ayrıca 1,9 milyar ton da blister bakır cevheri bulunuyor.

Toplam 49 ayrı cins maden cevherinin bulunduğu yer altı maden kaynaklarının bugünkü piyasa değerinin ise yaklaşık 2,5 trilyon dolar civarında olduğu sektöre yakın kaynaklar tarafından ifade ediliyor.

MTA'nın araştırmasına göre yer altında bulunan diğer madenler arasında, 29,6 milyon ton asbest, 82 milyon ton asfaltit, 35 milyon ton barit, 251 milyon ton bentonit, 1 milyar 641 milyon ton bitümlü şist, 88 milyon ton boksit, 3,8 milyon ton ton civa, 380 bin ton toryum, 233 milyon ton trona, 9 bin 137 bin ton uranyum, 345 milyon 158 bin ton zeolut ve 3 milyon 725 bin ton da iyi kalite zımpara taşı bulunuyor.
Altın ve gümüş rezervi

Bu arada araştırmalar, Türkiye'de 600 ton altın ve 6 bin 62 ton da gümüş rezervi bulunduğunu gösteriyor. 239 milyon ton felspat, 70 milyon ton fosfat kayası, 25 bin ton krom, 86 ton kurşun, 2 milyon 270 bin ton kuvarsit, 626 bin kükürt, 1 milyon 483 bin ton lületaşı, 4 milyon 560 ton da manganez bulunuyor.

http://www.enginbilim.bye...+article.storyid+2602.htm

--spoiler--

ayrıca yeraltı ve yerüstü doğal zenginliklerini değerlendirmek adına herhangi bir ar ge çalışması yapmayan bir türkiye dışa bağımlı olmak zorundadır. nitekim yapılan araştırmalarda bunu gösteriyor. bor madeni ülkemizde bolca var ve gelecekte yakıt dahil olmak üzere bir çok alanda kullanılmasına kesin gözüyle bakılıyor fakat ne yazık ki gerekli ar ge çalışmaları yapılmadığı için biz ülkemizde çıkardığımız bor madenini ham şekilde avrupaya satarak işlenmiş şekilde geri almaktayız.

--spoiler--

Düşük Ar Ge yatırımları dışa bağımlılığı artırıyor

Çalışmaya göre keskin rekabet şartlarında öne çıkmanın anahtarı teknolojik alanda yaratılan yenilikler. Teknolojik yenilikler hem üretim ve rekabet gücünü artırıyor hem de daha düşük maliyetlerle daha yüksek verimlilik kazandırıyor. Yeterli Ar Ge yatırımı yapmayan ülkeler ise bu rekabette geriye düşerek dışa bağımlı hale geliyor.

2007 yılı ilk yarısı rakamlarına göre Türkiye'de ihracatın ithalatı karşılama oranı %61,90'a gerilemiş durumda. Dış ticaret açığının giderek artmasının temel nedenlerinden birisi de Ar Ge yatırımlarının düşük kalması. Çalışmaya göre aynı malın daha yüksek teknolojiyle yurtdışında daha ucuza üretilmesi, yerli üreticileri çaresiz durumda bırakıyor ve ithal ürünlere ilgiyi yüksek tutuyor.

http://www.deloitte.com/d...526cid%253D204927,00.html

--spoiler--
yanlış bir tespittir. ülkemizde, insanların yaşarken ihtiyaç duyabileceği her türlü tüketim malzemesi, gıda ürünleri, sanayi, yan sanayi ürünlerinin üretimi yapılmaktadır. fakat sadece bizim insanlarımıza özgü olan, ithal mal iyidir, yanılgısı sebebi ile yeterince iç talep bulamamakta fakat dünyanın dört bir yanına ihraç edilmektedir. lafa geldi mi, üretemiyoruz, yapamıyoruz diyenlerin, aynaya baktıklarında, buzdolaplarını açtıklarında, evlerinin içindeki eşyaların arasında kaç parça yerli malı ürün gördükleri, ne derece türk mallarına öncelik tanıdıkları üretim yapamıyor olmamızın değil, yabancı marka düşkünlüğümüzün kanıtır. demek ki nedir, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak gereklidir.

edit: ayrıca, üretim yok diyerek sızlananların, hayatlarında ne üretebildikleri de merak konusudur. konu netice itibarı ile ticarettir, ciddi sermaye yatırımları, teminatlar, sistem, projeler, vizyon gereklidir, sen bakkala girdiğinde, üç kuruşunun hesabını yapıp türk mallarına burun kıvırıyorken, neden insanlar milyarlarca ytl yi gömüp sana iş yapmak istesinler ki, bir de madalyonun bu yüzü var değil mi.
doğru bir tespittir.

dış mihrakların istediği doğrultuda ahlakımız çökertilmiş, özenti toplum haline gelmiş bulunduğumuz için ithal sevdamız başlamıştır. bunun yanı sıra, üretim toplumlarının kendi kendine yetebilme durumunu sağlayan bir türkiye,* orta doğu planları olan dış güçler için tehlike oluşturmaktadır. bu güçler de gerek devlet işlerine karışarak, gerek ab gibi bir kuruma giriş ambargosu koyarak, gerekse kışkırtmalarla, bölücülük faaliyetlerine destekle başlattıkları yıkma eylemini üretime her alanda ket vurarak sürdürmektedirler.

ağalar, ülkenin efendisi çiftçi zor durumdayken, bu ülkede hiçbir şey yolunda gitmez. sanayi, ticaret bir yere kadar! çünkü pazar başkalarının elinde. taşıma suyla değirmen nereye kadar dönecek?! insanlığın temel ihtiyacı beslenmeyken, bunu sağlayamadığımızda yıkılırız ve maalesef şu an bu süreç çok hızlı bir şekilde seyretmekte...
doğru olmayan bir tespittir. üretim yapılmakta fakat gümrük birliği süreciyle başlayan dışa bağımlılığımız sonucu bu üretim gerçek anlamda değere dönüşmemektedir. üreticiyi teşvik etmek yerine toplumu sınırsız tüketime yöneltme politikaları sonucu da üretim yapılırken bile değer kazanamadığı için yapılmıyormuş gibi görünmektedir.
Borsadan pek haberi olmayan insan söylemi. türkiye'de yapılan üretimin çoğu, yabancı şirketler tarafından çeşitli yollarla dışarı akıtılmaktadır. bunun başında israilli şirketler vardır.
hem yanlış hem doğru bir tespit. bu toplum üretim yapıyor ama kendine üretim yapmıyor, ürettiklerimizin çoğu dış şirketlere aktarılıyor. 10 dolara verdiğimiz hammaddeyi işlenmiş olarak 100 dolara geri alıyoruz.!
bu güruha toplum demek biraz saflıktır. bunlara olsa olsa koyun sürüsü denir.
bunu kendisi seçen toplumdur. zira dışarıya bağımlı olmayı, elinde avucunda ne varsa satıp savmayı, üretim yapan değerleri özelleştirme adı altında avrupalılaştırmayı seven bir hükümetimiz mevcut. tabii demokrasi adını verdiğimiz koskoca yanılgıyla bunu seçen bir halkımız da var. e neden ağlıyoruz ki o zaman?

zilyon çeşit madenimiz ve onun rezervleri elimizde olsa da "özelleştirerek" daha iyiye gidebiliriz. *
verimli topraklarımız ve iş sahalarımız olsa da yine onları göz ardı ederek, ab'ye ve abd'ye yalakalık olsun, cebimizi dolduralım hesabı güderek elimizdekinin kıymetini bilmeden günümüzü yaşayarak hep daha iyiye gidiyoruz.

ayaklanamıyoruz neden; çünkü ayaklanmak büyük suç...
burda yaşayan insanlar olarak söz söyleme hakkımız sadece sandık başında mevcut ve onu da nedense hep kötüye kullanıyoruz. aslında onun da cevabı basit fakat herkes bunu gözardı etme eğiliminde...dini istismar etme, hükümet yanlısı olan büyük holdinglerin ceplerinin dolması ve halkın cehaleti gibi çok bilinmeyenli bir denkleme sahip olsak da kimsenin işine gelmiyor bunları kabul etmek.

işte bu yüzdendir ki biz sesimizi çıkaramadığımız. elimizde avucumuzda olanı sattığımız için avrupanın bir numaralı işçi bloğunu oluşturma yolundayız.
hem sevgili(!) başbakanımızın dediği gibi üretimi insan sayısında artış olarak düşünürsek herbir kadınımız en az 5 er çocuk doğurmalı ki avrupaya daha çok işçi gönderebilelim.

bu durumda ne diyoruz: durmak yok yola devam! bu yolun sonu pek hayırlı değil ama, ağzımızı açsak suç değil mi??
hem biz seçtik...devam devam, yola devam..anca gideriz...
enerjisini yıllar süren tartışmalarla harcayan toplumdur.
üretim yapamayan toplum demek biraz olmayacaktır. üretileni pazarlayamayan beceriksiz bürokratların olduğu bir toplum daha şık olacaktır.
tembel bir millet oup, aklımızın fikrimizin köşe dönmekten ibaret kılan tespittir. 70 değil 700 milyon nüfusumuz olsa ne yazar. teknik meslek okullarını imam hatipler üniversiteye girmesin diye konumunu sıfırlayanlar, iş sahası açmak isteyenlere devletin bin dereden su getirmesi, halkın çılgınca tüketime yönlendirilmesi de bir etken olarak karşımıza çıkar.

üretemeyen bir toplum olmamamızın bir sebebi de, bu ülkede emeğe ne saygının olması ne de emeğinin karşılığını alamamaktır. devlete sırtını dayayan hazır yiyen memurlar dışında geri kalan kısımın bir çoğu asgari ücret veya biraz üstüne çalışmakadır. bir fabrikada işçi olarak 500 milyona bütün gün yük taşıyıp, üretim yapacağına bir çok genç tüketime dayalı ekonomide çalışmaya haveslidir. haklıdır da kimse üç kuruşa yağ pas içinde kalmayı istemez.

bu kafa yapısıyla böyle gelmiş olan kimse düzelmesini beklemesin böyle de gider.
en az 10 milyonu okey, tavla, batak gibi kahvehane oyunlarında master seviyesine ulaşmış toplumdur.
her köşe başında 3-5li öbekler halinde başı boş duran, kürdanla diş kurcalayan, geleni geçeni kesen, kadınlara laf atan ottan boktan insanların hava soluduğu, gereksiz oksijen sarfiyatı yaptığı anlamına gelir.

not: tespit edebildiğim kadarıyla; istanbul - kağıthane, sanayi mahallesi ve çeliktepe için konuşuyorum.
(bkz: bir turk bes japona bes japon yuz turke bedeldir)
türk milletinin bir özelliğidir. ama genel olarak gelişmiş olan ülkeler buna izin vermemektedir aslında. üreten ekonomiler dünyada bellidir zaten. bunları saymaya gerek yoktur. onların pastasından pay almak çok ama çok zordur. amerika gibi tamamen kapitalizmi benimsemiş ülkeler bu pastadan pay kapmaya çalışan ülkeleri hemen etkisi altına alıp, onlara göz boyama maksadıyla bu kapitalizm nimetlerini göstermektedir.
yetmiş milyonluk üretim tesisi bulunmadığındandır. *